Önümüzdeki yirmi günde patlayacak yüksek şiddette yeni bombalar siyasetin zeminini hepten tahrip etmezse, 30 Mart seçimlerinden üç aşağı beş yukarı ne sonuç çıkacağını kestirebiliyoruz artık. Yüksek şiddette diyorum çünkü şimdiye kadar patlayanlardan daha hafif bombaların pek de etki yaratmayacağı bir ruh hali içinde toplum. Bir nevi kanıksama yaşanıyor. Aşırı yüklenme hali, bıkkınlık hali… Tabii bir de yolsuzlukların araçsallaştırılmasına ve kasetler üzerinden siyaset dizaynı çabalarına bir tepki olarak kafayı başka tarafa çevirme tavrı…
Dolayısıyla, şu anda benim asıl ilgilendiğim şey 30 Mart sonrası dönem. Endişeyle, ürpertiyle beklediğim bir dönem bu.
Biliyoruz ki, operasyoncular en azından cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar durmayacaklar. Organize saldırılar devam edecek. Kasetlere ilave olarak Erdoğan’la Gül’ün arasını açmaya yönelik son kozlar oynanacak; Kürtler muhalefet safına çekilmeye çalışılacak; çözüm sürecinin tökezlemesi ve mümkünse çökmesi için eldeki bütün imkanlar harekete geçirilecek, uluslararası toplumdan tecrit için propagandaya hız verilecek, vs… İşin kötüsü, karşı tarafın sistematik taarruzu, Erdoğan’ın da bugünkü sertliğini sürdürmesine; olağanüstü koşullara has olağanüstü bir yönetim şeklini kendisine hak olarak görmesine; bu da otoriterleşme tablosunun daha da ağırlaşmasına sebep olacak…
Bu tansiyona uzun süre dayanılamaz
Oysa bu tablo Türkiye’nin bir altı ay daha taşıyabileceği bir tablo değil. Otonom yapının ne yapacağını kontrol edemeyiz. Ama onlar ne yaparsa yapsın, AK Parti’nin tutumunu değiştirmesi ve 30 Mart seçimleri ertesinde yeni bir sayfa açması gerekiyor. Önce kendini toparlaması, toplumdaki tansiyonu düşürmek için daha serinkanlı bir üslup tutturması, savaş terminolojisi ile konuşmayı bırakması yapması gereken ilk şey belki de… Ardından, ne yapıp edip toplumu yolsuzlukların hasıraltı edilmeyeceğine inandırmak, yargının işleyişinin bir an önce normalleşmesi için gereken adımları hızla atmak zorunda.
Hükümetin devlet içindeki illegal ağın tasfiyesi gibi hayati bir görevi olduğunu kimse inkar etmiyor. Ama bunun da savaş mantığı içinde değil, hukuk mantığı içinde yapılması şart. Ortalığı birbirine katarak, toplumsal kutuplaşmayı daha da keskinleştirerek, toplu kıyım harekatı şeklinde değil; inandırıcı bir deşifre süreciyle paralel bir biçimde toplumu ikna ede ede sürdürülmesi gerekiyor.
Yeni bir başlangıç
Ama bütün bunlar sadece başlangıç olmalı. Yapılması gereken asıl şey, hiç vakit kaybetmeden yeni demokrasi atılımlarına girişmek: Mutlaka ama mutlaka daha saydam ve denetlenebilir bir yönetim mekanizması kurmak, yargıda geçmiş dönemde yapılan hataları temizlemek ve mağduriyetleri giderecek adımları atmak, kendine göbekten bağlı bir basın yaratma sevdasından vazgeçip basını özgür bırakmak, Avrupa Birliği ile ilişkileri daha sıkı tutmak, çözüm sürecini sürüncemeden kurtarmak ve atılması gereken son adımları da cesaretle atıp Kürt sorununu tarihe gömmek, laik kesimin korkularını ve küskünlüklerini gidermek, yaşam tarzlarının güvence altında olduğuna ve dışlanmayacaklarına inandırmak için bir şeyler yapmak, Alevi talepleri ile ilgili“Çalıştaylar Dönemi”ni artık bitirip icraata geçmek ve ne yapıp edip şu “tek adam” tablosunu değiştirmek…
Tolerans eşiğini fazla zorlamayın
Sanıyorum AK Parti geçtiğimiz üç ay içinde kendini destekleyen kitlelerin tolerans eşiğini oldukça zorladı. 2002’den beri yaptığı tarihi işlerin, 12 yıllık arı gibi çalışmayla Türkiye’nin çehresini değiştirmenin yüzü suyu hürmetine gösterildi bu tolerans. Ama ben bu toplumun daha fazla hata kaldıramayacağını düşünüyorum. Artık toparlanmanın ve bu toleransın kıymetini bilerek yeniden eski reformcu çizgiye dönmenin zamanıdır.
Korkarım ki, 30 Mart böyle bir dönemin başlangıcı olmazsa, bir başka dönemin başlangıcı olur. 21. yüzyılın ilk yıllarının parlayan yıldızı olan bu hareket 2023’ü göremeden ufalanır, kayar gider…
Bu yazı Bugün Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.