28 Şubat 1997’de başlayan süreci yaşamamış olanlar, bu sürecin 15. yılında yazılıp söylenenlere bakarak, herkesin o zaman askerlerin yaptığı müdahaleye karşı kahramanca direndiğini düşünebilir. O süreçte küçük yaşta olan gençlerin öğrenmesi için yazıyorum. Asla böyle bir şey olmadı.
28 Şubat’ın arkasında halkın oyuyla iktidara gelemeyen siyasi partiler, üniversiteler, yüksek yargı organları, işçi ve işveren sendikaları vardı. Türk-İş, DİSK, TİSK, TESK, TOBB askeri müdahaleye destek için “beşli çete”yi oluşturmuşlardı. Yüksek bürokratlar, medya mensupları, üniversite öğretim üyeleri, savcılar ve yargıçlar Genelkurmayın brifinglerine koşa koşa gitmişler, generaller girerken ve çıkarken ayağa kalkarak alkışlamışlardı. Gazeteler ve televizyonlar her gün Çevik Bir’in, Erol Özkasnak’ın, İsmail Hakkı Karadayı’nın, Güven Erkaya’nın, Doğu Aktolga’nın, Osman Özbek’in beyanatlarını yayınlıyordu. Askerler arasında hiyerarşi de kalmamıştı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel “hükümetlerin geçici olduğunu, kalıcı ve önemli olanın MGK” olduğunu söylüyordu.
İktidar Aciz
Aslında Başbakan Erbakan askerlerle iyi geçinmek için yapılması gereken her şeyi yapmıştı. Hükümete geldiğinde ilk yaptığı işlerden biri, kamu personeli arsındaki dengeyi altüst etme pahasına askerlerin maaşına olağandışı zam yapmak oldu.
Başbakan sık sık,“Ordu peygamber ocağıdır”, “Genelkurmay ne yaparsa en iyisini yapar”, “Hükümet olarak her zaman ordumuzun tam hizmetindeyiz” diye beyanatlar veriyordu. Başbakan Erbakan,“MGK’da kararları TSK’yla uyum içinde aldık” diye bir beyanat verince, Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak, “TSK Atatürk’ün kurduğu laik Cumhuriyetin temel ilkelerini bayata geçirmeye inananlar ve buna gönül verenlerle uyum içindedir. Bunlar, dışında kimseyle uyum içinde değildir” diye anında cevabını verdi.
Hükümetin Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan, “Devletimiz TSK’nın emrine tahsislidir” diyerek askerlerden iyi not almaya çalışıyordu.
DYP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Gölhan, Org. Çevik Bir’e destek için, “Bir, yasalar çerçevesinde Türk Silahlı Kuvvetlerine verilen görevleri dile getirmiştir. Türkiye’de her zaman Silahlı Kuvvetlerimiz rejimin, cumhuriyetin, Atatürk ilke ve inkılaplarının koruyucusu bekçisidir” diyerek Sincan’da yürüyen tanklarla yapılan “Balans ayarı”nı doğru buluyordu.
Generallerden biri basın toplantısı yaparak Başbakana hakaret etmiş, buna karşı iktidarın ortağı DYP’nin Genel Başkan Yardımcısı Necmettin Cevheri, “Demokrasilerde herkes konuşur. Askerler de düşüncelerini ifade edebilirler” diyerek eşi görülmemiş bir hoşgörü örneği göstermişti. Başbakan bu generalin cezalandırılmasını dert edinmemiş, daha sonra bu general ilk YAS toplantısında terfi ettirilmişti.
Askerler, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanını, ordu içinde darbe istihbaratı yaptığı gerekçesiyle, saçını tıraş ederek askeri mahkemede yargıladılar. Ne İçişleri Bakanı Meral Akşener, ne de Başbakan, İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu’na sahip çıktı.
Erbakan-Çiller hükümetinin başardığı en önemli işlerden biri de “Başbakanlık Kriz Yönetim Kurulu” kurup, “Başbakan tarafından MGK Genel Sekreterine, bakanlıkları, kamu dairelerini ve yerel yönetimleri denetleme yetkisi veren” kararlar alması olmuştur. Daha sonra askerler bu karara dayanarak sivil yönetimleri denetlemeye, siviller hakkında istihbarat toplamaya başlamışlardır.
Erbakan ve Çiller, MGK’da generallerin baskısıyla alınan kararlara karşı direnmeyi denedilerse de yanlarında pek kimseyi bulamadılar, iktidarlarını sürdürme gayretiyle, MGK kararlarının “virgülüne kadar uygulanacağını” söylemekten başka çareleri kalmamıştı.
