Askerlerden hesap sorulması, askerlerin yanında, askerlerden daha çok bazı sivilleri rahatsız etti. Rahatsız olanlar arasında, asker vesayetini savunan siyasi partilerin, üniversite öğretim üyelerinin, medyanın olması kimseyi şaşırtmadı.
Deniz Baykal ve Devlet Bahçelinin iktidarın tek parti diktatörlüğüne gittiğini ileri sürmeleri, Süheyl Batum’un “Ne Gorbaçov ne Putin Türkiye’si, doğrudan doğruya Hitler Almanya’sı oluyoruz”, Ali Sirmen’in “Sivil totaliterliğe gidiyoruz” demesi fazla anlamlı değil. Tek parti rejimini yürekten savunan insanların, başkalarını tek parti rejimine gitmekle suçlamalarının ne anlamı olabilir ki!
Beni şaşırtan, asker vesayetini kabul etmediğini, devlet yönetiminin sivilleşmesinden yana olduğunu zannettiğimiz insanların, bunların iddialarına katılmaları oldu.
İktidar Gerçekten Çok mu Güçlü?
Nuray Mert, “Türkiye tek parti rejimine koşuyor!” / “İktidar demokrasi adına her icraatında daha da otoriterleşiyor. Basın susturulmaya çalışılıyor. Kurumlar yıpratılıyor. Yani Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olabiliriz.” diyor ( Vatan, 04.01.2010).
Cüneyt Ülsever de, “Ortada Cumhuriyeti kuran Türk Silahlı Kuvvetleri hedeftedir. AKP’nin karşısında en büyük muhalefet edenin TSK olduğu görülüyor. Onu değiştirmekteki amaçları aslında çok farklı. Kendilerine yakın bir TSK oluşturmaya çalışıyorlar. TSK’yı zayıflatmak istemelerinin bir nedeni de gücü ellerinde tutmak istemeleri.” / “Askeri vesayeti önlemek istiyorlar, ancak kavga eden unsur olarak giderek tek parti yönetimine geçmeye başladılar.” diyor (Vatan, 12.01.2010).
İktidarın şu andaki konumuyla, Nuray Mert ve Cüneyt Ülsever’in söyledikleri bana çok komik geldi. Ortada milletten aldığı çok büyük bir desteğe rağmen, adeta hiçbir şeye muktedir olamayan bir iktidar var. AKP iktidarı darbeci yönetimlerin oluşturduğu devlet kurumları tarafından kuşatılmış durumda… Anayasa Mahkemesi, yüksek yargı organları, üniversiteler AKP karşıtlarının elinde. İktidar Meclisteki kalabalık milletvekili grubuna rağmen Anayasayı değiştiremiyor. Anayasa bir yana önemli kanunları bile değiştiremiyor. Anayasa mahkemesi Meclisin kanun yapma yetkisini bile tanımıyor.
Yürütmenin sorumluluğunda olan işlere bile yargı müdahale ediyor. Hükümet mayın tarlalarını temizlemeye bile karar alamıyor. Özelleştirmeler engelleniyor, hükümetin yaptığı ihaleler yargı tarafından iptal ediliyor…
İktidarın Gücü Kime Yetiyor?
İktidarın kayıtsız şartsız emrinde olması gereken devlet kurumları iktidarı umursamıyor. Devletin Başbakanı, hanımıyla bir ordu evine giremiyor. Devlet memurlarından bazıları Cumhurbaşkanının hanımının elini sıkmıyor. İktidar partisinin milletvekilleri devlet törenlerine eşleriyle katılamıyorlar, hırslarını yollarını kesen trafik polislerinden çıkarmaya çalışıyorlar.
AKP’lilerin nerede güç gösterisi yapacaklarını kestirmek güç. Halk tarafından devleti yönetmek için seçilmişler. Ama devletin hakim güçlerine sözlerini geçiremiyorlar. Emirlerinde olması gereken üniformalı bürokratlar tarafından umursanmadıkları kendilerine sık sık hatırlatılıyor. Bunlar karşısında çaresiz kalan AKP yöneticileri, hırslarını elinde silah olmayan sivil toplum kuruluşlarından, medyadan, Aysun Kayacı’dan almaya çalışıyorlar.
Aysun Kayacı’nın bir magazin programında ağzından kaçırdı sözleri AKP’liler aşırı ciddiye aldılar, abartılı, bazen de hakaretamiz sözlerle Kayacı’nin üzerine gittiler. Başbakan bile, Aysun Kayacı’ya çattı. Aysun Kayacı üniversite rektörü değil, CHP’nin genel sekreteri değil, kuvvet veya ordu komutanı değil, bir manken…
Adı bilim adamına çıkmış insanlar “Halkımız bilinçsiz, demokrasi bizim neyimize, bir torba kömüre oylarını satanlar AKP’yi seçti” deyince ciddiye alınıyor. Halka “Göbeğini kaşıyan adamlar”, “Bidon kafalılar” diyenler fikir adamı muamelesi görüyor, Manken Aysun Kayacı “Benim oyumla neden dağdaki çobanın oyu eşit?’ AKP ayak takımının iktidara getirdiği partidir” deyince yadırganıyor. AKP’liler işin kolayına kaçıyor, savunmasız hedeflere saldırıyorlar.
