Yeşil devrim ve GDO’lar

GDO’lu ürünlerin ithalatını düzenleyen bir yönetmelik çıktı ve ortalık birbirine girdi.Eğer sorun, GDO’lu ürünlerin insan sağlığı açısından denetlenmeden, ince eleyip sık dokunmadan ithal edilmesi ya da edilmemesi arasında bir tartışma olsaydı işimiz kolaydı.

Açardık yönetmeliği, satır satır tartışır, sonunda herkesin yüreğine su serpecek bir metin çıkarırdık ortaya. Bununla da yetinmez, Meclis’te bekleyen Gıda Denetim Yasası’nı da aynı yöntemle ele alır, didik didik eder ve bir an önce çıkarırdık.

Ama sorun bu değil; ayrılık çok daha derin…

Sorun, dünya kamuoyunun etkili bir kesiminin genetiği değiştirilmiş organizmaların dünyanın sonu olacağına iman etmiş olmasında…

Belki bundan daha da büyük olan sorun ise bilimin ideolojikleşmesinde…

Biz sıradan insanlar tepemizdeki ozon deliğinin büyüyüp büyümediğini, buzulların ne hızla eridiğini, nükleer atıkların güvenli bir biçimde depolanıp depolanamayacağını ya da GDO’lu ürünlerin yan etkilerinin neler olacağını kendi kendimize bulup çıkaracak değiliz elbette.

Bu konularda bilime güvenmemiz gerek…

Gelin görün ki, bilim de popülizmden uzak duramıyor. “Yeşil Tanrı”ya (!) iman edenlerin ideolojik üstünlüğünün bilim insanlarını da derinden etkilediğine tanık oluyoruz.

Dün tarımla ilgili bir sivil toplum kuruluşunun GDO’lar hakkında hazırladığı bir broşürün özetini okuduk gazetelerde. GDO çalışmalarının minik “Frankeştaynlar yaratmak” dışında hiçbir sonuç vermediğini, doğa dengesini bozduğunu, insan sağlığı için vahim sonuçlar vadettiğini, üstüne üstlük iddia edildiğinin tersine verimliliği de artırmadığını, tam tersine azalttığını iddia ediyordu. Ve bu iddialar yazının altında yer alan koca bir kaynakçayla da bilimsel bir temele dayandırılıyordu.

Okuyunca düşündüm; uzun vadeli etkiler meselesi elbette spekülasyona açık bir alan. Ama verimlilik konusundaki veriler bu kadar çekiştirilebilir mi? Böylesine somut bir meselede bile önümüze bu kadar farklı tablolar konulabiliyorsa, birilerinin fena halde yalan söylediği açıksa, biz ne yapacağız; kime inanacağız?

***

Aslında, tarımda GDO teknolojisiyle gelinen noktaya 60’lardan beri süren “Yeşil Devrim”in yeni bir aşaması olarak bakmak gerek…

60’lı yıllarda açlığın kader olduğuna inanan ve “İnsanların doyurulması için yapılan mücadele artık bitmiştir” diyen biyologlar vardı.

Ama öyle olmadı. Çünkü 60’lı ve 70’li yıllarda bir “Yeşil Devrim” yaşandı. Milyonlarca çiftçi, yüksek verimli melez tohumları, kimyasal gübreleri ve zararlı ot öldürücülerini kullanmaya başladı. Yeni tarımsal tekniklerin devreye girmesi sayesinde 1970’lerde açlıktan kırılan Hindistan 1990’larda ihtiyaç fazlası tahılı ihraç eden bir ülke haline geldi. Çinli çiftçiler 1970-95 yılları arasında benzer yöntemleri kullanarak üretimi üçte iki oranında artırmayı başardılar. Bir değerlendirmeye göre “Yeşil Devrim” bir milyar insanı açlıktan ölmekten kurtardı.

Bugün yine dünyada yetersiz beslenen 1 milyar kadar insan var; yani hâlâ zor bir sorunla karşı karşıyayız: Kalkınmakta olan ülkelerin nüfusu artıyor ama ekilebilen arazi miktarı artmıyor. Hem şu anda yetersiz beslenen 1 milyar insanın hem de 2025 yılına kadar dünya nüfusuna eklenmesi beklenen 2 milyar insanın beslenebilmesi için her bir hektardan daha fazla kalori elde etmenin yollarını bulmak zorundayız.

İşte bu zor soruna cevap olabilecek teknoloji Genetik Değişim Teknolojisi. Yeni “Yeşil Devrim”lerin motor gücü olacak olan bir teknoloji… Bu teknoloji bize, gen transferi yoluyla istenilen özellikler kazandırılmış yeni tür bitkiler elde etme imkânı sunuyor. Örneğin, pamuk kurtlarına karşı dirençli, normal pamuğa göre yüzde 40 fazla ürün veren Bt pamuğu… Sıradan pirince göre daha çabuk yetişen ve daha fazla protein ihtiva eden yüksek verimli melez pirinç türü… Kaktüsteki kuraklığa dayanıklılık sağlayan genin mısıra transferiyle elde edilen, kuraklığa karşı dayanıklı bir mısır türü… vb…

Genetik Değişim Teknolojisi, bize gelecekte dünyadaki bütün ambarları proteince zengin tahıl, yüksek vitaminli sebze ve bugünkünden daha ucuz, daha lezzetli ve daha besleyici yiyecek çeşitleriyle doldurmayı vadediyor.

Bu öyle kolay harcanacak bir fırsat mıdır?

Bu teknolojiyle üretilmiş ürünlere “zehir” muamelesi yapmadan önce şöyle bir durup sorumluluk duygusuyla düşünmek gerekmez mi?

Ne var ki, açlık konusunda en fazla şamata yapanlar GD çalışmalarının en fazla karşısına dikilenler oluyor. Özellikte Avrupa’daki çevreci STK’lar Genetik Değişim teknolojilerine karşı savaş açmış durumdalar. Boykot kampanyalarıyla, GD çalışmalarının yasaklanması talepleriyle aç Afrika halklarını da korkutup bu teknolojilerin kalkınmakta olan ülkelerde uygulanmasını da engelliyorlar.

Hiç kimse bu ürünleri piyasaya sürmeden önce derinlemesine test etmek, sonra da sürekli olarak denetlemek gerektiğini inkâr etmiyor. Bu çalışmaların sıkı denetim altında sürdürülmesini istemek başkadır, yasaklanmasını istemek başka…

***

Bir zamanlar genetik biliminin yerine Stalinizme daha uygun diye Stalinist-Darwinist teorilerle Ukrayna’da patates yetiştirmeye kalkan; Çin’de Mao’cu ideolojiye denk düşen gübresiz tarım girişimiyle milyonları aç bırakan Lysenko diye bir sözde bilim adamı vardı…

Dünya onu hâlâ lanetle anıyor.

Batı’nın karnı tok aydınları, GD ürünlerini “şeytan işi” diye lanetlemeden önce Lysenko’yu hatırlamalı; milyonlarca Afrikalı’nın açlığa mahkum edilişinin vebalini taşıyacaklarını unutmamalılar.

Bugün, 06.11.2009

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et