Adalet ve Kalkınma Partililerin tepkileri mantıki, yerinde ve olayın boyutlarıyla ilgili olmuyor. Tepki vermeleri gereken yerde susup, olayı kapatmaya çalışırken, tepkileri olmadık bir yerde patlak veriyor.
Başbakan Erdoğan genellikle sivil toplum kuruluşlarına karşı, sert ve kırıcı bir üslup kullanmakta bir sakınca görmezken, “ … iş toplumun muktedir kesimleriyle karşılaşmaya gelince, o ölçüsüz Başbakan gidiyor, onun yerine usturuplu bir dilin tercümanlığına sığınan bir Başbakan geliyor. Bir başka ifadeyle Başbakan zayıflara karşı esip gürlerken, güçlülere mümkün olduğunca alt bir perdeden seslenmeyi yeğliyor.” (Vahap Coşkun, Taraf, 23.10.2008).
Son olarak da Başbakan, “Partimize AKP diyenler edepsizdir” deyiverdi.
Adalet ve Kalkınma Partililerin Türkiye’nin demokratikleşmesine önemli bir katkısı olacağını zannetmiyorum. Buna rağmen Adalet ve Kalkınma Partisi’ni savunan pek çok yazı yazdım. Aslında bu yazılarımda Adalet ve Kalkınma Partisini değil millet iradesini savunuyordum. Adalet ve Kalkınma Partisi milletin tercihi idi ve milletin tercihine de saygı gösterilmesi gerekiyordu. Bu yazılarımda çoğunluk kısaltma olarak “AKP” yi kullandım, öyle yazmak benim için daha pratik oluyordu.
Biz iktidara verdiğimiz destekle iktidardakilerin teveccühünü kazanacağımızı umarken, yaptığımız yanlışla, iktidardakilerin canını sıkıyormuşuz meğer.
Bizim suçumuz, mazlumların yılmaz dostu Don Kişot’un başına gelenlerden ders almamak olsa gerek. Yaptıklarımız her ne kadar Mançalı Şövalyenin yaptıklarının yanında önemsiz kalsa da, biz de kendimizce haksızlıklara karşı kavga vermeye çalışıyoruz, ne de olsa…
Bu vesileyle “Don Kişot” un yazılışının 403. yıldönümünde Büyük Usta Cervantes’i de Mançalı Şövalyenin bir serüven ile analım.
Don Kişot’un Kürek Mahkûmlarını Kurtarışı
“Don Kişot ve Sanço Panza yolda uslu uslu hayvanlarını sürüyorlardı. …
Birdenbire gözlerini kaldırınca bir insan kalabalığının kendilerine doğru gelmekte bulunduğunu gördüler. İkisi ata binmişti; bir çokları kılıçlar ve kargılarla silahlanmış olarak yaya yürüyorlardı. Aralarında bir teşbihin taneleri gibi, boyunlarından uzun bir zincirle birbirlerine bağlanmış on kadar insan gitmekte idi.
Onları ilk gören Sanço oldu ve kim olduklarını çabucak anladı:
— Bu bir kürek mahkûmları kervanıdır. Kalyonlarda krala hizmet etmeğe götürülüyorlar.
Don Kişot bağırdı:
— Ne dedin ne dedin? Kürek mahkûmları mı? Kral insanlara böyle muamele eder mi?
Sanço hararetle devam etti:
— Senyör Şövalye, heyecana kapılmayın. Bu adamlar kalyonlarda suçlarının cezasını çekmeğe mahkûm edilmiş canilerdir.
— Yani ne çıkar bundan? Bir suç işlediler diye bu adamları bedbaht saymayacak mıyız? Bunlar kendi arzulan ile mi kalyonlarda krala hizmet etmeğe gidiyorlar?
— Değil elbette Senyör, fakat…
— Bedbahtları savunmak, zulme uğrayanların imdadına koşmak gezici şövalyelerin vazifesi değil midir?
…
İki kahraman böylece konuşurlarken kalabalık onların yanına gelmişti. Don Kişot muhafızlara bu adamları niçin götürdüklerini sordu. Atlılardan biri:
— Senyör Şövalye, bu adamlar bir takım canilerdir. Her halde korkunç cinayetler işlemiş olacaklardır. Doğrusu ben de pek bilmiyorum neler yaptıklarım. Sanırım ki bu mesele hakkında benden fazla bir şey bilmek sizin de pek işinize yaramayacaktır.
