Dünya, ulus devletin şekillenmeye başladığı 1700’lerden 1945’e kadar güç ilişkileri bakımından ikiden fazla devletin belirleyici olduğu çok kutuplu bir görüntü sergiliyordu. İki kutupluluk ulus devletin doğuşundan itibaren ilk kez 1945 sonrasında ortaya çıktı. 1990’larda Soğuk Savaş’ın bitimiyle sona eren iki kutuplu dünya yerini önce tek kutuplu bir yapıya bıraksa da kalıcılığı zor olan böyle bir sistemin 2000’ler ile birlikte kırıldığını söyleyebiliriz.
Dünya bugün çok kutupluluğa dönüş yapıyorsa da henüz bu sistemin hukuki ve kurumsal yapılarını kurmuş değil. Bu nedenle de düzensiz ya da kaotik bir çok kutupluluğa doğru sürüklenmekte.
Yeni çok kutupluluğun kurulması sancılı bir süreç olacak, çünkü günümüz dünyasının tüm hukuki ve kurumsal yapılanması İkinci Dünya Savaşı sonrasında, o dönemin güç ilişkilerine göre kurgulanmıştı. Oysa günümüz dünyası çok farklı.
Artık yeni güçler var. Önce BRICS olarak adlandırıldılar. Brezilya, süper güç vasfını yitiren Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika yenidünyanın güçleri olarak sahneye çıktılar. Ardından MINT adı altında yükselen ekonomilerde denkleme katıldı: Meksika, Endonezya, Nijerya ve Türkiye.
Dünyanın en büyük yirmi ekonomisi G20 adı altında farklı bir küresel siyasi alan oluşturdular.
Avrupa Birliği ise oluşumunu devam ettiren bir ulusüstü örgütlenme. Ama henüz uyumlu ve etkili bir devlet yapısı ortaya koyabilmiş değil. Geleceğinin ve yayılım alanının ne olacağı tartışılmaya devam ediyor.
Bu oluşum bolluğuna rağmen, küresel kader, İkinci Dünya Savaşı’nın galibi olan devletler olan ABD, Fransa, Birleşik Krallık, Sovyetler Birliği (Rusya) ile Çin’in elinde. Başta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi olmak üzere uluslararası hukuk ve kurumsal yapılarda kendisine özel statü verilen bu güçler günümüzün aktörleri fazlalaşan dinamik dünyasının ancak bir kısmını temsil ediyor.
Dünya siyasetinde ve ekonomisinde kültürel, bölgesel, kimliksel çeşitlilik artıyor, ama bunu karşılayan bir kurumsal ve hukuki çerçeve çizilemiyor.
Türkiye yeni oluşan dünyanın güçleri arasında yer alıyor. Bu vasfını başka ülkeleri tehdit ederek değil, 80’lerin sonundan itibaren giriştiği iktisadi ve siyasi politikalarla kazandı. Ancak, Türkiye’nin küresel ve bölgesel kurumları oluşma aşamasında olan ve henüz düzeni kurulmamış bir dünyada yerini alabilmesi için gösterdiği performansı daha ileri aşamalara taşıması gerekir.
Bu tespitler doğruysa, sorumluluğun da çok ağır olduğunu söylemek gerekir.
Batı devletlerinin önemli bir kısmı küreselleşmenin getirdiği yeni sorunları göğüsleme yerine mevcut statüyü koruma kaygısıyla hareket ediyor. Amerika Birleşik Devletleri ancak getirileri götürüsünden fazla olduğu zaman aktif bir tutum alıyor. Rusya, süper güç olduğu dönemlerin nostaljisi ile hareket ediyor. Çin saman altından su yürütüyor. Düzensizliğin oluşturduğu boşluk alanları ise vekillerle, silahlı gruplarla dolduruluyor.
Böylesine kaotik bir ortamda Türkiye’nin verimsiz, çatışmacı, öykünmeci, düşünmeyen ya da güne takılmış, geleceğe bakmayan bakış açılarından uzak durması gerekir. Sorunlar ortadadır. Akılcı ve uzlaşmacı çözümler üretilmelidir. Toplumsal barışın sağlanması, kurumsal yapıların güçlendirilmesi, evrensel standartlarda bir demokrasi içinde hak ve özgürlüklerin garanti altına alınması gösterilen performansın sürdürülmesinin temel şartıdır.
Türkiye dünyanın gidişatında gerçekten söz sahibi olmak istiyorsa kendi dönüşümünü tamamlamalıdır.
Yeni Yüzyıl, 04.12.2015
http://xn--yeniyzyl-b6a64c.com.tr/makale/yeni-dunya-duzensizligi-ve-turkiye-307