28 Şubatçıların baskıları sonucu Erbakan-Çiller hükümeti düşürülmesiydi Türkiye’de değişen bir şey olmayacaktı Muhtemelen askerlerin güdümünde kukla bir hükümet olacaktı. Erbakan ve Çiller buna çoktan razı idiler.
Muhalefet Fırsatçı
28 Şubat’ta en kötü imtihanı BBP dışında zamanın muhalefet partileri, ANAP, CHP, DSP ve MHP verdi. MGK’nın hükümete müdahalesini büyük bir coşku ile karşıladılar. Baykal, Ecevit, Cindoruk, Yılmaz Müdahaleden rahatsız oluyormuş rolü yapmaya bile gerek görmeden, askerlere tam destek verdiler.
Org. Çevik Bir “Demokrasiye balans ayarı yaptık” dediğinde, CHP Genel Sekreter Yardımcısı Haydar Oymak “Demokratik laik, sosyal hukuk devleti ilkesine tüm kurumların sahip çıkması gerekir. Bir de Türkiye Cumhuriyetinin en önemli kurumlarından birinin mensubu. O nedenle yaklaşımı, çok doğal, çok normal bir yaklaşımdır”, MHP lideri Alparslan Türkeş “Gayet güzel bir demeç vermiş. Türk Silahlı Kuvvetleri cumhuriyetin ve Atatürkçülüğün her zaman bekçisi olmuştur, o kutsal görevi devam ettirecektir”, ANAP Genel Başkan Yardımcısı Ali Kemal Başaran “Bir, ülkenin birlik ve bütünlüğüne bağlı değerli bir komutandır” diyerek destek veriyorlardı.
28 Şubat müdahalesi sürecinde Parlamento da çok kötü bir imtihan verdi. Bir ara Başbakan konuyu Meclis’e getirmek istedi. Meclis Başkanı Mustafa Kalemli buna şiddetle karşı çıktı.
Millet Meclisinde bulunan parti grupları da millet iradesine yapılan müdahalelere aldırmadılar, hiç biri olayı Meclis’e getirmedi. Yalnızca bir kaç arkadaşıyla birlikte Muhsin Yazıcıoğlu’nun sesi çıkıyordu.
Meclisteki politikacıların teslimiyetine karşın, Meclis dışından 28 Şubatçılara karşı direnen insanlar da vardı. Hasan Celal Güzel darbecilere karşı direncin sembol ismi idi. Besim Tibuk da 28 Şubatçılara kafa tutanların başında geliyordu; LDP o zaman kemalizmi değil demokrasiyi savunuyordu. Benim tanıdığım liberaller içinde darbecilere boyun eğen yoktu. Sol kesimden 28 Şubat’a karşı çıkanlar çok azdı; mesela bunlardan Hüseyin Ergün’ü hatırlıyorum. Yine bugün demokrasiyi savunan yazarlardan bir çoğu o gün de askerlere karşı dik durmasını bilmişlerdi; bunlarda Yavuz Gökmen’i burada rahmetle anmak isterim.
Şimdi, olaydan 15 yıl sonra, RP’li, DYP’li politikacılar esas duruşta evet dedikleri her şeyin tersini iddia etmeye başladılar. MGK toplantılarında hiçbir şeye itiraz etmeyenler, MGK kararlarını hükümette tartışmadan kabul edenler, “virgülüne kadar uygulanacaktır” diyenler sanki kendileri değilmiş gibi Amerika’yı, İsrail’i, Çevik Bir’i, Erol Özkasnak’ı suçlayarak konuşuyorlar.
28 Şubatçıların desteğiyle iktidar olan veya baskılara boyun eğip iktidarı bırakıp giden siyasetçilerden bazıları bugün hiç bir özeleştiri yapmadan televizyonlara çıkarak konuşuyorlar. Şevket Kazan’lar, Oğuzhan Asiltürk’ler, kendi yanlışlarından hiç söz etmeden, hala Amerika’yı, İsrail’i suçlayarak siyaset yapmaya çalışıyorlar.
Bu süreçte Türk halkı adeta olayların pasif seyircisiydi. Sincan’da demokrasiye balans ayarı yapan tankları sessizce seyretti, sokaklara dökülüp protesto gösterileri yapmadı… Türk halkı, kendilerine yapılan aşağılamaya en ufak bir direnç göstermeyen seçtiği politikacılara sahip çıkmadı. Türk halkı 2002 seçimlerini bekledi. Bu seçimde dünya demokrasi tarihine geçecek bir olay oldu: 28 Şubat sürecinde parlamentoda bulunan, iktidarıyla muhalefetiyle bütün partiler Meclis dışı kaldılar.