Yeryüzü tanrısı Atatürk
Atatürk’ün siyasal olaylara çözüm getirmesi konusunda muktedir bir insan olduğu zihinlerimize devletçi eğitim tarafından kazındı. Bundan eminiz. Sorun çözme kapasitesi adeta sonsuz olan Atatürk sadece kendi dönemine değil, geleceğe de şekil verdi. Bunu da biliyoruz. Bize geçmişin köhnemiş, kötü ve geride bırakılası bir zaman dilimi olduğunu gösterdi ve geleceğin devletçi güzelliklerinin varılması mutlak gerekli olan yer olduğunu anlattı. Bunu bilmemek zaten mümkün değil. Düşünüyorum da, beceriklilerin beceriklisi Atatürk yeryüzü tanrısı olarak dünyaya inseymiş en azından ona inanma problemimiz ortadan kalkarmış. Yoksa Atatürk bir yeryüzü tanrısı mı? İkilemde mi kaldık? Şimdi buna nasıl cevap vereceğiz? Varoluşsal inançlarımız ne olacak derken bir takım kurucu rasyonalistler kararlarını vermişlerdi, bile. Dediler ki; Atatürk geleceğin nasıl olması gerektiğini bugünden biliyor, işleyişini çözdü ve bugünden yarına yapılacakları anlattı. Dönemin reel dış politikasının getirdiği korkulardan olsa gerek Atatürk’ün bu yaptıklarına tam olarak devrimcilik de diyemediler – ara ara Atatürk devrimleri de diyorlar, herhalde Sovyet korkusu ortadan kalktıkça devrim kelimesini daha çok kullanır oldular-.Atatürk’ün bu yaptıklarına yeni bir kelime getirildi. Buna da inkılâpçılık denildi.
Köklü değişiklikler zamanıydı. Geçmişin o köhne yapısının zararlarından kurtulmalıydı. Bir siyasal sistemin nasıl olmasını tek başına bilen Atatürk düşüncelerini ve eylemlerini gerçekleştirme yolunda defalarca adım attı. Özellikle kültür alanında attıkları adımlar bugün biraz komik geliyor. O günlerde komik duruma düşmek istememiştir elbette ama hayatın gerçekleri bazen sizin istediğiniz gibi olmuyor. Geleceği istediğiniz gibi “kuramayacağınız” zamanlar oluyor. Kendi inkılâplarından 70-80 yıl sonra kılık kıyafet değişikliği zorlamalarının komik düşmeyeceğini tahmin ediyordu herhalde Atatürkçülerin yeryüzü tanrısı Atatürk. Yenilenme yenilenme yenilenme, değişim değişim değişim kelimeleri doğrultusunda yola çıkan Atatürk “kurduğu” yeni devletin gerçeklerin tümünü uygulayabileceğine olan “inancıyla” köklü değişikliklere gitti. En azından gittiğini iddia etti. Öyle ki dil gibi kendiliğinden gelişen ve kontrol edilemeyecek bir alanı bile “yeniden yaratmaya” kalktı. Yeryüzü tanrısı kavramını kullanırken boşuna konuşmuyoruz. “Yeniden yarattı.” Tek bir kişinin altından kalkması imkânsız olan hukuk oluşturmayı tek başına “gerçekleştirdi”. Adalet tanımı yapabileceği bile belli değilken yüzyılların getirdiği bir sonuç olarak hukuku “istediği gibi” oluşturdu. En azından oluşturulması için gerekli “askerî emirleri” verdi. Ekonominin nasıl olacağını bilmek zaten onun işiydi. Kalkınma planları ile devletçi fabrikaları kurardınız ve milyonlarca bireyin sonsuz olabilecek isteklerini yerine getirirdiniz. Eskiden bu yoktu değil mi? Eskinin yöneticileri kendi çıkarları için insanları böyle böyle sömürdü. Planlama yoktu. Ekonomiyi bilmek böyleydi işte. Herkes için tek merkezden emirle ekonomiyi yönetirdiniz. Zannedildi ki zenginlik böyle yaratılacak. Zenginlik kökten değişimlerle devleti merkeze alarak tabiî ki gerçekleşmedi. Ekonomi kendi akışına bırakılmayınca inkılaplar istenilen sonuçları vermedi mi? Nerede her şeyi bilen Atatürk ve Atatürk’ün dehası. Sadece sonu gelmeyen yenilikleri uygulayarak medenileşecektik. Medenileşemeyen bireylerin medenileştirilmesi… Yoksa totaliterizmin sesleri mi bunlar?
