Valilikler kaldırılamaz mı?

Devlet Bahçeli, son yıllarda izlediği itidalli politikalarla; bazı önemli siyasi krizlerde takındığı ilkeli tutumla;
özellikle milliyetçi gençliği şiddetten, sokaktan, provokasyondan uzak tutma konusunda gösterdiği çabalarla pek çoğumuzun takdirini kazandı.
Ama şimdi ne olduysa oldu; Kürt açılımıyla ilgili olarak kullandığı felaket üslupla ve takındığı tutumla hepimizi şaşırttı.

Elbette muhalefet edecekti; bunu biliyorduk. Ama üslup bu mu olmalıydı? Tutum böylesine uzlaşmaz mı olmalıydı?

25 yıldır tekrarlanan ne kadar klişe varsa ardı ardına sıralayıp başka da hiçbir şey söylememek muhalefet mi oluyor yani?

Yazık… AK Parti’den tırtıklanacağı umulan yüzde birkaçlık oy için tarih önünde böyle bir pozisyona düşmeye değmezdi doğrusu…

***

Klişeler dedim ya; Kürt sorununda çözümün karşısına dikilenlerin tekrarlayıp durduğu klişeleri eleştirirken, aynı hataya “açılım” adına düşmemeye dikkat etmek lazım. Yıllardır, çözüme ilişkin bazı fikirler ya da projeler de -ayrıntıları bir türlü konuşulmayıp, sadece adı anılıp geçildiği için- klişelere dönüşmenin eşiğinde, bilmiş olalım.

Şu anda, Kürt sorununun siyasi çözümünden bahseden herkesin, soyut kavramlar yerine, ne demek istediğini somut maddeler halinde sıralamasının zamanı geldi. Kültürel haklarsa, hangi kültürel haklar; afsa, nasıl, hangi kapsamda bir af; yerel yönetimlerin güçlendirilmesiyse, hangi noktaya kadar uzanan, hangi noktaları dışta bırakan nasıl bir güçlendirme; Anayasa’nın vatandaşlık tanımını değiştirmekse, nasıl bir ifadeyle değiştirmek…

Bu konular açılmalı ki, tek tek maddeler üzerinde somut, ayrıntılı tartışmalar da başlayabilsin. Konu artık askeri çözümcüler-siyasi çözümcüler gibi kaba saba bir saflaşma konusu olmaktan çıkıp, siyasi çözümden kimin muradının ne olduğu da net bir biçimde anlaşılabilsin.

Mesela şu yerel yönetimlerin güçlendirilmesi meselesi…

Bir taraf sürekli yerel yönetimleri güçlendirelim deyip dururken öbür taraf ise “Bu Türkiye’nin bölünmesi demektir” diye tekrarlayıp duruyor.

Peki, Kürt sorunu dendiğinde gündeme gelen reformların en önemlilerinden biri olan bir konuda söylenecek başka bir şey yok mu?

Aslına bakarsanız, bu mesele taa 2003 yılında gündeme gelmişti. O tarihte hazırlanan Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı devletin idari yapısıyla ilgili büyük bir dönüşüm projesinin başlangıcı niteliğinde bir tasarıydı. Bir anlamda, hedeflenen kamu yönetimi reformunun çerçevesini belirleyen bir temel metin, bir çerçeve yasaydı… Bu tasarının yasallaşmasının ardından, Kamu Personel Rejimi Yasa Tasarısı ve Yerel Yönetimler Yasa Tasarısı başta olmak üzere birçok başka tasarının da gündeme gelmesi bekleniyordu.

Ne yazık ki olmadı. Hükümet bu paketi geri çekmek zorunda kaldı.

Ama madem ki şu anda idari yapıda bir reforma, Güneydoğu’da halkın yönetime katılımını sağlamak için de ihtiyacımız var; o zaman dönüp 2003’te yapılan bu hazırlıklara tekrar bakabilir; kaldığımız yerden tekrar başlayabiliriz.

Aynı konu, geçen yıldı sanırım; DTP tarafından Meclis’e getirilmeye çalışıldı. DTP, Demokratik Özerklik Projesi adı verilen projeyi Meclis’te geniş bir biçimde tartışılabilmesi için milletvekillerine, bakanlara ve büyükelçilere gönderdi.

Tabii, yine malum “ihanet”, “bölücülük”, “ayrılıkçılık” suçlamaları arasında güme giden bir proje oldu bu da…

Ama o metin de hâlâ duruyor ve madem ki şu anda Kürt Açılımı’ndan ve somut adımlardan söz ediyoruz; tekrar dönüp bu projeye de alıcı gözle bakabiliriz.

DTP bu projeyle ne öneriyordu?

Şu anda Kürtler’i ciddi bir temsil yeteneğine sahip tek siyasi partisi olan DTP, bu projeyle Türkiye’nin 20-25 özerk bölgeye ayrılmasını öneriyordu. ‘Türkiye’nin üniter yapısına saygı gösterilmesi koşuluyla yerel ve bölgesel özerk yapıların önünün açılması, resmi dil ve bayrak bütün Türkiye için geçerli olmakla birlikte her bölgenin kendine ait sembolleri ve renklerine izin verilmesi” isteniyordu. Her bölgenin kendi ismi ile adlandırılacağı yeni bir yönetim biçimi oluşturulması, yerel yönetimlere daha fazla yetki verilmesi, valilerin halk tarafından seçilmesi talep ediliyordu. Kürt dili ve kimliğinin anayasal güvenceye alınması istenen projede, “Trabzon, Diyarbakır, Van, Erzurum gibi illerin bölgesel metropoller ilan edilmesi, Kuzey Irak yönetimi ile dostane ilişkiler geliştirilmesi, yerel kaynakların yerel yönetimlere aktarılması” önerileri sıralanmaktaydı.

Bence bu öneriler hiç de yabana atılacak öneriler değil. Merkezi yönetimin adem-i merkeziyetçi bir yapıya doğru evrilmesini; merkezi devletin yerel yönetimlere yetki devrini prensipte doğru buluyorsak, böyle bir yapıyı üniter devletin ilgası olarak görme gibi bir takıntımız yoksa, işte size tartışma için bir kalkış noktası…

Bu arada hazır başlamışken, bu tartışmaya -çoktandır arada bir lafı edilen- bir noktayı daha eklemekte yarar var:

Hiç düşündünüz mü; her ilde halkın seçtiği bir belediye başkanı varken, bir de devletin gönderdiği valiye neden ihtiyaç var? Her ilde bir devletin bir de milletin temsilcisi olmak zorunda mı? Yukarıdaki projede talep edildiği üzere, valileri seçimle işbaşına getirmek yerine, iki “mülki amirli” bu yapının yarattığı yetki ve sorumluluk kargaşası sona erdirilip valilikler kaldırılamaz mı?

Bugün, 05.08.2009

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et