Bir yıl arayla yapılan iki genel seçimin ilkinde merkezî hükümeti ve parlamento üyelerini, ikincisinde mahalli idareleri belirledik. Peşpeşe denebilecek kadar kısa fasılayla yapıldığı halde bu iki seçim birbirinden o kadar farklı sonuçlar verdi ki şu günlerde hemen herkes seçmenin ne mesaj verdiğini anlamaya çalışıyor.
Seçmen diye kollektif bir varlık elbette yok. Birbirinden bağımsız ve habersiz hareket eden milyonlarca kişinin verdiği oyların bir potada toplanmasıyla bir dağılım ortaya çıkıyor. Seçmenin ne demek istediği üzerinde fikir yürütenlerin yapmaya çalıştığı, seçmen tercihlerindeki değişimin sebeplerini inceleyip yorumlamaktan ibaret.
2023 Mayıs seçimlerine giderken şartlar hükümetin son derece aleyhineydi. Peşpeşe yaşanan iki büyük depremin yarattığı infiale, Erdoğan’ın düşük faiz takıntısının yol açtığı yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı da eklenince seçimlerde hükümetin büyük bir hezimet yaşamasına neredeyse kesin gözüyle bakılıyordu. Muhalefet açısından şartlar o kadar elverişliydi ki, Kılıçdaroğlu daha evvel başkalarını aday gösterdiği cumhurbaşkanlığına bu defa kendisi aday oldu. Ne var ki seçim sonuçları muhalefet adına tam bir hayal kırıklığı idi: Cumhur ittifakı meclis çoğunluğunu almış, Erdoğan bu defa ikinci turda da olsa yine kazanmıştı.
Kılıçdaroğlu’nun seçim mağlubiyetiyle ilgili tezi belliydi: Anadolu insanı sadece TRT izlediği için dünya ve ülke gerçeklerinden bîhaber yaşıyor, hükümetten gelen yardımlar sayesinde geçim sıkıntısı da çekmiyordu. Oylarını bu yüzden AKP’ye vermişlerdi. 2023 Mayısında AKP’ye oy verenler üç beş kuruşa oyunu satan, kolayca kandırılabilen bir cahiller sürüsüydü, yani. Aynı sürü on ay içinde aydınlanmış, dünyayı ve ülke gündemini farklı kanallardan takip etmeye başlamış ve hükümetten gelen sosyal yardıma tenezzül etmeyecek kadar zenginleşmiş olacak ki 31 Mart’ta oyunu CHP’ye verdi.
Elbette böyle olmadı. Seçmene ve ferasetine güvenirim ben. Sandıktan çıkan sonucu sorgulamam, anlamaya ve yorumlamaya çalışırım. Bu yazının amacı da bu, zaten.
Bana göre seçmenin geçen seneki tercihini Altılı Masa’nın sağlamlığına, uyumuna ve ülkeyi yönetme kapasitesine duyduğu şüphe belirlemişti. Altılı Masa bir arada durması, uyum içinde çalışması zor görünen, seçmene güven telkin etmeyen suni bir oluşumdu. Erdoğan düşmanlığı dışında çok az ortak paydası vardı. Seçmen, 2023 Mayısında böylesi bir yamalı bohça koalisyonuna geçit vermedi.
31 Mart’a giderken durum farklıydı. Erdoğan’ın şahsı değil, belediye başkanları oylanıyordu. Seçilecek kişiye ülkenin kaderi değil, bir beldenin veya şehrin yönetimi emanet edilecekti. Halen pek çok şehir veya beldenin yönetimi muhalefet partilerinin elinde olduğuna göre, bunların sayısını biraz artırmak ‘endişeli muhafazakârlar’ın göze alamayacağı bir risk değildi. Bütün bunlar hükümetin genel politikalarından ve hayat pahalılığından şikâyetçi muhafazakâr seçmene, kazanılmış haklarını kaybetme endişesi taşımadan muhalefet partilerini destekleyebileceği bir alan açtı. Önceki seçimlerde Ak Parti’ye oy veren seçmenlerin bir kısmı bu yolu seçti, bir kısmı ise oy kullanmaya gitmedi. Hal böyle olunca, sandığa asılan muhalif seçmenin oyu belirleyici oldu.
Ak Parti’den kopan oyların önemli bir bölümü Yeniden Refah Partisi’ne (YRP) gitti. Koyu-muhafazakâr tutumuyla Yeniden Refah, Ak Parti kadar büyüyüp bir merkez partisi olamayacak muhtemelen; lâkin Ak Parti küskünlerinin oylarını önümüzdeki dönemde de çekmeye devam edecek. Burada esas soru şu: Ak Parti’ye kızgın yahut küskün seçmenler Saadet, DEVA veya Gelecek partileri dururken neden YRP’e yöneldi?
