Doların Türk lirası karşısında değer kazanması gündemden hiç düşmüyor. Ne yazık ki bu meselenin özü de bir türlü anlaşılamıyor. İktidar kanadı ekonomik hayatın kanunlarından ve gerçeklerinden habersiz olunduğu izlenimini vermeye elverişli bir yaklaşımla her şeyi Türkiye’nin güçlenmesini istemeyen mahfillerin kasıtlı olarak doların değerini yükseltmesine veya (ne demekse) yüksek göstermesine atfediyor. Muhalefet kanadı ise sistem ve yapılanmayla ilgili en küçük bir vizyon göstermeden Erdoğan giderse tüm sorunların çözüleceğini ileri sürüyor. Hatta Kılıçdaroğlu iktidara gelirlerse (nasıl olacaksa) Türkiye’ye dolar yağdıracaklarını söylüyor.
Dolar ABD menşeli olmasına rağmen bir dünya parası. Dünyanın her tarafındaki ekonomik ilişkilerde yaygın biçimde kullanılıyor. En önemli rezerv parası. Ülkeler de şirketler de paralarının önemli bölümünü dolar olarak tutuyor. Hesaplamalarını dolar ile yapıyor. Bunun elbette birçok faydası var. En başta geleni ekonomik hesap, ilişki ve işlemleri basitleştirmesi. Ticareti daha akıcı hâle getirmesi. Tabiî ki doların bu statüsünden en fazla yararı ABD sağlıyor. Çin dünyanın ikinci büyük ekonomisi olmasına ve yakında ABD’yi sollayarak birinci sıraya yükselmesi beklenmesine rağmen Çin parasının dünyanın rezerv parası olacağı yolunda bir işaret yok. Bu gerçekten kaçmak zor. Elbette her ülke kendi içinde millî parasını kullanacaktır, ama dünya ticaretine girdiğinizde dolardan kaçamazsınız. Dolar dünya ekonomik sisteminin merkez parası. Bundan duyulan rahatsızlık ve bunun yarattığı mahzurlar neler olursa olsun bu durum yakın vadede değişeceğe benzemiyor. Bunun sebebi sadece Amerikan ekonomisinin gücü değil, aynı zamanda ABD’nin dünyada işgal ettiği yer. Yani tek süper güç konumunda oturması, dünyanın her tarafına müdahil olması, en büyük askerî gücü elinde tutması.
Devletlerin ekonomiye ilişkin bazı tutum ve davranışlarının siyasî olduğunu inkâr edemeyiz. Devlet siyasî bir organ olduğu için aslında ekonomiye yapacağı her müdahale kaçınılmaz olarak siyasî bir boyut taşıyacaktır. Örneğin ABD İsrail’e boykot uygulayan ülkelere kamu ihalelerine girme yasağı getirdi. Bu, ekonomiye aşikâr bir müdahaledir. Trump’ın Avrupa otomobil firmaları hakkında millî güvenlik gerekçesiyle soruşturma açtırması da öyledir. Ancak, ekonominin sadece devlet kontrolünde olduğunu, kendine mahsus işleyiş ve kanunlarının olmadığını ve dolayısıyla devletlerin ekonomiyle istediği gibi oynayabileceğini iddia etmek hayatın gerçeklerinden kopmaktır. Ekonominin kendi kuralları ve kanunları vardır. Bu kurallar ve kanunlar parlamentoların yaptığı kanunlara veya siyasî yönetimlerin aldığı kararlara benzemez. Belli bir yapıcıları yoktur. İnsan davranışının anonim ürünüdür. Bu kurallar ve kanunlar insanların ve dünyanın genel şartlarından doğarlar ve dine, kültüre, ideolojiye, coğrafyaya göre değişmezler.
Fiyat mekanizması ekonominin temel işleyişini belirler. Fiyat mekanizması fiyatlar nispî bütünüdür. Bir malın arzı talebini aşmaya başlarsa o malın fiyatı yükselir. Tersi olursa o malın fiyatı düşmeye başlar.
Mal para sistemlerinde yaşamıyoruz ama parayı da değeri piyasada belirlenen bir tür mal gibi düşünebiliriz. Paranın miktarı arttıkça, diğer faktörler sabit kalmak şartıyla, değeri düşer, azaldıkça artar. Türkiye’de son zamanlarda dolarda yaşanan istikrarlı değer artışı özünde dolar arz ve talebindeki değişmelerin eseridir.
Doların değeri niye yükseliyor?
Muhtemel sebepleri sayalım:
1.FED’in faizi yükseltmesi veya faizi yükselteceği beklentisinin oluşması.
Doların vatanı ve merkezi ABD. Amerikan merkez bankası FED’in faizi yükseltmesi demek finansal yatırımcıların bu ülkede daha fazla kazanç elde etmesi imkânının doğması demektir. Bu dünyanın her tarafındaki dolarları eğer daha yüksek kazanç beklentisi yoksa ABD’ye çeker. Nitekim bu faktörün tesiriyle sadece Türkiye’de değil daha birçok ülkede yerel para birimleri dolar karşısında değer kaybediyor.