Sürekli kökten değişim için emirle çağdaşlık ve modernlik
Değişimciliğin Atatürkçü versiyonunu seven Atatürkçülük kendisine varılacak hedef olarak belirlediği çağdaş uygarlık düzeyine ve modernizme kavuşmak için bu kavramları, kökten değişiklikleri, sayılı insanın eliyle kısa bir sürede bilinçle, bilerek ve bilimsel yöntem kullanarak var etmeye çalıştı. Atatürkçülüğe göre bu hedefleri başarılı bir şekilde sonuca ulaştırma konusunda elbette başarılıydılar. Zaten kurucu rasyonalist fikirlerinin başarısız olması imkânsızdı. Sonuçta onlar “bilim” ile hareket ediyorlardı. Hayatta tecrübenin, bireylerin bilinçli eylemlerinin önceden kestirilemeyecek sonuçlarının, kendinden doğan düzenlerin olduğu gibi fikirlerin kabul edilmesi bile düşünülemezdi. Hem geçmişten öğrenmek ve tecrübe önemlidir diyenler gericilerdi. Onların amaçları da Atatürk inkılâplarını ortadan kaldırmaktı. Atatürk bu gericilerle mücadeleyi Türk milletine ödev olarak verdi. Türk milleti her türlü zorluğa göğüs germesini bildiği için bunu da kolayca başaracaktı. Aslında bu düşüncenin basit bir tercümesi, diğer fikirlerin toplumda var olmasına izin vermemekti. Başka fikirler zaten olmasın dediler. Atatürk doğruyu bize gösterdi. Bize Atatürk yeter dediler. Atatürk de herkese yettiğini kendini önemli konumlara koyarak açıkça belirtti. Bir ülkeyi kurduğunu iddia etmek bile kurucu rasyonalizmin iyi örneklerinden biridir. Birim zamanda herkes için doğru olacak siyasal sistemi sıfırdan kurmak. Tanrının gücüyle gerçekleştirilecek bir sonuç. Tanrısal gücün tercümesi. Dediğimiz gibi; yeryüzü Tanrısı da olsanız birileri sizi seviyor. Kendine pusula yapıyor. Tabiî varılan yerin yarattığı yıkım ve acının faturasını bireyler ödedi.
Atatürk askerdi. Bunu bilmeyen yoktur. Büyük ihtimalle de emir vermekten hoşlanıyordu. Askerî emir verme davranışını sivil görünümüyle ülkeyi fiilen tek adam olarak yönettiği zamanda da devam ettirmiş olmalı. Düşünmüş olmalı; emir vererek dili düzenlerim, bireylerin kültürlerini istediğim gibi şekillendiririm, düşünceye istediğim ölçüde sınır getiririm, tek başıma savaşlar kazandırır dış politikada harikalar yaratırım… Yüzyıllar içinde “sayısız” insanın katkısıyla oluşan kültürü bir devrimle veya “inkılâpla” istediğin gibi yeniden ve sıfırdan oluşturursun. Oluşturursun ama ne oluşturursun? Atatürk kültür merkezlerinde nasıl bir kültürün fonksiyonu olduğu belli olmayan sanat gösterileri yaparsın. Bu gösterileri ancak modern ve çağdaş insanlar Atatürk’ün gösterdiği yoldan gittikleri ve Atatürkçü oldukları için anlarlar. Artık uygar ve modernizdir. Bir gecede gelen kültürün uygarlığı, çağdaşlığı ve modernizmi, inkılapların çabucak yenilediği ve yenilenen bireyler, yeni kıyafetleri ile yepyeni ama daha “tam kurgulanamamış ve dışardan sistem ithal etmek zorunda kalmış” sistemin oyuncuları ile.
Bir gecede gelen çağdaşlaşma ve uygarlığı da ancak Atatürk gibi bir dahi gerçekleştirebilirdi
Atatürkçülerin yeryüzü Tanrısı Atatürk’ün bir dahi olduğunu kabul ettirmeye çalıştı, Atatürkçüler. Bunu kabul edenler elbette oldu. Anıtkabir’e gidip Anıtkabir özel defterine yazarak Atatürk ile konuşanlar var. Bu Tanrıya dua etmek gibi midir karar veremedim. Bireyler bu dünyadan göçmüş insanlara düşüncelerini yazarak ve konuşarak ulaştırmaya çabalayabilirler. Bu bize doğal bir durum gibi geliyor. Fakat Anıtkabir durumu biraz farklı. Huzurda bir hesap verme, istek ve arzuları belirtme, sonsuzluk üzerine verilen mesajlar. Gerçekten çok ilginç. Bu başka bir yazının önemli bir konusu olur. Atatürk’ü Anıtkabir konusuyla sınırlayamayız tabiî ki, bunu da bilelim! Çağdaş Cumhuriyet mimarisinin “çok beğenilen” örneği ile Anıtkabir konusu da uygarlık konusuna bakış açısı verebilir. İnkılaplârla modernleşen Türkler atalarına yakışır bir kabri tüm güzelliğiyle Ankara’da yaptılar. Çağdaş uygarlık olmasa bu hiç olur muydu? Geçmişteki gerici siyasal sistemin insanları yatırlara-türbelere gider, ölüden medet umarlardı. Artık çağdaşız, moderniz, uygarız ve böylece ölüden medet ummuyoruz.
Meclisten bir gecede geçen yasalar gibi Atatürkçü inkılâplar da bir gece gibi sayılabilecek kısa zamanda de jure, de facto yasalarını çıkardı. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Ülke kurtulacak, Türk milleti hak ettiği düzeye ulaşacaktı. Ulu önderin bizim için düşündüğü ve nasıl olacağını bildiği geleceğe böylece taşınacak, Türk varlığına armağan ettiğimiz varlığımızı böylelikle sonsuzluğa ulaştıracaktık. Sürekli inkılaplarla bir bakıma devrimciliğimiz ile gericiliği yenecek, aydınlık geleceklere varacaktık. Bir geleceğe varıldı. Fakat o gelecek dahi Atatürk’ün tahminlerinden biraz farklı oldu, “sanki.” Türk milleti çağdaş modern olacak ve sonsuza kadar bunları yaşayacak derken ortaya post-modernizm denilen bir düşünce bile çıktı. Uygarlık seviyemiz pek beklenilen gibi olmadı. İnsanî gelişmişlik sıralamalarında 80.-90. sıralara demir attık. Olsun biraz daha devrimci ve inkılapçı oluruz. Bütün siyasal yapıyı bir gecede emirle, silah zoruyla değiştiririz ve yine “hak ettiğimiz” yere geliriz. Sanki zaman yanımızdaki yardımcımız. Buna inananlar bile var. İlginç.