…
[Don Kişot mahkumlarla tek tek konuşur.] Sonra, muhafızlara dönerek:
— Değerleri ne olursa olsun bu gibi kimselerin suçlarının kefaretini ödemelerine ve yola gelmelerine yardım etmek hakkımızdır. Adaleti sopa ile sevdirecek değiliz onlara. Bunun için ben bunları kürek cezasına çarptıran yargıçlarla beraber değilim. Bana göre insanları arzu ve iradelerine karşı hareket etmeğe zorlamaktan daha çirkin bir şey olamaz. Öyle sanıyorum ki bu insanlar bir kaç yıl krala bu şekilde hizmet ettikten sonra ondan nefret edeceklerdir. Bunlar yolunu şaşırmış biçarelerdir. Bunun için benim onlarla meşgul olmam lazımdır. Şövalyelik mesleğimin kaidelerini ve bizim bedbahtlara yardım etmek, onların ıstıraplarını hafifletmek, onları esirlik boyunduruğundan kurtarmak vazifemizi hiç şüphesiz biliyorsunuz. Muhafız efendiler dünyanın en kutsal düsturları olan bu düsturlar adına bu mahkûmları serbest bırakmanızı ve evlerine dönmelerine izin vermenizi sizden istiyorum. Onlar kendi iradeleri ile suçlarının kefaretini verecekler ve faziletli adamlar olacaklardır.
Bu sözler üzerine muhafızlar gülmeğe başladılar ve başları olduğu anlaşılan biri:
— Senyör Şövalye, sanırım siz şakadan hoşlanıyorsunuz, dedi.
Don Kişot kaşlarını çatarak:
— Neden? diye sordu, dediğimi yapmak istemiyor musunuz yoksa?
— Arzunuzu yerine getirmeye hakkımız yok Senyör Şövalye. Bize kralın bir emrini gösterin; bu sefilleri serbest bırakalım.
Şövalye sordu:
— Beni onları zorla kurtarmağa mecbur edecek misiniz?
Muhafız:
— Lâtife fazla uzadı Mösyö, dedi, rica ederim yolunuza gidin, bizim işimize karışmayın. Hem de şu leğeni başınızdan çıkarsanız iyi olur.
— Siz edepsizin birisiniz. Bana ettiğiniz hakaretin cezasını derhal çekeceksiniz.
Don Kişot bunu söyler söylemez muhafıza saldırdı ve mızrağı ile muhafıza öyle bir vuruş vurdu ki adamcağızı yere düşürdü. Muhafızlar bunu görünce şövalyenin üzerine atılmak istediler. Kimisi kılıcını, kimisi kargılarım sallıyordu. Kürek mahkûmları o arada kargaşadan faydalanarak zincirlerini koparmış olmasaydılar kahramanımızın hali pek fena olacaktı. Muhafızlar nereye saldıracaklarını bilemiyorlardı. Kâh birbiri ardınca kendilerini zincirden kurtaran mahkûmlara koşuşuyorlar, kâh Don Kişot’a dönerek onu atından düşürmeğe çalışıyorlardı.
O esnada Sanço da, Gines de Passamont’un demir halkalarından ve kelepçelerinden kurtulmasına yardım etmekteydi. Serseri kurtulur kurtulmaz zincirini bir lobut gibi kullanmağa başladı ve ona havada korkunç çemberler çevirterek kalabalığın ortasına atıldı. Muhafızlar dayanmanın faydasız olduğunu gördüler ve kaçışmağa başladılar.
Duruma hâkim olan Don Kişot:
— Hali görüyor musun Sanço dostum, diye bağırdı, nasıl iş gördük ha! Bu macerayı ümitlerimize göre sona erdirmedik mi?
Sanço pek keyifli görünmüyordu. Yüzünü buruşturup:
— Belki, dedi, bu zaferden memnun musunuz Senyör Don Kişot? Bana kalırsa bizim tabanları yağlamamızın tam zamanıdır. Muhafızların yardımcı kuvvetler çağırmağa gitmiş olmalarından korkulur. Geri dönerlerse keyfimiz bozulacağa benzer.
