PKK kuruluşundan bu yana dış destekli bir örgüt oldu. Her dönemde, Türkiye ile hesabı olan birtakım ülkeler bu örgüte destek verdi, silah verdi, barınması için topraklarını açtı, kışkırttı, provoke etti, geri çekti, yeniden saldırttı, kısacası günün ihtiyaçlarına göre kullandı.
Ama bu kullanma şimdiye kadar hiç bu kadar aleni olmamıştı. Ayrıca şimdiye kadar, bu örgüt kendi toplumsal tabanının çıkarlarına hiç bu kadar ters düşmemiş, o tabandan bu kadar kopmamış, yerliliğini hiç bu kadar kaybetmemiş, dış güçlerin elinde hiç bu kadar kuklalaşmamıştı.
Şu son dönem bölgede yaptıklarından sonra, artık PKK’nın belli bir sosyolojiye dayandığından bahsetmek bile imkansız hale geldi, Kürtlere iyice yabancılaştı.
Peki son dönemin özelliği neydi ki, dış güçler bu kadar kuvvetle sarıldı PKK’ya?
Birincisi, Türkiye “haddini aşan” bir işe kalkışmış; hem Kürt hem de terör sorununu çözmeyi amaçlayan Çözüm Süreci’ni hiç kimseyi işin içine karıştırmadan, tamamen yerli bir süreç olarak götürme iradesi ortaya koymuştu ki, bu büyük bir tehlikeydi. Eğer bu başarılabilseydi, Türkiye’nin güneyinde dost bir Kürt havzası oluşacak ve Türkiye’nin Ortadoğu’daki yumuşak gücü inanılmaz büyüyecekti. Bu engellenmeliydi.
İkinci olarak Ortadoğu’da sınırlar yeniden oluşurken Türkiye’nin bölgeye “burnunu sokmasını” engellemek için içeride başını kaldıramamasını sağlamak gerekiyordu ki, bunun için en kullanışlı araç da yine PKK idi.
PKK ise kendine göre bir hesap yapıyordu. Suriye’deki iç savaşın, IŞİD’in ortaya çıkışının, Rojawa’da olup bitenlerin yarattığı fırsat sayesinde 2 yıllık müzakere süreci boyunca hükümetten koparamadığı “statü”yü, bölgenin yeniden dizaynı sırasında koparabileceğini sandığı için devirdi masayı ve o andan itibaren de artık bütün yerlilik iddialarından vazgeçip bölge güçleri adına vesayet savaşı veren bir güç haline geldi.
Şu anda Demirtaş’ın Washington’la Moskova arasında çaresizce mekik dokuyuşunu PKK’nın bu yeni durumunun hazin bir sonucu olarak görebiliriz.
ABD’nin Kobani’den itibaren PYD’nin iştahını kabartmak için elinden geleni yaptığını biliyoruz “Bölgede IŞİD’e karşı mücadele eden tek diri ve seküler silahlı güç olarak” PYD’yi Ortadoğu’daki müstakbel müttefiki olarak gördüğünü sık sık dile getirdi. Şaşırtıcı olan, uzun bir siyasi geçmişi olan PKK yönetiminin ABD’nin son derece konjonktürel olan bu politikasına bel bağlayarak, işi “TC’ye karşı yeniden savaş açma” noktasına kadar getirmesiydi.
13 Kasım 2014 tarihli “ABD’yle mi, Türkiye’yle mi?” başlıklı yazımda bunun yanlış bir hesap olduğunu yazmıştım:
“ABD’nin Ortadoğu’da bir Kürt bölgesi ya da birkaç özerk bölge oluşturma perspektifi olabilir. Üstelik Türkiye de bu perspektifi ABD ile birlikte olgunlaştırmaya; daha doğrusu kendi “siyasi sınırların kâğıt üzerinde kaldığı barışçı bir Kürt Havzası oluşturma” perspektifiyle uyumlu hale getirmek üzere birlikte çalışmaya hazır olabilir.
Ama Amerika’nın Kürdistan projesini Türkiye’ye rağmen ve Türkiye’yi bölme operasyonu olarak yapabileceğini düşünmek için (kırk yıldır siyaset yaptığını söyleyen PKK’nın) o kırk yılda hiçbir şey öğrenmemiş olması gerekir.”
Nitekim öyle oldu. PKK Türkiye’ye saldırılarını başlattığından bu yana ABD’den umduğu desteği alamadığı gibi ABD’den yapılan TSK’nın operasyonlarına destek açıklamaları moralini epeyce bozdu. Ama umudu tam da tükenmedi. Şu anda kendisini kullanmaya niyetli bir başka süper gücün daha ortaya çıkmasının pazarlıkta elini güçlendiğini düşünüyor olmalı.
Demirtaş şimdi o umutla Moskova’da…
Ne var ki, ikinci bir hayal kırıklığı onu bekliyor. Rusya-Türkiye arasında yaşanan kriz konjonktürel bir kriz. Her iki taraf da, iki ülke arasındaki yoğun ekonomik ilişkilerin öneminin farkında. Zaten kriz de daha şimdiden soğumaya girmiş durumda. Putin PKK’yı bir dönem Türkiye’nin canını acıtmak için kullanabilir. Ama PKK yüzünden Türkiye’yle ilişkilerinin geri dönüşü olmayacak bir biçimde bozulmasını göze alamaz.
Demirtaş, şu anda Moskova’da gayet iyi ağırlanıp sırtının sıvazlanmasına ve kulağına hoş vaatler fısıldanmasına aldanıp boş hayallere kapılırsa bir kez daha yanılmış olur.
Akşam, 22.12.2015