Bu sorunun cevabını, bu üç partinin yakın denebilecek bir zamana kadar CHP ile ittifak içinde olmalarında aramak gerekiyor. Erdoğan düşmanlığı, bu partileri yanlış bir ittifakta birleştirdi. Tek parti rejiminin ve 28 Şubat’ın din düşmanlığına varan uygulamaları bu üç partinin yaslandığı sosyolojik tabanın hâlâ hafızasında. MHP’nin DEM Partiyle ittifaka girmesine ülkücü camia hangi gözle bakarsa Saadet, DEVA ve Gelecek Partilerinin CHP ile aynı ittifakta yer almasına mütedeyyin kitleler de o gözle bakar. Bu partilerle CHP arasında gönüllü bir ittifak değil sadece diyalog, meclis aritmetiğinin gerektirdiği zamanlarda ise ilkeli bir koalisyon kurulabilir. Aksini zorlamak, bu üç partinin kendi seçmeniyle inatlaşması demek. Demokratik rejimlerde seçmenle inatlaşan partiler başarıya ulaşamaz. Millet İttifakı’na dâhil olduğundan beri Saadet Partisi’nin oylarında gözlenen erime bunu teyid eder nitelikte.
Seçmenlerinin büyük bir kısmını eski ittifak ortağı CHP’ye kaptıran İyi Parti de bu seçimden umduğunu bulamayanlardan. Tanıdığım İyi Partililerin neredeyse tamamı CHP’ye oy vermiş. Erdoğan’a karşı kazanılan bu zaferden öylesine mestaneler ki, eski partilerine dönmeyi kesinlikle düşünmüyorlar. Son bir yıldır çizdiği zikzaklarla büyüme ve geniş kitlelere ulaşma potansiyelini büyük ölçüde kaybeden İyi Parti’yi önümüzdeki dönemde zor günler bekliyor. Bu partinin siyasetteki misyonu, şehirli-seküler milliyetçileri MHP’den CHP’ye taşımaktı belki de. Eğer öyleyse, görev büyük ölçüde tamamlandı.
Gelelim siyasetin iki büyük aktörüne… Ak Parti’nin oy kaybının başlıca sebebinin ekonomideki başarısızlık olduğu ortada. Yükselişe geçen soğan ve patates fiyatlarına çare olarak 2019 seçimleri öncesinde başlattığı tanzim satışlar ve kooperatif marketler ne bu ürünlerin fiyatını geriletebildi ne de hayat pahalılığına çare oldu. Bunun üzerine hükümet, ekonomiye daha fazla müdahale etmesi gerektiği zehabına kapılarak vatandaşın alım gücünü artırmak için ucuz kredi kullandırmak, kamu kadrolarını şişirmek, asgari ücrette ve memur maaşlarında fahiş artış, erken emeklilik, karşılıksız (transfer) harcamalarda gaza basma, stok, fiyat ve kira kontrolü gibi hatalı pek çok uygulama ile piyasaya adeta savaş açtı, idari karar ve tedbirlerle ekonomiye ayar vermeye kalktı.
Bütün bu müdahaleler vaziyeti daha da kötüleştirmekten başka bir işe yaramadı. 2024 Türkiyesinde yaşayanlar, 2019 Türkiyesindekilerden ne daha mutlu ne de daha müreffeh. Ekonomideki sorunların bir kısmı yurt dışı kaynaklı olsa da, büyük kısmı hükümetin yanlış ve popülist politikalarının sonucu. Teşhis doğru konulmalı ki çözüm yanlış yerde aranmasın. 31 Mart’ın muhasebesini çıkarırken ‘Emeklilere zam yapsaydık bu seçimi alırdık’ diyen partililere en büyük seçim zaferlerinin kamu kaynaklarını saçıp savururken değil, Erdoğan’ın gençlere “ekmeğini devlet kapısında değil, piyasada ara” diye seslendiği dönemde alındığı hatırlatılmalı. Daha fazla devlet müdahalesi ve daha çok popülizm sorunları daha da ağırlaştırır.
Seçimin en büyük sürprizi ve tartışmasız galibi hemen her yerde oyunu artıran CHP… Muhalif oyların neredeyse tamamını kendinde toplayan CHP’nin yükselişinde daha geniş kitlelere ulaşmak için son birkaç yıldır gösterdiği çaba yanında, DEM Parti ile yaptığı işbirliğinin ve hükümet politikalarından duyulan genel memnuniyetsizliğin de payı var. Bu bir genel seçim olsaydı CHP aynı oyu alamazdı. Ancak bu durum, CHP’nin 31 Mart’taki seçim başarısını hiçbir şekilde gölgelemez. Bir sonraki seçime kadar Türkiye’nin en büyük partisi CHP. Bu büyüklük, ona birtakım sorumluluklar da yüklüyor. Hırçın değil etkin, yıkıcı değil yapıcı bir muhalefet sergilemeli, alçakgönüllü olmalı, her seviyedeki partililer daha yumuşak ve kapsayıcı bir dil kullanmalı, mahallî idarelerde kazanılan bu başarıyı genel seçimlere taşımak için çok çalışmalı.
CHP’nin aldığı bu galibiyet, muhalif kesimde çok büyük bir rahatlamaya yol açtı. Bu rahatlamayı önemsiyorum. Demokratik mekanizmaların işlediğini, sandık marifetiyle iktidarın değişebildiğini hep birlikte bir kez daha gördük ve tüm dünyaya gösterdik. Rusya, Suriye ve Mısır’da olduğu gibi Türkiye’de de sandıkların göstermelik olarak kurulduğu ve seçimlerin sonuç doğurmadığı yolunda dünyaya servis edilen yalan haberler bundan daha iyi tekzip edilemezdi.
Hangi partiden olursa olsun, seçilen belediye başkanlarını tebrik ediyor, başarılar diliyorum.