2.Borç ödeme vaktinin gelmiş olması
Türkiye’de kamunun ve özel sektör firmalarının dolar cinsinden borçları var. Bu borçların taksitlerini ödeme zamanı gelince borçluların piyasadan dolar toplaması gerekir. Dolara olan talep artar, yeni dolar girişleri yoksa, bu doların fiyatını yükseltir.
3.Kâr realizasyonu
Türkiye’ye yatırım yapmış finans şirketleri bekledikleri veya yeterli kârı elde ettikleri düşüncesiyle ülkeden çıkmak isteyebilir. Bu çıkışı elbette Türk lirası ile değil dolar ile yapacaklardır. Bu da dolara olan talebin artması ve doların değerinin yükselmesi demektir.
4.Artan risk algılaması
Bazı finans yatırımcıları kâr imkanları sürüyor olsa bile daha büyük potansiyel riskler görüyor olabilir. Bu riskler ekonomik yapılanmadaki açıklardan doğabileceği gibi siyasî söylemlerden ve çalkantılardan da doğabilir.
5.Vatandaşların varlıklarını koruma telaşı
Doların devamlı yükseldiğini gören vatandaşlar varlıklarını korumak için Türk lirası tasarruflarını dolara çevirmeye çalışabilir. Sonuç yine aynı olur.
Siyasî operasyonları görmemek ne kadar yanlışsa her gelişmeyi siyasî operasyonlara bağlamak da o kadar yanlış. Yukardaki sebepler açıktır ki siyasî operasyon olmaktan uzak. Kaldı ki doların yükselmesinden ABD de bazı zararlar görür. İhracatı pahalılaşır. Amerikan vatandaşları kıymetli dolarlarını yurt dışı tatillerde harcamayı, paralarıyla başka yerlerde mal mülk edinmeyi cazip görmeye başlar. Amerika’ya mal satanlar mallarının dolar fiyatını aşağıya çekerek yerli üreticiler karşısında avantajlı duruma gelir. Bu yüzden doların devamlı yükselmesi ABD’nin de isteyeceği bir şey değildir. Yükselme dalgasının bir yerde durması ve/veya tersine dönmesi beklenir.
Türkiye’de doların değer kazanmasını bugünkü şartlarda tamamen durdurmak çok zor, çünkü bu yükselme, işaret ettiğim üzere, sadece iç faktörlere bağlı olmaktan uzak. İç faktörlere bağlı olan kısmında ise yapılabilecek şeyler var ve bunlar sır veya yeni icat değil. Türkiye ödemeler dengesini muhafaza edebilmek için önce kısa vadeliler olmak üzere tüm borçlarını azaltmalı. Döviz gelirlerini artırmalı. Bunun ana yolu ihracatı katlamak. İhracat ise kısmen de olsa ithalata bağlı. En güzeli ülkeye yabancı sermaye çekmek. Yabancı sermayenin en iyisi ise kısa vadeli finansal yatırım için değil uzun vadeli üretim yatırımı için geleni. Ama bu her zaman mümkün değil. Bir de orayı burayı dolaşan para fonları var. Bunlar fırsat görünce yatırım yapar canı isteyince çıkar gider. Sıcak para dediğimiz bu nitelikteki paranın oranını düşük tutmak lehimize. Kolay paranın cazibesine kapılıp katma değer yaratması zor veya çok uzun vadeli yatırımlara girmek de risk almak anlamına gelir. Ayrıca yabancı sermayenin güvenini sarsabilecek konuşma ve politikalardan da vazgeçmek gerekir. Yabancı sermayeye kızmak ve onu azarlamak yabancı sermayenin çıkışını azaltmaz, tersine, artırır. Yabancı sermayenin gelişi, şüphesiz, paldır küldür söylendiği gibi, demokrasiyle o kadar da ilgili değildir. Öyle olsaydı demokratik olmayan ülkelere hiç gitmezdi. Yabancı sermaye güven arar. Ekonomi politikalarının keyfileşmeyeceğine, varlığına keyfi olarak el konulmayacağına emin olmak ister. Bunu yalnızca demokrasilerde değil bazen istikrarlı diktatörlüklerde bile bulur. Bu yüzden Türkiye sermayeyi çekmek için güven artırıcı adımlar atmak mecburiyetinde. İyi işleyen bir adalet sistemi, mahkemelerin uluslararası mevzuata uyumu bunun başlıca ayakları.
Paniğe kapılmaya gerek yok. Bir başka yazıda ele alacağım üzere krizler ülkeleri korkulduğu gibi tümden batırmaz. Refah seviyesini aşağı çeker, bazı ağır sorunlar yaratır, ama ülke bir şekilde yoluna devam eder. Hatta bazen krizler yapısal reformların ve zihniyet değişikliklerinin yolunu açar. Mühim olan hayattan ders almak, hayalci açıklama çabaları ve makyaj tedbirlerle oyalanmak yerine soğukkanlı olmak ve bilinen ekonomik hakikatlere dayalı kısa, orta ve uzun vadeli politikalar geliştirmek.
Yeni Yüzyıl, 30.05.2018