Erol Güngör (1938-1983) özellikle 1970’lerin siyasî çatışma ve şiddet ortamında bir “iç harp ideolojisi” haline gelen milliyetçiliğin, Ziya Gökalp-Mümtaz Turhan geleneğinden gelen sosyal bilimler kavramlarıyla serinkanlı analizler yapabilen istisnaî örnekleri arasında yer almıştır. Güngör, milliyetçiliği muhafazakarlık ve demokratik rejimle ortak payda içinde Mehmet Akif’in İslamcılığının muhtevasıyla tanımlayan bir çizgiyi ifade etmiştir. Bu yönüyle Erol Güngör, günümüzün ulusalcılı- milliyetçilik, muhafazakarlık- Atatürkçülük, İslam-laiklik, milli kimlik ve milli kültür bahislerinde tezleri ve yöntemi hala kıymet taşımaktadır. Bugün milliyetçiliğin içinde yaşanan kırılma Erol Güngör’ün vazettiği sorunlar etrafında gelişmektedir. İnkılapçıların, devletçilerin ve otoriter cephenin yanında yer alanlar ulusalcılaşırken, aksine tavır alanlar muhafazakarlaşmaktadır.
Türkiye çok hızlı değişirken, Erol Güngör, çalışmalarının ana amacını “çağdaş bir Türk millî kültürü kurmanın gereği ve bunun yolları”nı aramak şeklinde ifade etmektedir. İdeolojik gruplar bu değişimi kontrol altına alarak istedikleri istikamette yönlendirmek istemektedirler. Türkiye’nin köklü ve güçlü yerli kültürü değişimin başıboş gitmesine izin vermeyecek şekilde direnme gücünü muhafaza etmektedir, ancak bu kültürün şimdiki haliyle yetersiz olduğu da genel kabul görmektedir. Tartışma ise, bu kültürün hangi unsurlarının korunacağı ve hangi unsurlarının dışarıdan alınacağı üzerinedir. Tartışmayı sağlıklı bir zemine oturtabilmek için önce “… bu konularda bizim irademizin ne kadar geçerli olduğunu bilmemiz gerekiyor. Hangi tip değişmeye ne ölçüde müdahale edebiliriz?” sorusuna cevap aranmalıdır. Bunun için sosyal bilimlerin bilgi ve yöntemleriyle konu, objektif bir şekilde araştırılmalıdır.
Gökalp’in yanılgısı
Güngör, konuyu incelemeye Ziya Gökalp’ten beri tartışıla gelen kültür-medeniyet ayrımından başlamaktadır. Güngör “Batı’yı bütünüyle almak” veya “ilim ve tekniğini alır, kültür değerlerini ve âdetlerini almayız” şeklinde ayrılanların aslında mevcut olmayan bir problemi tartıştıklarına, bunların teknolojik modernleşmeyi “kafeste keklik” saymalarının yanlış bir zan olduğuna işaret etmektedir. Modern teknolojinin gelecekte millî kültürde yaratacağı tahribatı önlemek yerine, teknolojinin en kısa zamanda ve en az maliyetle aktarılması gerektiğini kaydeden Güngör, Türkiye’deki sosyal ve kültürel sıkıntıların kaynağının teknoloji olmadığına dikkat çekerek “Tersine, modern teknoloji gelmediği halde, millî kültürden pek çok şey gidebilmiştir” demektedir. Batı medeniyetini sansür veya kontrol etmek gibi mümkün olmayan bir şeye gayret etmek yerine, sağlam bir millî kültür kurulmasının yollarını aramak gerekmektedir. Batı veya herhangi bir yabancı ülke ile girilen yakın ilişkiler sonucunda istenilen şeyler yanında istenmeyen unsurlar da ülkeye gelebilecektir. Nelerin iyi, nelerin kötü olduğunun kararlaştırılması ister istemez antidemokratik ve gayri ilmî yolları getirecektir. Bunun yerine yerli kültürün güçlendirilmesi gerekir.