AKP’liler Çok mu Demokrat?
Ben AKP’nin diğer partilerden daha demokrat olduğuna, Türkiye’yi gerçekten demokratlaştırmak istediğine inananlardan değilim. Buna rağmen, demokrasi dışı baskılara karşı AKP iktidarından yana olmayı ahlaki bir sorumluluk olarak görüyorum. Ortada bir zorbalık varsa, saldırıya uğrayanın niyetlerine bakmadan saldırıya uğrayanın yanında olmanın gerektiğini düşünüyorum. Mançalı Şövalye de hep benim gibi düşünür, bazı zamanlarda kurtarmaya çalıştıkları tarafından fena halde hırpalanmasına rağmen, mağdur olanın yanında olmayı şövalyeliğin gereği zannederdi.
İktidardakilerin demokrasi kültürü yüzeysel. Hukuk devleti, insan hakları, sivil toplum hakkında bildikleri içinde yaşadığımız tek parti kültüründen edindikleri kadar. Siyaset tarzları alaturka. Anayasayı değiştirmek istiyorlarmış gibi yapıyorlar, ama ne yapmak istediklerini bilmiyorlar. Başörtüsü yasağını kaldırmak istiyormuş gibi yapıyorlar, ama fazla bir riske de girmek istemiyorlar. Kürt sorununu çözmek istiyorlarmış gibi yapıyorlar, ama cesaretleri yok…
Bunların hepsi doğru da, ama tek parti rejimine gittikleri vs doğru değil. Tek parti rejimine gitmek bir yana, AKP’liler halktan aldığı oyun bile hakkını veremiyor, halkın kendilerine verdiği yetkiyi bile kullanamıyorlar.
Yedi yıllık AKP iktidarının demokrasiye önemli bir katkısı olmadı. Halkın iradesini devlete muktedir kılamayan AKP iktidarı, kendisine bırakılan iktidar alanında kadrolaşmaya ve devletin diğer nimetlerinden yararlanmaya bakıyor. Bu da bir iktidarı tek parti rejimine götürmenin bir yolu değil, tersine iktidarın yozlaşmasının ve muktedir güçlerle uzlaşmasının bir yoludur.
İlhan Selçuk da Bizi Şaşırtıyor
AKP iktidarı, iktidar olmanın asgari imkanlarını bile kullanamazken Nuray Mert’in ve Cüneyt Ülsever’in “tek parti rejimine gidiş” iddiaları doğrusu beni şaşırttı. Buna karşın İlhan Selçuk’un “askeri darbelere ve baskıcı otoriter tek partili rejimlere nasıl bakıyorsunuz?” sorusuna karşı gösterdiği demokratik tavır da benim için 2010’nun sürprizi oldu.
Bu sözler İlhan Selçuk’a ait: “Atatürkçülük ve ulusalcılık adı altında şoven milliyetçilik yapılıyor. Bu yanlış; Atatürk’ün milliyetçiliği şovenizm değil, kültür milliyetçiliğidir. Bir de ’sandıkla gelen sandıkla’ gider. Türkiye’nin geleceği asker-sivil baskıcı rejimlerde değil, demokrasidedir. Bugün yaşadığımız sorunlara sınıfsal temelde bakmak zorundayız. Yılbaşında televizyonları seyredince, ‘Türkiye’ye irtica-mirtica gelmez’ dedim, ortalık ayağa kalktı… Bak Hikmet, kimse asker darbe yapacak diye siyaset yapmasın. Artık Türkiye’de askeri darbeler dönemi kapanmıştır. Türkiye’nin zaman yitirmeden demokratikleşmesini istiyorum. Demokrasi ve özgürlükleri kim genişletirse ona gönülden destek veririm. Faili meçhul cinayetlerin aydınlatılmasından, ülkemize barış ve huzur gelmesinden, akan kanın durmasından yanayım. Türkiye kendisiyle yüzleşmeli. Başta söylediğim gibi, askerin de sivil rejimin de vesayetine giremem, giremeyiz.” (Vatan, 12.01.2010).
Değişim herkes için geçerli… Bir bakıyoruz son derece demokrat zannettiğimiz insanlar, halkın oylarıyla gelmiş iktidarın durduk yerde tek parti rejimine gitmesinden kaygılanıyorlar. Öte yandan, askeri darbelerin destekçisi zannettiğimiz insanlar demokrasiden yana net çıkışlar yapıyorlar.