Bu yazıyı Radikal’in dünkü manşetinin doğru olduğunu varsayarak yazıyorum. Daha doğrusu doğru olmasını umarak…
Habere göre, hükümet, cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik olarak yeni bir reform dalgası için düğmeye basmaya hazırlanıyor.
Ermeni açılımının yarattığı pozitif dalgalar genişleyerek yayılırken, aynı yönde dört büyük adım daha atılacağını yazıyor gazete.
Bu adımlardan en önemlisi Aleviler’le ilgili. Kürt sorununun çözümü için art arda yapılan reformlardan sonra, şu anda Türkiye’de ayrımcılığa tabi olan en geniş kesim diyebileceğimiz Aleviler’in üstelik hiç de zor olmayan taleplerine cevap vermek için geç bile kalındı. Aleviler çok uzun bir süredir olgunlukla ve sabırla bekliyorlar. Ömer Şahin’in haberine göre, hükümet nihayet cemevlerine yasal statü konusunda düzenleme hazırlığında.
İkinci adım Ruhban Okulu’nun açılması… Türkiye şimdiye kadar bu meseleyi mütekabiliyet çerçevesinde ele alıyor ve Ruhban Okulu’nun açılması için Yunanistan’ın müftü atamaktan vazgeçmesini ve Atina’ya cami yapılmasını bekliyordu. Şimdi bu tutumdan vazgeçildiği, hazırlıkların bittiği, formüllerin hazır olduğu ve Başbakan’dan talimat beklendiği söyleniyor ki, bu büyük bir ayıbın düzeltilmesi demektir.
Beklenen adımlardan bir başkası, İsrail’le ilişkilerin normalleşmesi konusunda bazı gelişmelerin yaşanması. Bilindiği gibi, Türkiye İsrail’e önkoşul olarak 3 madde iletmişti. İsrail’in özür dilemesiyle birinci koşul zaten yerine getirildi. Tazminatlarda da anlaşma noktasına gelindiği bildiriliyor. Mayıs ayı içinde Gazze’ye yardım konusunda da somut gelişmeler olursa -ki beklenti bu yönde- İsrail ile karşılıklı olarak büyükelçilerin göreve başlatılması mümkün olabilecek.
Geziciler’le buluşma
İktidarın Gezi sürecinde ortaya çıkan toplumsal hasarı onarmaya yönelik adımlar atması beklenen bir başka adım. Gezi’nin yıldönümü olan mayıs ayında Gezi’den beri sertleşen siyasal iklimi yumuşatacak adımlar bekleniyor. Bunların içinde, Gezi olayları sırasında ‘Vandalizm’e tepki koyan ama kent bilinci, çevre duyarlılığı nedeniyle iktidara kızan ‘Geziciler’le görüşülmesi gibi düşünceler var.
Esasına bakılırsa Erdoğan bunu ilk defa yapmıyor. Şu anda pek hatırlanmıyor ama Başbakan çadırların yakıldığı günün hemen ertesinde “orantısız güç kullanıldığını” teslim etmiş, daha sonra Gezi olaylarının bir aşamasında, Gezi’nin temsilcilerinden bir kadroyla gerçekleştirdiği buluşmada son derece yapıcı bir tutum takınmış ve Topçu Kışlası için referandum sözü vermişti. Ama daha sonra söylem düzeyinde yapılan hatalar ve sarf edilen bazı sözler nedeniyle bu tavırlar unutuldu ve “Geziciler’e düşman bir Erdoğan” imajı çıktı ortaya. Şimdi planlanan adımları bu imajın düzeltilmesine yönelik PİAR çalışmaları olarak değerlendirebiliriz.
Bu arada, AB’yle ilişkilere yeni bir ivme kazandırılmasının ve bir şeffaflık yasası çıkarılmasının da planlanan adımlar arasında olduğu belirtiliyor.
Elbette seçime endeksli olacak
Şimdi hep birlikte iktidarın atmayı planladığı bu adımlara muhalefet tarafından nasıl kulp takılacağını izleyeceğiz.
Dayanılacak ana argümanın “bütün bunların cumhurbaşkanlığı seçimine endeksli olduğu, dolayısıyla samimi bir demokratlıktan değil, oy avcılığından kaynaklandığı” tezi olacağı da şimdiden belli.
Oysa bir siyasi hareketin, seçime giderken kamuoyunun farklı kesimlerinin taleplerini karşılamaya çalışmasından, yani seçime endeksli bir biçimde davranmasından ve sonuçta bu adımların ödülü olarak oy beklemesinden daha doğal bir şey yoktur. Bir reform hareketine kulp takmak için böyle bir argümanı ileri sürmek siyaset yapmak denilen şeyin ABC’sini bilmemektir.
Muhalefetin bir “zaaf” olarak göstermeye çalıştığı bu noktanın aslında AK Parti’nin ve Erdoğan’ın en önemli hasleti olduğunu teslim etmek gerekir.
Bu hasleti, kamuoyunun nabzını sürekli elinde tutabilmek, farklı kesimlerin duyarlılıklarını dikkate almak ve gerekli esnekliği gösterebilmek, hangi adımları atmanın zamanı geldiğini iyi kestirebilmek olarak özetleyebiliriz.
Ehh, sonuçta seçimler geldiğinde, bunun karşılığını almasında da şaşılacak bir şey yok.
Bu yazı Bugün Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.