Çarşamba, 25 Ağustos 2010 08:44
Bazı kesimler, 12 Eylül darbecileri hakkında yargısal denetim yolunu açan Anayasa değişikliğinin 12 Eylül 2010 günü halkoyuna sunulması neticesinde kabul edilmesi halinde darbenin üzerinden 30 yıl geçtiği için, zamanaşımı süresi dolduğu gerekçesiyle bu kişilerin yargılanmasının mümkün olmadığını ileri sürmektedir. Bu yazıda bu iddiayı tahlil etmeye çalışacağım.
Darbeciler, 12 Eylül 1980 günü anarşi, terör vb. gerekçelerle hukuki yetkilerinin dışına çıkarak demokratik Anayasal düzene son vermiştir. 12 Eylül öncesi dönemde de, Türkiye’nin büyük bir kesiminde sıkıyönetim vasıtası ile askeri önlemlerin ön planda olduğu bir yönetim söz konusu idi. Yani anarşinin önlenmesi konusunda inisiyatif büyük oranda askeri kesimin elindeydi. Bu dönemde görev yapan üst düzey komutanlardan birinin beyanına göre, darbeciler, görevlerini ihmal etmek suretiyle, darbe ortamının olgunlaşması için, terörün önlenmesi konusunda ihmalkâr davranarak daha fazla kişilerin ölmesini beklemiş, darbenin yapılması için yeter sayıda kişi öldükten ve ülke yeter düzeyde karıştıktan sonra da, yönetimi ele geçirerek anarşik hadiseleri bıçakla keser gibi kısa sürede kesmiştir. Burada iki türlü suç söz konusudur: (1) Darbenin olgunlaşması için gerekli önlemler yeterince alınmamış; bu yolla kamusal düzen ve barış bozulmuş, çoğu kişiler ölmüştür. Burada anarşik hadiseleri çıkaranlar, bu yolla çoğu masum kişileri öldürenler ile bu fiillerin işlenmesine müsamahakâr davrananlar, bu fiillerden iştirak halinde sorumludurlar. (2) Bilinçli bir şekilde ihmalkâr davranarak suç işlemek suretiyle darbe zemininin olgunlaşması için aktif rol alan darbeciler, kendilerinin de kısmen katkıda bulundukları bu ortamdan faydalanarak, hukuka aykırı bir şekilde demokratik Anayasal düzene son vermişlerdir. Bunların her birisi başlı başına birer suç oldukları gibi, bir de bu dönemde bazı kişilere çok ağır işkenceler yapılmış, çoğu kişiler haksız bir şekilde çeşitli haklarından mahrum bırakılmıştır. Daha sonra 1982 Anayasası’nı, tek yönlü propagandalar vasıtasıyla halkın gözünü kapatarak plebisiter bir yöntemle halka oylatıp kabul ettiren darbeciler, Anayasa’ya (Geçici 15. md.) koymuş olduğu bir hükümle 12 Eylül yöneticilerinin işlemiş oldukları suçlar sebebiyle yargılanmalarının yolunu hukuken kapatmış, bu kişiler hakkında dava aşma imkânı tamamen ortadan kaldırılmıştır.
Yargı Yolu Kapalı ise Zaman Aşımı Olmaz
Dava zamanaşımı, TCK’nın 66. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre zamanaşımı süreleri şu şekildedir: (a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda 30 yıl; (b) Müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda 25 yıl; (c) 20 yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasını gerektiren suçlarda 20 yıl; (d) 5 yıldan fazla ve 20 yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda 15 yıl; (e) 5 yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adlî para cezasını gerektiren suçlarda 8 yıl. Bu iddia sahiplerine göre işlenen en ağır suçlar için bile 12 Eylül 2010 günü 30 yıllık süre tamamlanmış olacağı için, dava zamanaşımı süresi dolmuş olacak; bu durumda bu kişiler hakkında dava açılamayacaktır.
