Çok partili siyasî hayata geçtikten sonra CHP’nin elinden iktidarı alan parti Demokrat Parti’ydi. (CHP de bir daha iktidarı geri alamadı zaten.) İktidarı, devleti kuran partinin elinden almanın cezasını askerî bir darbeyle indirilerek ve üç yöneticisini kurban vererek çekti. Ömrü 15 sene sürdü, iktidarda 10 sene kalabildi. Daha sonra yerine kurulan Adalet Partisi de, çalkantılı bir siyasî süreçten sonra 1980 yılındaki askerî darbeyle kapatılarak durduruldu. Halkın CHP’ye karşı büyüttüğü bir diğer parti (MNP ve MSP’nin devamı olarak) Refah Partisi, çalışıp halkın teveccühünü kazanmanın/iktidara gelmenin cezasını yine asker eliyle cezalandırılarak, 28 Şubat’ta kapatılarak çekti.
Bu üç askerî müdahale de, siyasetin normal mecrasında gitmesine darbe vurdukları için, önce iktidara gelen ve sonra ceza olarak kapatılan bu partilerin ömürlerinin normal yollarla bitmesini görmemizi engelledi.
Ama halk yılmadı, kendi dilinden anlayan partileri yine kurdu, yine teveccüh gösterdi ve iktidara getirdi. Bunlardan ilk dikkat çekeni 12 Eylül 1980 darbesinden sonra kurulan ve iktidar olan Anavatan Partisi’ydi. Kurulmaması için çok uğraşıldı. Engellenemeyince, iktidara gelmemesi için her türlü yol denendi. Halk oyunu verip birinci parti yapınca birkaç gün gecikmeli de olsa hükümeti kurma görevi alabildi. Gerçekten tam anlamıyla bir icraat hükümetiydi. Çalıştıkça hem kıskanıldı, hem de iktidarın bir daha geri alınamayacağından korkularak sürekli tehdit altında bırakıldı. İlk iktidar döneminden sonra yapılan ikinci seçimi de kazanınca, vesayet odakları hem geri adım attı, hem de kinlendi. Tabii bu arada, tek başına iktidar sarhoşluğunun getirdiği bir şımarıklık da beraberinde parti kadrolarına hâkim olmaya başladı. Her zaman şikâyetçi olduğumuz kayırmacılık, torpil, iltimas, devletten pay kapma gibi hastalıklar, partinin içini kemirdiği gibi, halk nezdinde de güven ve itibar kaybı yaşatmaya başladı. Lideri, belki de (partisinin selameti açısından) en büyük hatayı yaparak Cumhurbaşkanlığı’na çıktı ve partisini (önce emanetçi gördüğü) bir arkadaşına bıraktı. Böylece ANAP uçağının burnunun aşağıya dönmesi de başlamış oldu. Ne kadar uğraşsalar da tekrar o burnu yukarı kaldıramadılar. Uçak sürekli irtifa kaybetti, en sonunda da düştü. Artık enkazı bile yok.
Bir diğer örnek de, tam olarak uymasa bile Doğru Yol Partisi’dir. DYP, tam olarak DP, AP’nin devamıdır. Hatta arada BTP de vardır. Önü hep kesilen, hep askerî darbeye maruz kalan bir siyasî harekettir. Ama DYP askerler tarafından değil, halkın ihtiyaçlarına karşılık verememekten dolayı, uçağının burnu aşağıya doğru dönmüş ve siyasî hayatı son bulmuştur. Uçağın burnunun aşağıya döndüğünü ve bir daha yukarıya kaldırılamayacağını fark eden efsanevî lideri de, ANAP başkanının yaptığını yaptı ve Cumhurbaşkanı oldu. DYP de o andan itibaren burnunu doğrultamadı ve uçak düştü. Onun da enkazından eser kalmadı.
Türk halkı yılmadı ve yine kendine, kendini temsil edecek ve amaçladığı menzile ulaştıracak bir parti kurdurdu. Adalet ve Kalkınma Partisi 2001 yılında, halkın, diğer bütün partilerden ümidini kestiği bir zamanda, MNP, MSP, RP, FP çizgisinden gelen genç kadrolarca kurulmuş, ama bünyesinde birçok farklı tabakayı barındıran bir partiydi. Katıldığı ilk seçimde (3 Kasım 2002) uçağının burnu parti yönetiminin beklemediği bir füze gibi yukarıya diklenerek, iktidar oldu. Seçimden önce pek şans verilmeyen ama seçime katılamaması veya katılsa bile iktidar/muktedir olamaması için her türlü engelin çıkarıldığı bu parti, CHP hariç diğer bütün partileri tarihî eser olarak siyaset müzesine gönderdi ve tek başına iktidar oldu. Her türlü engellemeye rağmen Ak Parti uçağının burnu 90 dereceye yakın bir diklikle hep yukarıya doğruydu. Kendinden önceki partilerin akıbetlerinden dersler almış, aynı hataları yapmamaya çalışan bir yönetim anlayışı hâkimdi. İkinci girdiği seçim de uçağın burnunu aşağıya değil daha yukarıya çevirtti. Yerel seçimler, referandumlar, tekrar genel seçimler, derken 10 Ağustos 2014’te Cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı ve ANAP ve DYP’nin genel başkanlarının yaptığı gibi partinin başkanı, halkın seçtiği ilk Cumhurbaşkanı oldu. Partisini, güvendiği bir isme Ahmet Davutoğlu’na bıraktı. Belki bu, daha önce ANAP ve DYP’nin yaptığı hataya düşmek gibi oldu. Ama Ak Parti’nin lideri olarak, halkın seçeceği Cumhurbaşkanlığı için başka bir aday gösteremezdi. Aday olmaya mahkûmdu, başka bir şansı da yoktu. Peşinden yapılan ve başında liderinden başka bir genel başkanının bulunduğu 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde partinin uçağı, türbülansa girdi. Uçağın burnu aşağıya döndü. Tehlikeyi gören Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın el vermesiyle 1 Kasım 2015 seçimlerinde uçak burnunu doğrultmayı başardı. Ama 7 Haziran’da yakalandığı türbülans uçağın bünyesindeki bazı rahatsızlıkları ve hastalıkları görme (veya göze sokma) imkânı verdi. Uçak bir daha böyle bir türbülansa girerse tekrar burnunu doğrultamayabilirdi. Bu görüldü. Bir müddet sonra ilk tedbir olarak Genel Başkan değişikliği yapıldı.
