Türkiye’de hakkında çeşitli yolsuzluk iddiaları öne sürülmüş R. Zarrab’ın ABD’de gözaltına alınması değişik yorumlara konu yapıldı. Gülen Cemaati mensupları ve AK Parti ile Erdoğan’dan nefret eden diğer bazı çevreler, bunun Zarrab’ın hem ABD’deki savcının iddia ettiği hem de Türkiye’de kendisine isnat edilen suçlardan sorumlu olduğunu ispatladığını öne sürdü. Hızını alamayan kimileri, Erdoğan’a yönelik psikolojik baskı kampanyasının parçası olan “yargılanacaksınız” ifadeleriyle dolu tehdit mesajları yayınladı.
Amerikalı savcının Zarrab’ı gözaltına aldırması birkaç açıdan ibret verici. Uzun vadede en önemlisi, her an karşı karşıya olduğumuz- olabileceğimiz yolsuzluk iddialarıyla değil, hukuk-siyaset ilişkisiyle ilgili. Yapılan, şüphesiz, hukukî görünümlü siyasî bir hamle. Savcı zaten idarenin şemsiyesi altında. Şüphesiz, bu tür adımlar atan tek ülke ABD’dir demek saçma olur. Türkiye dâhil her ülkede bunun örnekleriyle karşılaşmak mümkün. Ancak, ABD bu bakımdan en cüretkâr olan güç.
Bu bize, hukukun siyasetten tamamen arınabileceği iddiasının doğru olmadığını gösteriyor. Hukuk siyasetle iç içe ve kimi durumlarda siyasetin aracı. Naif hukukçular ve felsefeciler dünyanın ilkeler üzerinde durduğunu-döndüğünü veya öyle olması gerektiğini zannededursun, gerçek dünyada beşerî ve kurumsal aktörlerin belli katmanları hem ulusal hem uluslararası ölçekte menfaat ilişkileri ve güç kavgaları tarafından şekillendiriliyor. Zarrab’a yönelik suçlamaların çoğu, insanlık tarihinin derinliklerinden gelen evrensel hukukun kurallarıyla suç kabul edilen şeyler değil. Baskın bir gücün, yani ABD’nin konjonktürel pozisyonuna ve tercihlerine dayanan keyfî takdiriyle suç ilân ettiği ekonomik faaliyetler.
ABD’nin Zarrab’a yönelttiği suçlamalar siyasetin hukuku nasıl kullandığını açıkça sergiliyor. Suçlamalar esas itibariyle ABD’nin ambargo uyguladığı İran ile ticaret yapılmasına, böylece ambargonun delinmesine ve ‘Amerikan menfaatlerine zarar verilmesine’ ilişkin. Demek ki dünyadaki herkes Amerikan menfaatlerine zarar vermemekle mükellef! Amerikan menfaatlerini ABD belirlediğine göre global –hatta bazen yerel- ölçekte ekonomik faaliyet yürüten herkes ve her şirket bir gün bu tür suçlamalarla karşılaşabilir.
ABD liberal demokrat bir ülke, bu yüzden baskıcı ülkelere karşı tedbir alabilir, ambargo uygulayabilir açıklaması hiç de ikna edici görünmüyor. Zira ABD bu bakımdan tutarlı bir sicile sahip değil. Yıllarca G. Kore’deki diktatörlükle işbirliği yaptı. Dünyanın en kötü diktatörlüklerinden biri olan S. Arabistan hâlâ ABD’nin en iyi müttefiklerinden. Mısır’daki Sisi darbesi ABD tarafından desteklendi.
Zarrab’ın İran’la ticaret üzerinden geliştirilen suçlamalarla gözaltına alınması Türkiye’deki 17/25 Aralık operasyonlarının mahiyetine de ışık tutuyor. 17/25 Aralık seçilmiş hükümete karşı bürokratik darbe teşebbüsüydü. Hukuk bürokratları atakta başrolü oynadı. Her şey merkezi ABD’de olan bir yapılanma tarafından tezgâhlandı. ABD’nin izni, onayı olmadan böyle bir işe girişilemezdi. Bu darbe teşebbüsüne kılıf ve meşruiyet aracı olması amacıyla bir paket hazırlandı. Paketin en önemli parçalarından biri Halk Bankası’na yönelik, İran ile ticareti kesmeyi amaçlayan operasyondu. Artık 17/25 Aralık’ın ABD güdümlü bir darbe teşebbüsü olduğundan daha eminiz.
Diğer taraftan olayda tuhaf noktalar ve olay hakkında ilginç bazı iddialar da var. Zarrab’ın göz göre göre Miami’ye gitmesi bir bakıma ABD’ye teslim olması anlamına geliyor. Bu sanki bir anlaşmanın sonucu gibi. Anlaşma Zarrab ile ABD yönetimi arasında da ülkeler arasında da yapılmış olabilir. Zarrab’ın söyleyecekleri ve göreceği muamele Türkiye’de iç politika malzemesi hâline gelebilir. ABD Türkiye’nin bazı taleplerine uyması için Zarrab’ın açıklamalarını veya açıklamaları olduğu iddia edilecek şeyleri koz olarak kullanmaya kalkışabilir.
Anlaşılan ilginç günler bizi bekliyor.
Yeni Yüzyıl, 25.03.2016
http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/zarrab-ve-amerikan-cikarlari-1782