Bu iddianın, gerek zamanaşımı kurumunun mahiyeti, gerekse hukuk devleti ve adalet anlayışı ile bağdaşırlığı bulunmamaktadır. Şöyle ki:
Hukukta bazı haklardan faydalanılması ya da bazı hukuki yolların işletilmesi, bunların belli bir süre içerisinde kullanılmaları halinde mümkün olmaktadır. Bu sürenin aşılması halinde artık o haktan yararlanılması ya da hukuki yolun işletilmesi imkânı ortadan kalkar. Burada kişilere süreleri kanunda belirtilen zaman dilimi içerisinde ilgili hakları kullanmaları konusunda yetki verilmekte ya da hukuki yolların işletilmesinin önü açılmış olmakta, kişilerin söz konusu yetkilerini bu süreler içerisinde kullanmamaları ya da hukuki yolun işletilmemesi hallerinde, artık bu yetkileri sona ermekte ya da söz konusu hukuki yolun işletilmesi imkânı ortadan kalkmaktadır. Zamanaşımı süresinin başlayabilmesi, her şeyden önce zamanaşımının mahiyetinin bir gereği olarak, bu haklardan hukuken yararlanabilme, söz konusu hukuki yolları işletebilme yollarının hukuken açık olmasına bağlıdır. Şayet zamanaşımına tabi bazı hukuki yollara başvurma kanalları Anayasal hükümlerle mutlak manada kapatılmışsa, bu dönem içerisinde zamanaşımı süresinin başlayarak işlediğini ileri sürmenin, zamanaşımı kurumunun mahiyet ve tabiatı ile bağdaşırlığı bulunmamaktadır. Çünkü zamanaşımı kurumu, hukuken kullanılabilir hak ya da işletilebilir hukuki yollar için söz konusudur. 12 Eylülcüler, önce bu dönemde en ağırından bazı suçları işliyorlar. Sonra bu suçların dava yoluyla takibini Anayasa’ya koydukları bir hükümle yasaklıyorlar. Hukuken dava açma yollarının tamamen kapalı olduğu 30 yıl geçtikten sonra da, bazı kişiler, “Efendim her ne kadar 12 Eylülcüler bu suçları işledi iseler de, aradan 30 yıl geçti; zamanaşımı süresi doldu; dolayısıyla hukuken yapılacak bir şey yoktur.” şeklinde bir düşünceyi ileri sürüyor. Bu düşüncenin hukuken kabul edilirliği yoktur. Bu iddianın haklı kabul edilmesi halinde, her bir kamusal güç sahibinin, önce bazı suçları işleyip, daha sonra bunlara karşı yargı yolunu kapatan kanunları çıkarması, dava zamanaşımı süreleri dolduktan sonra da sorumluluktan kurtulmaları yolu açılmış olacaktır ki, bu, tamamen hukuk dışı bir düşüncedir. Bu düşünce, en ağır suçları işleyen bazı kamusal güç sahipleri lehine suç işleme imtiyazı sağlanması ve dava zamanaşımı kurumunun suiistimal edilmesinin meşru kabul edilmesi neticesini doğuracaktır.
Bu düşünce, hukuk devleti ilkesi ile de mutlak manada çelişir. Hukuk devleti, her türlü işlem ve fiilleri hukuka uygun olan, her türlü işlem ve fiillerine karşı yargı yolu açık olan devlet demektir. Önce devlet adına çok sayıda suçları işleyip, sonra bunların yargılanması yolunu kapatıp, daha sonra da hukuki yolun kapalı olduğu belli bir süre geçtikten sonra, efendim zamanaşımı süresi doldu, bu kişiler hakkında dava açılamaz demenin, hukuk devletinin tabiatı ile bağdaşırlığı bulunmamaktadır.
Bu düşünce, adalet anlayışı ve insan haklarına saygılı devlet ilkeleri ile de çelişir. Bir hukuk devletinde temel ahlaki değerlerin en başında adalet gelmektedir. İnsanlar arası ilişkilerde sulh ve sükûnun sağlanması ve devletin devam ve bekası, adaletin varlığına bağlı bulunmaktadır. Adaletin en temel gereklerinden birisi de, suç işleyen kişilerin yargılanarak cezalandırılması, bu yolla suçtan zarar görenlerin acılarının hafifletilmesidir. Bir ülkede bazı kamusal güçler, Anayasal yetkileri dışına çıkarak demokratik anayasal düzene son verdikten, devlet adına bazı cinayetleri işleyerek, kişilerin en dokunulmaz alanı olan hayat ve vücut bütünlüğünü en ağır bir şekilde tahrip ettikten sonra, bu ağır hak ihlallerini gerçekleştirenler hakkında yargısal yolların kapatılmasının; yargısal yolların kapalı olduğu 30 yıl geçtikten sonra da, bu kişiler hakkında zamanaşımı süresinin dolduğunu ileri sürmenin adalet anlayışı ile bağdaşırlığı sıfırdır. Bu en ağır insan hakları ihlallerinin zamanaşımı bahanesi ile üzerinin örtülmeye çalışılması, insan haklarına saygılı devlet anlayışı ile de çelişir.
Referandum Darbecileri Yargılamak İçin Bir Fırsat
12 Eylül 2010 günü yapılacak halkoylamasında Anayasa değişikliği paketinin kabul edilmesi halinde, 12 Eylül yöneticileri hakkında yapılacak yargısal işlemler için zamanaşımı süresi, halkoylamasının yapıldığı günden itibaren işlemeye başlayacaktır. Bu tarihten sonra yapılacak suç duyuruları neticesinde Cumhuriyet savcılıkları tarafından zamanaşımı gerekçe gösterilerek takipsizlik kararının verilmesi ya da bu davaların mahkemeler tarafından aynı gerekçelerle reddolunması ya da beraat kararı verilmesi halinde, yapılan bu işlemler hukuki meşruiyetten yoksun olacaktır. Bu sebeplerle bu kişilerin gerekli yargısal işlemler yapılarak yargılanmaları gerekmektedir. Yapılacak bu yargılamalar, askeri bürokrasinin Anayasal yetkilerinin dışına çıkarak “demokratik Anayasal düzene son verme” şeklinde hukuk dışı yönelimler içerisine girmelerini önleyici yönde caydırıcı bir etki de meydana getirecektir.
Zaman, 25.08.2010