16 Nisan 2017’de yapılan Anayasa değişikliği referandumuyla, partinin doğal lideri ve mevcut Cumhurbaşkanı’nın partisinin başına dönmesinin yolu açıldı. Artık birinci pilot dümeni tekrar eline almıştı. Partisinin hasar görmemesi ve yere çakılmaması, burnunun tekrar yukarıya doğru çevrilmesi için belki de son bir gayret göstermek gerektiğine inanmış olacak ki, tedbir almak ihtiyacı hissettiğini müteaddit defalar dile getirdi.
“Teşkilatlarımızda metal yorgunluğu var”, “yorulanlar çekilsin”, “belediyelerle iş yapanların yakınları yönetim kadrolarında olamayacaklar”, “liyakata önem vereceğiz”, “ev ev dolaşacağız” vb. sözler önce Cumhurbaşkanı’nın ağzından, sonra da Başbakan’ın ağzından duyulmaya başlandı. Bu sözlerin, partinin birinci ve ikinci ağızlarından, partinin kuruluşunun 16. Yıldönümüne denk gelen günlerde sıkça dile getirilmesi, halkın dilinde ve kafasında bu tür şikâyetlerin/kaygıların çok önceden var olduğunu gösteriyor. Ben de bu şikâyetleri zaman zaman, ama son zamanlarda sıklıkla duymaktayım. Genelde şu söz çok kullanılıyor. “Genel seçimde başka partiye oy vermem ama yerel seçimde mevcut başkana ve ekibine kesinlikle oy vermeyeceğim”. Bunu neden söyler bir insan, bilemem. Hizmetten mi memnun değildir, kayırmacılıktan mı şikâyetçidir, kamu malının ve parasının hoyratça ve parti teşkilatlarınca kullanıldığından mı mustariptir bilemeyiz. Ama biliriz ki şikâyet bunların hepsi ve belki daha fazlasıdır. Şayet tedbir alınmazsa halk bir ceza vermek için hazır beklemektedir. Üst yönetim tarafından bu görülmüştür. Tedbir alınmaya çalışılmaktadır. Teşkilâtlarda büyük çaplı bir değişiklik, uçağın burnunun yukarı kalkması için çare olarak görülmektedir.
Ancak ben bu tedbirlerin sonuç vereceği konusunda biraz karamsarım. Eğer bir partinin lideri, parti bünyesindeki hastalıkları görmüşse, halk bunu çok önceden görmüş demektir. Görülen şeyler lider tarafından her yerde ve her fırsatta dile getirilmeye başlanmışsa da durum çok vahim demektir. Halk belki son noktaya kadar, belirtilerin “yerel veya lokal” olduğunu düşünüyor olabilir. Ama Genel Başkan böyle söylüyorsa, demek ki “genel bir hastalık” vardır. İşte böyle bir ortamda halk ümidini keser, küser ve ilk fırsatını bulduğunda uçağı terk eder. Yani uçağın burnunun doğrultulması çabasına pek fırsat/şans vermeyebilir. Çünkü uçağın burnunun aşağıya döndüğü artık ifşa edilmiş ve kabullenilmiştir. Bunun Türkçesi “bizim içimizde yanlış yapanlar var ve biz bunları bugüne kadar ses çıkarmayarak koruduk, şimdi onları atacağız, siz yine de bize güvenmeye devam edin” demektir. Kadroları değiştirmekle toparlanmak mümkün olamayabilir. Ak Parti’nin burnu tekrar yukarıya kaldırılamayabilir. Bu çok üzücü bir son olur. Türkiye büyük bir şansı kaçırmış olur. Uçağın burnunun tekrar yukarıya kalkması, bu zamanda, bu ülke ve bu coğrafya için tek ve son çaredir. Dilerim korktuğum gibi olmaz.
Şayet Erdoğan, uçağın burnunu buradan bile tekrar yukarıya kaldırmayı başarabilirse, onun liderliğinin, kendi sağlığında sorgulanmasının imkânı da kalmaz. Çünkü bu artık ulaşılması imkânsız bir liderlik başarısı olur.