29 Şubat’a nasıl vardık?

Dün 28 Şubat idi. Hem de sadece “lafzi” değil, aynı zamanda “mecazi” mânâda…

Bir başka deyişle, 28 Şubat darbesi denen karanlık süreç, tarih perspektifiyle bakıldığında “dün” denecek kadar yakındır.

Bu darbeyi öncekilerden ayıran ve daha da rezil kılan ise, sadece bir siyasi iktidarı değil, tüm bir toplumsal kesimi hedef almasıdır. Bütün “vatan sathı” savaş alanına çevrilerek onbinlerce mağdur üretilmiş, namlunun ucundaki muhafazakarların haklarını cesaretle savunan bir avuç liberal de aynı hayasız saldırıdan payını almıştır.

İşin trajik yanı ise, o zamanlar 28 Şubat’ı histeri içinde alkışlamış olan kesimlerde, bugün halen kayda değer bir öz eleştiri olmaması, itiraf yerine sessizliğin hüküm sürmesidir. Çünkü, kanımca, bu kesimlerin ideolojisi pek değişmemiş, sadece güçleri azalmıştır.

Söz konusu ideolojiyi çürütmek için, oturup ciltler dolusu “gayrı resmi tarih” anlatmak ve sonra da dev bir “siyasi değer” tartışması yapmak gerekir. Ama tüm bunlar yapılsa bile (ki yapılıyor), karşı taraf, muhtemelen, duyduğu her şeyi hainlerin, emperyalistlerin, “Sorosçuların” filan yalanları sayacak, bir de üzerine sinkaflı küfürler savuracaktır.

Yani galiba bir zaman kaybıdır 28 Şubat’ın ideolojisini çürütmeye çalışmak.

Bu totaliter ideolojiyle yıkanan beyinler, herhangi bir rasyonaliteye kapı açamaya-cak kadar tahrip olmuştur.

Musibetten nasihat mi?

Ancak, 28 Şubat’ı mazur görenlerin aklında biraz daha “rasyonel” duran bir argüman var ki, bunu tartışmakta fayda var.

Bu, özetle, “28 Şubat olmasa, AK Parti de olmazdı” argümanı.

Bunu savunanlar, kör-kütük demokrasi düşmanı değiller. “Milli Görüş gömleğini” çıkaran AK Parti’nin Türkiye’de gerçekleştirdiği büyük reformları teslim ve takdir ediyorlar. Ancak bu dönüşümde “asker sopası”nın da olumlu rol oynadığını düşünüyorlar. Refah Partisi’nin keskin, ütopik, Batı-karşıtı ideolojisinin 28 Şubat sayesinde kırıldığını, “İslamcılık”tan “muhafazakar demokratlığa” giden yolun böyle açıldığını düşünüyorlar.

Bu argüman, açıkçası, ilk bakışta yabana atılır gibi de değil. Çünkü sonradan AK Parti’yi oluşturacak olan “yenilikçi” Milli Görüş kadrolarının 28 Şubat “musibetinden” bir “nasihat” çıkardığı ortada.

Ancak bu ilk bakışa hemen aldanmamak ve biraz geriye çekilip şu soruyu sormak lazım:

İyi de, Milli Görüş hareketi nasıl ortaya çıkmıştı ki? Bu harekette görülen içe kapanmacı, reaksiyoner, ütopik ve kimi zaman da öfkeli dil nasıl gelişmişti?

İki darbe sonrasında

Ben, Türk siyasi tarihine baktığımda, bu sorunun cevabının da yine 28 Şubat öncülü darbelerde yattığını görüyorum. Özellikle de 1925 (Takrir-i Sükun) ve 1960 (27 Mayıs) darbelerinde.

Kemalist ideolojiyi dayatmak için düzenlenen bu iki darbenin de hedefi, kabaca “merkez sağ” dediğimiz gelenekti: Birincisi Kazım Karabekir’in Terakkiperver Fırkası’nı, ikincisi de Adnan Menderes’in Demokrat Partisi’ni yok etti.

Oysa, eğer bu partiler yaşasaydı, temsil ettikleri siyasi gelenek, muhtemelen, toplumdaki İslami duyarlılıkları kucaklayarak “merkeze” taşıyıp yumuşatacaktı. Muhafazakarlar, “öz yurdunda garip, öz vatanında parya” haline gelmedikleri için, “kininin davacısı bir gençlik” aramayacaklardı. Daha dünyaya açık, daha şehirli, daha rafine, daha ılımlı olacaklardı.

Özetle, Cumhuriyet rejiminin laik dipçikleri, Türkiye’nin dindarlarını döve döve yumuşatmamış, aksine sertleştirmiştir.

AK Parti’nin ancak 2000’lerde formüle edeceği “muhafazakar demokrat” sentez, darbeler yoluyla hızlandırılmamış, aksine geciktirilmiştir.

Ve Türkiye, 29 Şubat’a, 28 Şubat sayesinde değil, ona rağmen varmıştır.


Bugün, 29.02.2012

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et