Anthony Burgess’e ait Otomatik Portakal isimli eserin kahramanı şöyle der: “Ben, ben ben! diye bağırdım avazım çıktığı kadar. Ben ne olacağım? Sanki bütün bu olanlar beni ilgilendirmiyor?…” Kahramanın bu haykırışı anlamsız değildir. Romanın konusuna göre hükümetin suçlular ile mücadelede geliştirdiği yeni bir yöntem tartışılmaktadır. Yeni yöntemde, kobay olarak romanın kahramanı seçilmiştir. Hükümet yöntemin suçluyu topluma kazandırdığını savunurken, din adamları ve muhalif siyasi parti temsilcileri yöntemin insan iradesini elinden aldığını, insanı robota çevirdiğini savunmaktadır. Söz konusu tartışma yapılırken kobayı kimsenin umursadığı yoktur. Suçluları dönüştürme metodu iktidar ile muhalifler arasında sert kavgalara ve tartışmalara sebep olmaktadır; tartışma gazetelerin manşetlerine, toplantıların konularına girmektedir. Ancak kobay olarak kullanılan kahramanı kimsenin umursadığı yoktur.
Geçen günlerde Yargıtay ile Anayasa Mahkemesi arasında “patlak veren” tartışma bana Otomatik Portakal’ı anımsattı. Öyle ya! İlk derece mahkemesi Anayasa Mahkemesi’nin kararını uygulamamış, Yargıtay ise AYM’yi yetki gaspı ile suçlamış ve tuhaf bir şekilde mahkeme üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Gazete manşetleri bu konuyu ele almış, siyaset ahalisi “AYM kapatılsın”, “yargı darbesi” gibi birbirine karşıt söylemler üzerinden bir tartışmaya girmiştir. Ama olayın kahramanı olan Can Atalay’ı kimsenin umursadığı olmadı. Bütün kıyametin sebebi onun davası olmasına rağmen…
Can Atalay’ın kim olduğunun ve politik tercihlerinin bu aşamada bir kıymeti yoktur. Açık kaynaklardan öğrenebildiğim kadarı ile Atalay Gezi Parkı davası kapsamında 23 Ekim 2014 tarihinde gözaltına alınmış. 4 Mayıs 2023 tarihli genel seçimlerde Türkiye İşçi Partisi’nden Hatay Milletvekili olarak seçilmiş. Atalay’ın tutukluluk hali devam ettiğinden, yemin edip meclisteki görevine başlayamamıştır. 23 Ekim 2014 tarihinde gözaltına alınmasına rağmen cezasının 28 Eylül 2023 tarihinde onanması göz önünde tutulduğunda, 9 yıla yakın bir süre tutuklu olduğu anlaşılmaktadır. Kendisine 18 yıl ceza verildiğine göre Atalay 12 yıl cezaevinde kalacaktır. Yani 3 yıl sonra tahliye olacak. Bu durum tutukluluk sürelerinin bizatihi kendisinin bir cezaya dönüştüğünün açık bir göstergesidir. Hakkında yıllarca iddianame hazırlanmaması bu tür davaların hukukiliğine gölge düşürmektedir. Diğer taraftan dokunulmazlığa istisna getiren Anayasa’nın 83’üncü maddesinin kötü niyetle kullanılıyor olduğu algısını da güçlendirmektedir. 25 Ekim 2023 tarihinde AYM Atalay’ın tutukluluk halinin devam ettirilmesinin, Anayasa’nın 83’üncü maddesiyle bağdaşmadığını açıklayarak tahliyesine karar verdi. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ise AYM’nin kararını uygulamak yerine ilginç bir şekilde Atalay’ın dosyasını Yargıtay’a gönderdi. Yargıtay ise Türkiye hukuk tarihinde daha ilginç bir şey yaparak AYM’nin yetkilerini aştığını ifade edip AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu.
İki yüksek mahkeme arasında yetki ve sınırlar açısından bir belirsizlik varsa bunu düzenleyecek olan ve tartışmayı bitirecek olan Meclis’tir. Aslında Yargıtay’ın iddiasının aksine bir belirsizlik de yok. Derece mahkemeleri ve Yargıtay ile AYM arasında Anayasa’nın 83’üncü maddesi ikinci fıkrasında yer alan milletvekili dokunulmazlığının istisnasını düzenleyen maddesi ile ilgili bir yorum farklılığı olduğu anlaşılmaktadır. AYM diğer mahkemelerden farklı olarak söz konusu dokunulmazlık maddesinin temel hak ve hürriyetler, demokratik hukuk devleti, kişi hak ve güvenliğine aykırı olarak yorumlanmaması gerektiği kanaatindedir.
