Yargıtay Başkanı, Türkiye’de yüksek yargının üyelerinin belirlenme biçiminin “İsviçre ve Kanada gibi gelişmiş demokrasilerden bile ileri” olduğunu söylemiş.
Haberi okuduğumda aklıma ilk gelen, Recep Peker’in “İnkılap Dersleri” oldu. CHP’nin 1930’lardaki Önder Sav’ı olan Peker, o “eser”inde Cumhuriyetle yönetilen Türkiye’nin krallıkla yönetilen İngiltere’den daha “ileri” olduğunu söylüyordu.
Eh, aklın da, anti-demokratik zihniyetin de yolu bir.
“Yüksek yargıda birçok AB üyesinden daha ilerdeyiz” demiş Yargıtay Başkanı, “Düşünebiliyor musunuz; Kanada’da yüksek yargı başkanlarını başbakan atıyor. İsveç’te yüksek yargı üyelerini parlamento seçiyor. Bizde yüksek yargının kendi içinde seçimle göreve geldiğini duyunca şaşırdılar.”
Sahi, düşünebiliyor musunuz, yargının kendi kendisini belirlemediği, daha elim ve vahimi halkın belirlediği bir sistem!..
Batılılar nasıl şaşırmasınlar ki? Sizin “seçim” dediğiniz, üst düzey yargı bürokratlarının kendi içlerinde “kendi kendilerini seçme” oyununa ecnebiler “atama” diyor. Anlattığınızda yüzünüze karşı gülümseyerek “oh interesting!” derken, içlerinden duysanız “yargıyı tahkir ve tezyif” suçu kapsamına sokacağınız bir sürü fikir geçmiştir.
***
Neyse ki artık sadece çanak soru soran basın yok ve adını bilsem tebrik edeceğim bir gazeteci Avrupalıların nezaketen soramadığını soruyor:
“Kanada ve İsveç yüksek yargı başkanları, yürütme ve yasama tarafından seçilmelerini yargı bağımsızlığı için bir tehdit olarak görüyorlar mı? Görmüyorlarsa siz neden tehdit olarak görüyorsunuz?”
Bu noktada Gerçeker, başı sıkışan her bürokrat gibi “bize özgü koşullar” kartını sürüyor:
“Hayır, onlar tehdit olarak görmüyorlar. Ama bizde durum farklı Bizde böyle yürütme ve yasamanın yüksek yargı seçimine müdahalesi yargı bağımsızlığını tehdit eder. Çünkü bizim başka sorunlarımız var”.
Peki nedir bu bizim başka sorunumuz?
Nasıl gelişti?
Egemen zümre, demokrasiyi kurallarına göre oynarsa iktidarını kaybedeceğini biliyordu. Hem demokrasi gibi görünmek, hem de halkı iktidardan uzak tutmak istiyordu.
Bunun için kendi kendisini atayan bir yargı düzeni kurdu.
Öyle bir düzen ki, yüksek yargıyı bir kez egemen zümrenin ideolojisinden seçin, yüz yıl da geçse, CHP’nin oyu binde bire de inse, hep CHP MKYK’sı gibi hareket eden hakimlerden oluşsun. Yeri geldiğinde Meclis’in ve hükümetin iradesini iptal etsin. Adına da “bağımsız yargı” diyelim: – Nereden bağımsız? – Tabii ki halkın iradesinden (Pratik olarak onun seçtiği Meclis ve hükümetin iradesinden).
***
Niye “bize özgü koşullar var” diyorlar? Çünkü açıkça, “bizim halkımız demokratik ülkelerin halkları gibi reşit değil, doğru karar veremez” diyemiyorlar.
Peki ne zaman reşit olacak?
Galiba hiçbir zaman. Çünkü reşit olursa onlarla eşit olacak.
Peki “reşit olmak”tan kasıtları “demokrat olmak” mı? Hayır, tersine, onlar halkı kendi haline bırakırlarsa demokrat olmayacağından değil, olacağından korkuyorlar.
Düşünün, her darbe ve muhtıradan sonra en sivil ve demokrat olanları iktidara getiren bu halk.
Siyasi yasakların kaldırılmasından tutun da son anayasa paketine kadar bütün referandumlarda hep özgürlükçü tercihler yapan da o.
Ne sırtında cüppesiyle cuntacıların brifinglerini ayakta alkışlamış, ne militarizmi desteklemiş. Tersine, destekleyenlere hiç iktidar yüzü göstermemiş.
***
Anayasa Paketi geçti ama yargı hala demokratik meşruluğa sahip değil. Yargı reformu hala bekliyor.
Kritik öneme sahip derin devlet davaları sürerken o oligarşik niteliğini koruyor.
Dahası, sivil ve siyasi alanlara doğru yayılmaya devam ediyor. Bir partiyi birinin elinden alıp diğerine verme anlamına gelen kararlar veriyor.
Son olarak Yargıtay, sahip olmadığı bir yetkiyi kullandı ve Haberal’ı tahliye etmeyen dokuz hakimi tazminata mahkum etti.
***
Gerçeker “yüksek yargı üyelerinin hatalı ve yanlış karar vermeyeceğine inanmak gerekiyor” demiş.
Olur, bir ara inanırız!
Bir çocuğun dahi hakaret olmadığını anlayacağı sözlerinden dolayı, üstelik de bilirkişi raporlarına rağmen Hrant Dink’i “Türklüğe hakaret”ten mahkum edip onu katillerin hedefi haline getiren kuruma kim inanmaz?
Bu kararı verenin de, kurumunun da insan içine çıkamaması gerek.
Ama bizde hiçbir şey olmamış gibi hala çıkıp pişkin pişkin konuşuyorlar.
Galiba gerçekten “bize özgü koşullar” var.
Ve o koşulları değiştirmemiz gerek.
Star,09.11.2010