Muhalefet partileri bu defa ideolojik kavga veren parti imajını düzeltmeye ve ekonomiye ağırlık vermeye çalışmışlar ama ekonomiden anladıkları şey sadece bölüşüm ilişkileri üzerinde oynamak olduğu için, sonuçta gördüğünüz gibi, seçim bildirgesi diye bir açık arttırma yarışıyla karşı karşıya kaldık. CHP asgari ücreti 1500 yapacağım der demez HDP 1800’e çıkıyor. AK Parti öğrenci yardımı olarak 3 mü veriyor; CHP 5 vaat ediyor.
Kaynak nerede diyenlere verecek cevabı da bulmuşlar: Sarayı kapatacağız!
Yani bu kadar gayrı ciddi bir durumla karşı karşıyayız.
Oysa hatırlayacaksınız, Davutoğlu başbakan olduktan hemen sonra kolları sıvayıp uzmanlarıyla oturdu ve Türkiye’yi il il, bölge bölge, sektör sektör inceledi. Her bir bölge, her bir sektör için kalkınma stratejileri belirledi. O bölgelere gidip işadamlarını topladı, stratejisini açıkladı, hedefler koydu, bu hedeflere ulaşmak için devletin neler yapabileceğini, reel sektörün neler yapması gerektiğini bir bir açıkladı.
Neydi Davutoğlu’nun derdi? Orta gelir tuzağı denilen tuzak bozulacaksa, şu anda yüzde 3-3,5’larda seyreden büyüme tekrar yüzde 5’lere, 6’lara yükselecekse, ancak bu şekilde, üretimin artırılmasıyla, reel sektörün güçlendirilmesiyle büyüyecekti çünkü. Bu büyümeden kimin ne kadar yararlanacağı, yani ilave paranın nasıl bölüşüleceği; dezavantajlı kesimlerin ne kadar destekleneceği sağlanacak büyümeye bağlı bir meseleydi.
Ne var ki şu anda açık artırmaya çıkmış partiler bu çalışmalarla ne ilgilendiler, ne de ilham aldılar.
Çünkü AK Parti’yle aralarında çok önemli bir fark var: AK Parti iktidar olmanın sorumluluğunu taşıyor ve yarın yeniden iktidar olduğunda verdiği sözleri yerine getirmek zorunda olduğunu biliyor.
CHP ve HDP’nin ortaya çıkardıkları program ise iktidar olmayacağını bilen partilerin programı… O yüzden bu kadar bol keseden atabiliyorlar.
***
İktidar olamayacakları için bu programlarıyla ekonomiye zarar vermeleri de mümkün olmayacak elbette. Ama bütün bu propagandaların toplumda zaten oldukça yaygın olan yanlış bir algıyı daha körüklemesi, perçinlemesi gibi bir zararı var.
Nedir bu yanlış?
Herkesin karnını doyurmanın; iş ve aş, başını sokacak ev bulmanın, kalkınmayı gerçekleştirmenin devletin görevi olduğu sanısı…
Oysa açları doyurmak ne devletin ne de siyasetin görevidir. İnsanlar kendi karınlarını kendi doyurur. Üretmek de, gelir kapısı yaratmak da tek tek insanların kendi görevidir. Devlet ve siyaset sadece, herkesin çalışma ve kazanma hakkını serbestçe kullanmasının önündeki engelleri temizler. Doğru bir kamu yönetimi ile kaynakların en etkin bir biçimde kullanılmasını sağlamaya çalışır.
Altını iyice çizelim ki, geçmişte yaşadığımız krizler, saray inşaatları yüzünden değil, yıllar yılı uygulanan popülist politikalar yüzünden çıktı. Kamu ekonomisinde oluşan devasa kara delikler, “Kim ne veriyorsa ben beş fazlasını veririm” diyen siyasetçiler yüzünden oluştu. Ülkeyi yönetenler toplumun kısıtlı tasarrufunu, kendi kara deliklerini kapatmak, üretmeyen kesimlere gelir transfer etmek için kullandılar. Reel kesime yatırım için, bir kuruş kaynak kalmadı. 2001 krizi böyle çıktı.
Bugün Türkiye ekonomisi borç sarmalından kurtulabildiyse, bu politika terk edildiği için kurtuldu.
Şimdi, bütün bunlar yaşanmamış gibi, iki muhalefet partisinin de yeniden aynı batakçı politikalara dönüşü savunmaları ilk bakışta “yoksul dostluğu” olarak görülse de, aslında yoksullara yapılan en büyük kötülüktür. Zira kriz en fazla yoksulları vurur.
Akşam gazetesi, 23.04.2015