AYM birçok kararında derece mahkemelerinin söz konusu dokunulmazlık maddesini geniş yorumlayıp hak ihlalinde bulunduğuna karar vermiştir. Yani sadece Atalay davasında değil; Leyla Güven, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Mustafa Balbay gibi davalarda derece mahkemelerinin dokunulmazlığa istisna getiren maddeyi kişi hak ve hürriyetlerine, demokratik hukuk düzenine, ifade hürriyetine, seçme ve seçilme hakkına aykırı bir şekilde yorumladığı kanaatindedir. AYM’ye göre Anayasa’nın 14’üncü maddesi, temel hak ve hürriyetlerin hangi amaçlarla kullanılabileceğini belirtmektedir. Asıl amacı yasama dokunulmazlığının kapsamı dışında bırakılan suçları belirlemek olmayan Anayasa’nın 14’üncü maddesinin genel ifadeler içeren metninden hareketle Anayasa’nın 83’üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Anayasanın 14’üncü maddesindeki durumlar” ibaresinin yargı organlarınca belirliliği ve öngörülebilirliği sağlayarak anlamlı bir şekilde yorumlanması mümkün görünmemektedir. Bu ve benzeri gerekçelerle AYM dokunulmazlık istisnası sayılan 83’üncü maddenin hükmünün mahkemelerce yanlış yorumlandığı ve hak ihlallerine sebep oldukları kanaatinde olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda yapılması gereken Meclis’in söz konusu hükmü Anayasa maddesinde bir değişiklikle ya da bir kanunla demokratik ve özgürlükçü hukuk devleti anlayışıyla düzenlemesidir. AYM’nin kapatılması çağrıları yerine Meclis’te özgürlükçü bir düzenleme yapmak daha anlamlı durmaktadır.
Her halükârda hemen her dönem gündeme gelen böylesi davalar, hak ihlâlleri ve tartışmalar, Türkiye’de hukukun üstünlüğü, hukukun belirliliği, masumiyet karinesi ve benzeri kavramlarla ilişkili olduğu kadar, Türkiye’nin demokrasisinden de bağımsız değildir. Bu açıdan bu davalar hepimizi ilgilendirmektedir. Nihayetinde demokrasi, vatandaşların oy hakkına dayanmaktadır. Seçimlerin olması ve seçimlerde seçilen adayın görevini yapabiliyor olması demokrasinin önemli birkaç niteliğinden birisidir. Atalay davasına bir inat ile yaklaşamayacağımız gibi; Yargıtay’ın trafik kazasında haksız ama ortalığı velveleye veren sürücü misali yüksek perdeden tartışmaya girmesi ne Yargıtay’ı haklı çıkartıyor ne de söz konusu davanın demokratik hukuk devletiyle ilişkisinin göz ardı edilmesine yarıyor. Demokratik bir düzenin vazgeçilmez unsuru seçimlerdir. İnsanların seçme ve seçilme haklarının kısıtlanmamasıdır. Seçme ve seçilme hakkı, seçilen insanların aynı zamanda Meclis’te görevini fiilen yerine getirmesinden bağımsız değerlendirilemez. Adayın seçilmesi, ama öyle ya da böyle bir gerekçeyle tutukluluk halinin devam edilmesi, sadece kişinin seçilme hakkını ihlal etmekle kalmamakta; aynı zamanda seçmenlerin de tercihlerinin ve ifade hürriyetlerinin kısıtlanması sonucunu getirmektedir. Dokunulmazlık kurumu da bu anlamda gerekli ve önemlidir. İktidarın yetkilerini kötüye kullanmaması açısından dokunulmazlık kurumunun insan hak ve hürriyetlerini, çoğulcu demokratik ortamı güçlendirici şekilde yorumlaması gerekmektedir. Nitekim AYM de öyle yapmaktadır.
AYM’nin bir askeri darbe sonucunda vesayet rejimini korumak amacıyla kurulduğunun farkındayım. Ancak AYM’nin yapısı çok değişti. Özellikle Zühtü Arslan döneminde hak ve özgürlükler açısından kıymetli kararlar verilmiş ve çok anlamlı gerekçeler yazılmıştır. Temel hak ve hürriyetlerin korunması konusunda Ak Parti’nin önemli bir düzenlemesi olarak kabul edilmesi gereken AYM’ye bireysel başvuru hakkının önünün açılması, Mahkeme’yi daha kıymetli bir hale getirmiştir. Bugün Türkiye hukuk sisteminde AYM temel hak ve hürriyetler konusunda insanların başvurduğu, topluma güven veren bir niteliktedir. Böylesi bir kurumu yıpratmamak başta siyasilerin ve en nihayetinde hepimizin sorumluluğu olsa gerek.