Don Kişot:
— Hadi işine korkak, dedi, sen efendinden daha mı iyi bileceksin? Bir daha söylüyorum sana. Bana inan ve titremekten vazgeç.
— Şu var ki Senyör!..
Şövalye onu daha fazla dinlemedi. Mahkûmlara yaklaşarak tatlı bir sesle:
— Ey temiz yürekli adamlar? dedi, yüzlerinizde okuduğum minnet ve şükran beni pek memnun etti. Nankörlük kötü huyların en iğrencidir. Sizlerde böyle bir şey bulunmadığını görüyorum. Sizin için ne yaptığımı gördünüz. Bu sebeple ben de sizden bir şey istemekte tereddüt etmeyeceğim.
Gines de Passamont:
— Çok iyi konuştunuz Senyör şövalye, dedi, bize güvenmekte haklısınız. Ne istiyorsanız söyleyin. Emirlerinizi yerine getireceğiz.
Kahramanımız heyecanla:
— Sizin nankör olmadığınızı biliyordum, dedi, onun için ben de cömertlik göstereceğim, sizden çok küçük bir şey isteyeceğim. Yalnız zincirlerinizi yeniden takacaksınız ve sizi ilk gördüğüm halde Toboso şehrine gideceksiniz. Madam Dulcinee’nin huzuruna çıkacaksınız. Sizi Mahzun Yüzlü Şövalyenin gönderdiğini söyleyeceksiniz. Onun şerefine sizin için yaptığım şeyleri anlatacaksınız. Böylece bana olan borcunuzu ödemiş olacaksınız. Sizi dilediğinizi yapmakta serbest bırakacağım.
Gines ağır bir eda ile cevap verdi:
— Senyör şövalye; bu emrinizi yerine getiremeyeceğimize çok üzülürüz. Bu kıyafette söylediğiniz yere gitmemize imkân yoktur; çünkü bizi tanırlar; yakaladıkları gibi yeniden kalyonlarda soluğu alırız. Biz birbirimizden ayrılmalı ve kıyafetlerimizi değiştirmeliyiz ki bir daha adaletin pençesine düşmeyelim. Madam Dulcinee de Toboso’nuza saygılarımızı sunmağa gidemeyeceğimize çok üzülürüz. Bizi anlamalısınız. Fakat minnet altında kalmayı da istemediğimizden bize başka bir şey emrediniz, isterseniz Madam Dulcinee için emredeceğiniz bütün duaları okumağa hazırız.
Fakat dualar ne kadar çok olursa olsun Don Kişot’un işine gelmiyordu. Onun istediği şey Dulcinee de Toboso’ya haberciler göndermekti. Bu sebeple Gines’in cevabı onu öfkelendirdi.
Atını ona doğru sürerek:
— Seni şeytan oğlu şeytan seni, dedi. Bak ben istediğimi nasıl yaptırıyorum size. Hep bir arada Madam Dulcinee’ye gidemezmişsiniz öyle mi? Öyleyse sen tek başına gideceksin ve arkadaşlarının zincirlerini sana takacağız.
Haydut gülmeğe başladı ve arkadaşlarına işaret ettikten sonra yerden taşlar alarak Don Kişot’a atmağa başladı. Ötekiler de onun yaptığını yaptılar ve şövalye birdenbire bir taş yağmuru içinde kaldı.
Don Kişot, atım onların üzerine sürmeğe uğraşarak:
— Reziller, haydutlar, bu size pahalıya mal olacak, diye haykırıyordu.
Fakat mahkûmlar alay ediyorlar, küfürler savuruyorlar ve onu taşlamağa devam ediyorlardı. Bir kaç okkalı kaya parçası Rossinante’ı yere yıktı, Don Kişot, yara bere içinde, toprakların üzerine serildi.
Sanço eşeğinin arkasına saklanmıştı, fakat haydutlar efendisinin işini bitirdikten sonra uşağa çullandılar, sırtındakileri soyarak onu hemen hemen çıplak bıraktılar.
Sonra birbirlerinden ayrılarak Don Kişot ile Sanço’yu kendi hallerine bıraktılar ve her biri kendi yollarına gittiler.”