Kürt sorununda hakikaten bir kavşaktayız. Çözüme çok yakın olduğumuz gibi derin bir ayrılığın da eşiğindeyiz.
Sorun bugün siyaset yoluyla çözülebilir. Ama üç-beş yıl sonra bu imkânı da kaçıracağız. Devletle Kürtler arasında olan gerginlik giderek Türklerle Kürtler arasında da oluşmaya başladı. Bunda kuşkusuz Türkiye’nin hızlı sosyo-ekonomik dönüşümünün de payı var. Sonuçta Kürt sorunu ‘toplumsallaşıyor’. Türk-Kürt kardeşliği söylemi inandırıcılığını yitiriyor, önyargılar ve hatta düşmanlıklar topluma nüfuz ediyor.
Bu ‘çatlama’ siyasal bir müdahale ile giderilmezse hem Kürtler hem de Türkler ‘birlikte yaşama’ iradelerini ve inançlarını kaybedecekler.
Kürt sorununu ‘siyaseten’ çözebilmek için eldeki fırsatı değerlendirmek gerek. Çözümün toplumsal zemini hâlâ var ayrışmalar ve çatlamalara rağmen. Ama daha da geç kalırsak ‘çözümünün toplumsal zemini’ni kaybedeceğiz.
Kürt sorununu çözmeyen bir Türkiye ne demokrasisini kemale erdirebilir, ne ekonomik kalkınmasını sağlayabilir, ne de ulusal güvenliğini garantiye alabilir. Ayrıca Kürt sorununu bugün çözmeyen bir Türkiye bütünlüğünü de muhafaza edemez.
Kısaca ‘ülkesel bütünlük’ çözümden geçiyor. Ya bugün çözeceğiz veya yavaş yavaş ayrılığa doğru yol alacağız. Seçim bizim; siyasi partileri, sivil toplumu, iş çevreleri ve kurumlarıyla bizim. Bugün çözüme taraf olmayanlar ‘bölünmüş bir toplum’ ve hatta ‘bölünmüş bir ülke’nin temellerini atıyorlar.
Toplumsal ve fiilî siyasal bölünmeden kaçınmak istiyorsak daha gecikmeden çözümü konuşmak, bulmak ve yürütmek zorundayız. Şartlar çok müsait. Kısaca hatırlatayım:
1. Devlet ile Kürtler arasında köprüler kuracak bir cumhurbaşkanı var; seçimi için Kürtlerin de büyük destek verdiği bir cumhurbaşkanı, Abdullah Gül. İlk gezisini Güneydoğu’ya yapan halktan büyük destek, ilgi ve sevgi gören bir cumhurbaşkanı. Rahmetli Özal’dan sonra bölgede böylesine sevilen, sayılan, inanılan cumhurbaşkanı gelmedi. ‘İyi şeyler olacak’, ‘kafamızı kuma gömmeyelim’ ve ‘Norşin’ sözleriyle de Kürtlerin gönlünde taht kurdu. Devletin tepesindeki bu adam Kürtler için de, devlet ve Türkler için de sürecin emniyet sigortası.
2. AK Parti gibi Türklerin de Kürtlerin de desteğini alabilen bir parti iktidarda. Türkiye’yi bu denli kuşatan, Kürtleri ve Türkleri birbirine bağlayan ve temsil kabiliyeti sorgulanamayacak bir ‘siyasi güç’, AK Parti. Bu özelliğiyle iktidar partisi adeta ülkesel bütünlüğü temsil ediyor. Üstelik Başbakan Tayyip Erdoğan Türkiye’nin ‘en milliyetçi lideri’ kamuoyu araştırmalarına göre. Ama aynı Erdoğan aynı zamanda Kürt sorununun adını koyup geçmiş hatalara devam edilmeyeceğini açıklayabiliyor, ayrım gözetmeksizin bütün ‘analar’ı kucaklıyor. ‘Kürt çözümü’nü Türkiye’ye sunacak, kabul ettirebilecek başka bir lider yok ufukta.
3. Sorunun taraflarından DTP bugün TBMM’de temsil ediliyor. Bölge merkezli siyaset yapmaktan Türkiye merkezli siyasete geçiş yapmaya çalışıyor. Şiddetle arasına mesafe koyması yolunda hem içeriden hem dışarıdan çok büyük baskılara maruz kaldılar. Ya çözüme destek olacaklar veya marjinalleşecekler. Şiddet değil siyaset tek çıkışları.
4. Yıllardır PKK ile mücadele yürüten TSK’da soruna sadece güvenlik perspektifiyle yaklaşılamayacağını söyleyenler çoğalıyor. PKK’nın dağdan indirilmesinden, sosyo-ekonomik tedbirlere kadar öneriler geliyor. Çözümsüzlük lobisi TSK’da şimdilik etkili görünmüyor.
5. Çözümün önündeki en önemli engellerden olan ‘derin devlet çetesi’ çökertiliyor. Ergenekon ve bu çerçevede JİTEM ve faili meçhul cinayetlerin soruşturulmaya başlanması muhtemel provokasyonları azaltıyor.
6. Kamuoyu mevcut durumun (insan kayıpları, ekonomik zararlar ve siyasal, toplumsal maliyetlerle) artık katlanılamaz olduğunu düşünüyor. ‘Kanın durması’ toplumdan gelen bir talep.
Kısaca bu fırsat kaçarsa yazık olur. Çözüme bugün ‘vatanseverlik ve milliyetçilik’ adına destek vermeyenler yarın Türkiye bölünürse ne yapacaklar?
Zaman, 14.08.2009