Yayın organları elbette belli bir siyasi çizgiye sahiptir ve doğru haberciliğe halel getirmemek kaydıyla bu siyasi çizgisini ortaya koyabilir. Ama seçime beş kala, bir ülkenin seçmenlerine “Şu partiye oy ver” diye çağrı yapmak kadar militan bir tutum, birtakım marjinal örgütlerin yayın organlarına yakışır da Economist gibi bir “ağır top“a hiç yakışmadı…
Evet; globalleşmenin politikada iç-dış ayrımını yok ettiğini biliyoruz. Ülkelerin kaderlerinin böylesine sıkı sıkıya birbirine bağlandığı bir dünyada herhangi bir ülke yönetimindeki bir değişikliğin -hele bu ülke Türkiye gibi önemli bir ülke olursa- diğer ülkelere iş ya da işsizlik, zenginlik ya da yoksulluk, demokrasi ya da antidemokrasi olarak geri döndüğü göz önüne alınırsa, Economist gibi Anglosakson çıkarlarının temsilcisi olan 1,5 milyon tirajlı bir yayının Türkiye’deki seçimler karşısında tarafsız kalması da beklenemezdi.
Sürpriz olan, tutumunun bu kadar militanca ve çiğ olması oldu.
Ne var ki aleni oy verme çağrısı yapmak ne kadar çiğ bir tutumsa, bu yayını uluslararası çete işi olarak lanse etmek de o kadar çiğ bir tutum olur.
Unutmayalım ki sözü edilen yayın organı başlangıcından itibaren AK Parti hareketini en iyi anlayan yayın organlarından biri oldu ve daha düne kadar AK Parti’nin uluslararası basındaki en kararlı destekleyicisiydi.
Peki o zaman, bu desteği verirken de “uluslararası çete AK Parti’nin arkasındaydı” mı diyeceğiz?
Ben ülkelerin iç politikalarının dışarılarda bir yerlerde dizayn edilip içeriye dikte edildiği şeklindeki bakışa hiçbir zaman prim vermedim. Uluslararası desteğin, uluslararası plandaki meşruiyetin rolü elbette önemlidir ama dikkatle incelersek, bu gücün çoğu zaman doğacak olan güneşe doğ demekten -ya da kazanacak ata oynamaktan- ileri gidemediğini görürüz. Kimi zaman akıntıya karşı durmaya çalıştıkları da olur. Ama böyle zamanlarda da çuvallarlar.
Tıpkı bu defa Economist’in çuvallayacak olması gibi…
X x x
Her neyse… Bence “Nasıl olur da böyle bir çağrı yapar” tartışmalarından daha önemlisi, “Neden böyle bir çağrı yaptı” sorusu üzerinde düşünmektir.
Economist neden AK Parti’den desteğini çekip CHP’ye yöneldi?
Sözünü ettiğimiz Anglosakson dünyasının siciline baktığımızda (sadece 12 Eylül’deki “Bizim çocuklar iktidarda” muhabbetini hatırlasak bile) Economist’in asıl derdinin “yönetimin otoriterleşmesi tehlikesi” olduğunu düşünmek için fazlaca saf olmak gerekiyor.
Bence asıl dertleri, asıl rahatsız oldukları şey başka.
Onlar hem laiklikle demokrasiyi bağdaştıran bir model olarak Türkiye istikrarlı bir yönetime sahip olsun ama hem de bu güçlü yönetim o kadar dikbaşlı olmasın, o kadar kafasının dikine gitmesin istiyorlar.
Hem Türkiye ekonomisi sağlam olsun istiyorlar hem de bu sağlamlığın onu uluslararası finans güçleri karşısında tamamen müdanasız hale getirmesinden çekiniyorlar.
Hem bağımsız olsun hem de kontrol edilebilsin istiyorlar.
Hem güçlü olsun ama hem de Batı’nın koyduğu kırmızı çizgileri çiğneyip geçecek kadar güçlü ve özgüvenli olmasın istiyorlar. Üstelik de bu kırmızı çizgileri öylesine içselleştirsin ve otokontrol uygulasın ki Batı’yı açık uyarı yapmak zorunda bırakmasın istiyorlar.
Hem Ortadoğu’da düzen kurma gücüne ve prestijine sahip bir ülke olmasından memnun oluyorlar ama hem de Türkiye bu düzeni onlara tabi olarak kursun istiyorlar.
İşte bu yüzden de 3. döneminde sandıktan daha da güçlenmiş olarak çıkan bir AK Parti tablosunu tehdit olarak algılıyorlar.
Eğer AK Parti bu seçimlerden bir gerileme -en azından duraklama- tablosuyla çıkarsa bütün bu isteklerin gerçekleşmesinin daha kolay olacağını hesap ediyorlar.
Bu hesapta CHP’nin sadece bir figüran olduğunu, başrol oyuncusunu biraz sarsmak için oyuna dahil edilmiş bir yan karakter olarak yer aldığını söylemeye bilmem gerek var mı…
Bugün, 06.06.2010