Özgürlük taleplerine karşı gelmekten yorulmadılar mı, merak ediyorum. Yasağı, eşitsizliği, haksızlığı savunmaktan hicap duymuyorlar mı, hakikaten öğrenmek istiyorum. Başörtülü insanları göstererek; ‘bunları üniversiteye almayın’ demek hangi vicdana sığar? Eğitim hakkını yok eden, din ve vicdan özgürlüğünü gasp eden bir durum nasıl savunulabilir?
Hâlâ bu yasağı savunan kimse ağzına ‘uzlaşı’ kelimesini almasın.
Tüm kamuoyu araştırmaları gösteriyor ki halkın yüzde yetmişe yakını üniversitelerde başörtüsü yasağının kaldırılmasını istiyor. Demokrasilerde milli iradenin tecelli ettiği ve onun üstünde başka bir güç bulunmayan Meclis’in üçte ikiden fazlası bu yasağı kaldıran bir düzenleme yaptı, hani, Anayasa Mahkemesi’nin yetkisini aşarak iptal ettiği anayasa değişikliği…
Kamuoyunda ve Meclis’te oluşan bu kanaatler ‘uzlaşı’ değilse, peki nedir uzlaşı?
Değişimi ‘uzlaşarak’ sürdürmek niyetinde olanlara açıkça sormak lazım: Siz başörtüsü yasağının kalkması gerektiği yolundaki uzlaşının neresindesiniz? Eğer siz, açıkça hak ihlali olan böyle bir konuda, kamuoyu ve Meclis ezici bir çoğunlukla yasağı kaldırmaktan yana bir tutum sergilemişken hâlâ yasağı savunuyor ve bu büyük uzlaşının bir parçası olmaktan kaçınıyorsanız ‘uzlaşı’ isteme hakkını da imkânını da kaybediyorsunuz. Siz böylesi bir uzlaşının içinde değilseniz, o büyük kitleden hiçbir konuda ‘benimle anlaş da değişimi öyle yap’ deme talebinde bulunamazsınız.
Bundan böyle o büyük kütle, örneğin, yeni anayasayı yaparken sizinle ‘uzlaşı’ arayışında falan olmaz. Siz dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir haksızlığı savunurken, bizzat haksızlığa uğrayanlardan sizin hak taleplerinizi desteklemesini bekleyemezsiniz.
Dolayısıyla bir çağrı yapmak istiyorum başörtüsü yasağını savunan kesimlere; bu fırsatı kaçırmayınız. Eğer gelecek günlerde herhangi bir konuda ‘uzlaşı’dan söz edecekseniz, başörtüsü yasağını kaldırmak için adım atarak başka konularda uzlaşı talep etme hakkı kazanabilirsiniz.
Bu fırsatı kaçırmayınız. Siz çözümün parçası olsanız da olmasanız da sorun bitmiştir. Minimum düzeyde bir siyasal akıl, en azından bu aşamadan sonra çözümün yanında durmayı gerektirir.
YÖK Başkanı Profesör Özcan, yasağın kalkması için yasal bir düzenlemeye ihtiyaç olmadığını söyledi. Bundan böyle başörtülü öğrenciler derslere girer ve öğretim üyeleri ‘isterlerse’ onlar hakkında tutanak tutabilir, disiplin soruşturması isteyebilir. Sonrası idareye kalmıştır; idarenin de tutanakla tespit edilen ‘durum’u disiplinsizlik olarak niteleyip öğrencilere ceza vermesi pek muhtemel değildir. Yani bu yolla sorun, ‘fiilen’ aşılmış olacaktır.
Yine de öğretim üyelerinin tutumu önemli. Bu süreçte üniversitelerde kim özgürlükçü, kim yasakçı ortaya çıkacak. Kemal Gürüz ve Erdoğan Teziç’in adeta kışlaya çevirdikleri üniversitenin kalıntılarında bile binlerce öğretim üyesi önceki yıl ‘özgür üniversite’ kampanyasına imza vermişti. Şimdi normalleşmeye başlayan kampüslerde üniversitelerinin yasakla değil bilimle, özgürlükle anılmasını isteyen öğretim üyelerinin sayısını hiç azımsamayın.
Özgürlüğe, eşitliğe, eğitim hakkına, din ve vicdan özgürlüğüne karşı çıkmanın dayanılmaz ağırlığını da düşünün. Üniversiteyi binbir zorlukla kazanmış, ama çalışmış ve kazanmış, ailesine, köyüne, kasabasına umut olmuş binlerce başörtülü öğrenciyi okuttukları dersten mahrum etmek isteyecek öğretim üyelerinin olacağını sanmıyorum. Kendi öğrencilerinin haklarına göz diken, öğrencileri arasında ayrımcılık yapan öğretim üyeleri varsa da bilelim bunları; öğrencileri ve meslektaşları tanısın onları.
Kolay değil yasağı savunmak, haksızlığı savunmak…
Başa dönersek; bu ülkede ‘uzlaşma kültürü’nü ağızlarından düşürmeyenler bu yasağın fiilen veya hukuken ortadan kaldırılmasına destek vermezlerse bunun anlamı bellidir. Bu, başörtüsü yasağını destekleyen kesimlerle temel hak ve özgürlükler zemininde hiçbir zaman uzlaşı olmayacaktır demektir. Uzlaşı için hak ve özgürlüklerden başka bir zemin de bulunmadığına göre bu kesimlerle ‘uzlaşma’ yolu artık tamamen kapanacaktır.
Zaman, 08.10.2010