Türkiye’nin talihsizliği, millî kültürün Batı medeniyetiyle alışverişinden ziyade, içeriden inkılâpçılık adına tahrip edilmesidir. İnkılapçılar bu tahribatı, teknolojik gelişmeye bir hazırlık amacıyla yapmışlarsa da, teknolojik gelişme konusunda inkılapçılar ne Cumhuriyet öncesi ne de kendilerinden sonra gelenler kadar başarılı olamamışlardır. Zaten Cumhuriyet inkılâpçılarının Avrupa medeniyetinden anladıkları “laiklik ve pozitivist düşünce”den ibarettir. “Teknolojik medeniyetin” Türkiye’ye büyük bir hızla girişi 2. Dünya Savaşı sonrasında başlamıştır. Bu yıllarda birkaç büyük iktisadî devlet teşekkülü kurulmuştur. Teknolojik değişimi, bunlarla birlikte, belki de daha ziyade bunların dışında gerçekleştirmiş olan kadrolar, ‘Avrupacı’ tiplerden çok yerli tiplerden oluşmaktadır. Türkiye’de muhafazakâr kesimin ihtirasla sanayileşmeyi istemeleri bazı çevreleri şaşırtmaktadır. Gerçekten sanayileşmenin tedirgin ettiği bazı zümrelerin, özellikle büyük sermaye karşısında tutunamayan esnaf ve zanaatkârların, muhafazakâr siyasî hareketlere katıldıkları doğrudur, “ancak muhafazakârlık ile sanayileşmenin birbirine zıt istikametleri temsil ettiği söylenemez.” Güngör, Cumhuriyet inkılâpları ile merkezin dışında kalan muhafazakârların, sanayileşme marifetiyle toplumsal ilişkiler ağını ve hiyerarşiyi değiştirmek istediğini iddia etmektedir.
Milli kültürün oluşumu
Erol Güngör’ün çalışmalarındaki asıl tema çağdaş bir Türk millî kültürünün yaratılmasıdır. Bu bakımdan hocası Mümtaz Turhan gibi mecburî kültür değişmeleri yerine serbest kültür değişmeleri marifetiyle gerçekleşecek bir kültür değişmesinde millî kültürün avantajlı çıkacağını düşünmektedir. Hâlbuki Türkiye, devlet tarafından uygulanan mecburi kültür değişmeleri yüzünden büyük bir kültür sarsıntısı geçirmiş ve kargaşa yaşamıştır. Bugün Türkiye’de bir “Türk kültürü” teşekkül etmiş değildir. Gerçi Türk milletinin büyük çoğunluğunun içinde olduğu “gelenekli bir halk kültürümüz” vardır, ancak bunun dışında yazılı kültür alanında Türkiye bir “yamalı bohça”ya benzemektedir: “Türkiye bu haliyle gevşek bir ‘kabileler federasyonu’ manzarası arzetmektedir. Gelenekleri, hayat tarzları, dünya görüşleri ve idealleri ile birbirinden ayrı, yan yana yaşayan kültür kabileleri.”
Güngör, Türk milliyetçiliği içinde Gökalp-Turhan geleneğini devam ettiren ve bu geleneği daha demokratik, İslam ve Osmanlı kültürüyle daha barışık bir şekilde muhafazakâr ve liberal renklerle yeniden kuran bir isimdir. Gökalp-Turhan geleneğini devam ettirdiği gibi, mesela Gökalp’in anti-Osmanlı ve siyasete bağımlı düşüncelerini eleştirirken, Turhan’dan da pozitivist bilim anlayışından uzak olmasıyla ve İslam kültürünün daha içinden konuşmasıyla ayrılır. Türkiye ve dünyadaki İslamî uyanışı erken dönemde değerlendirerek bunun heyecanının siyasî kanallara değil, yeni bir medeniyeti hazırlayacak ilim, kültür ve sanat kanallarına akmasını arzulamaktadır. 70’li yılların iç savaş ortamında kitleselleşen MHP tarafından, sosyal değişme ve Gökalp ile ilgili farklı görüşleri yüzünden tecrit edilmiştir. Güngör, hocası Turhan’ın aksine, hızlı sanayileşmeden korkmamakta, sanayileşmenin Türkiye’de mecburî kültür değişmelerini dayatan bürokrasinin gücünü kıracağını tahmin etmektedir. Türkiye, bu şekilde demokratik bir ortamda, sosyal bilimlerin yardımı ve serbest kültür değişmesi yoluyla çağdaş bir Türk millî kültürü yaratabilecektir.
Star-Açıkgörüş, 13.12.2010