Dehşet içinde dinliyoruz. Tıpkı bir ıstakozun kendisiyle ilgili yemek tariflerini dinlemesi gibi.
Biri kaynar suda haşlamaktan söz ediyor, diğeri közlemekten.
En son birilerinin Balyoz’la ezip, püre yapıp yemekten söz ettiklerini duyuyoruz.
Bizimle ilgili konuşup, bizim hayatımız üstünden planlar yapıyorlar.
Bir yerlerde bombalar patlayacak, biz öleceğiz; “mümkün olduğunca daha çok çocuğun katılımı sağlanacak”, denizaltı müzesi havaya uçurulacak, çocuklar ölecek.
Böylece “ortam” oluşturulacak ve sonra darbe gerçekleşecek.
İlk etapta on binlerce kişinin, mesela 50.00 kişinin öldürülmesini göze almış cuntacılardan söz ediliyor. 200.000 kişiyi stadyumlara toplamaktan ve 12 Eylül usulü takibattan.
***
Eldiven, Sarıkız, Yakamoz, Balyoz…
Eşiniyorlar, hırlıyorlar, tıslıyorlar…
İlle onlar da meymenetsiz selefleri gibi darbe yapıp o koltuğa oturacaklar. İlle onlar da vatanı kurtarıp, iktidara sahip olacaklar.
Vatanın kurtarılmaya ihtiyacı yoksa, önce kurtarılacak hale sokacaklar.
Bunun için mezhep kavgası çıkarmaktan, toplumu birbirine düşürüp yüzyıllarca sürecek bir kin ve çatışma ekseni yaratmaktan zerrece çekinmiyorlar.
Bizim onlar için bir “malzeme”den fazla bir değerimiz yok.
Biz sadece “malzeme”yiz…
Ve biz kendisiyle ilgili konuşulanların farkında olmayı başarmış bir ıstakoz dehşetiyle, cuntacıların iktidar ihtirasıyla bizi nasıl katledeceklerini, bunun için kurdukları tuzakları ve birbirinden farklı darbe tariflerini öğreniyoruz.
Bu aşamada artık demokrasiden de geçtik, can güvenliğimizle ilgili kaygı taşıyoruz.
Çünkü onlar için söz konusu olan iktidar ise, vatan, millet, ulus, bayrak ve bütünlük nidalarıyla yapmayacakları melanet yoktur. Bu anlamda, içeride ulusalcılık yaparken dışarıda laikçilik yapmaları, ABD’ye “bana ne, beni al, onu alma” mealinde yazılarla yakarmaları hiçbir biçimde çelişki değil.
***
Şimdi bu planların ifşa edildiği, o uğursuz mutfaklarda pişirilecek masumlara ait bilgilerin ortaya saçıldığı bir ortamdayız. Şimdi iyi-kötü “darbeciler” ve “yargı” kelimelerinin yan yana getirilmeye başlandığı bir dönemdeyiz. Ve şimdi iyi-kötü ıstakoz olmayı reddeden bir siyasi iktidar var.
Ama bu haşlanmamak için yeterli değil.
Haşlanmamak için, reddetmenin bütün gereklerini yapmak zorundasınız.
Bunun ilk şartı ise, sorunla gerçekten yüzleşmek.
Başbakan Erdoğan’ın, genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarının olaylara yaklaşımının olumlu bir şekilde geliştiğine ilişkin yargısı, eğer siyaseten edilmiş bir söz değilse, isabetsiz bir değerlendirmeyi ifade ediyor.
İkinci şart ise, reform yapmak, Kürt ve Alevi açılımlarının gereklerini ertelememek; Heybeliada’yı açmak, Siyasi Partiler Kanununu değiştirmek, sivil anayasa için çabalamak…
Bunların ne kadarı, mevcut oligarşik vesayet sisteminde mümkündür; bunların ne kadarı CHP ve MHP’ye rağmen sonuçlandırılabilir, orası tartışılır.
Ama çabanın kendisi dahi çok şeyi değiştiriyor.
Tecrübeyle sabit ki, reform yaparken yıkılan bir hükümet yok.
Ama yakın tarihimiz, duraksayan hükümetlerin cuntacılara yem olduğunu gösteriyor.
Hiç değilse şu EMASYA’yı kaldırıp atmak mümkün.
Yoksa uğursuz aşçıların elindeki ıstakoz gibi yaşamaya devam edeceğiz.
Star, 02.02.2010