Yazının başlığının birçok okuyucuyu şaşırtacağının farkındayım. Fetih kelimesi askerî işgal ve insanların rızası hilafına toprakların ele geçirilmesi çağrışımı yapıyor. İnsanlık tarihi de bir anlamda fetihler tarihi. Ancak fetihler tek taraflı değil. Fatihler çoğu zaman kendileri de fethediliyorlar.
Günümüz dünyasındaysa sınırların zorla değiştirilemezliği ilkesi yaygın kabul görüyor. Bunda dünyanın nüfus ve siyasî oluşum bakımından bir doygunluğa ulaşmış olmasının önemli payı var. Bütünleşen piyasalar da refahı bir yerde toplanmaktan kurtarıp dünyaya dağıttığı için fetihler anlamsızlaşıyor. F. Bastiat’nın dediği gibi sınırlardan malların geçmesine izin verilmezse askerler geçer. Dünyada serbest piyasa yaygınlaştıkça malların akışı silahlı adamların akışını engelleyecek ve yavaşlatacaktır.
Güneyimizde acı olaylar yaşanıyor. Suriye yanıyor. Bir taraftan halk parçalanıp birbirine girmiş vaziyette diğer taraftan dünyanın kabadayıları ve bölgesel ihtirası azmış güçler Suriye’de şiddet kullanıyor, şiddete destek veriyor. Sadece muhteris İran değil Kuzey’deki uzak komşumuz Rusya da büyük güç olma hayaliyle hiçbir insanî sınır tanımadan despotik Esad rejimine destek veriyor.
Bu şartlar altında Türkiye’nin dış politikasını tek taraflı eleştiriye tutmak iyi niyetle ve adâletle bağdaşmaz. Ayrıca bir önyargıyı yansıtır. Meselâ, “sıfır sorun politikası dedik tüm komşularımızla aramız bozuldu” söylemi bunun bir örneği. Bir kere Türkiye Gürcistan, Romanya, Yunanistan ile iyi ilişkilere sahip. Rusya ile son zamanlarda ilişkilerin kötüleşmesi Türkiye’den çok Rusya yüzünden. Suriye’de otoriter rejimin halkını katletmesi Türkiye’yi istese de istemese de etkiler. Suriye ile ilişkiler bozulmasın demek rejimin katliamına destek çıkalım demek anlamına gelir. İran’a gelince, bu ülke emperyal bir vizyona sahip ve tüm Ortadoğu’nun başat gücü olmak istiyor. Bunun yollarından biri olarak da Türkiye’nin güneyinde bir Şii kuşağı oluşturmaya çalışıyor. Türkiye buna İran ile ilişkiler bozulur diye sessiz mi kalmalı yoksa karşı hamleler yapmaya mı çalışmalı?
Askerî fetihler ve kaba güçle sağlanan üstünlükler kalıcı olmakta zorlanır. Tarih buna şahit. Aynı şeyin Suriye’de tekrarlandığını göreceğiz. Türkiye, retorikte yapılan hataları ve Batılı müttefiklerine abartılı güveni bir tarafa bırakırsak, Suriye meselesinde doğru politikalar uyguladı. Ancak, her şeyden önemlisi Suriyeli mültecilere kucak açması.
Mültecilerle ilgili önyargılar çok. İşsizliğe sebep oldukları, ücret seviyesini düşürdükleri, ağır toplumsal problemlere sebep oldukları iddiaları boş ve temelsiz. Bütün bilimsel araştırmalar göçmen dalgalarını ülkelere orta ve uzun vadede zarar vermekten çok fayda sağladığını gösteriyor.
Türkiye milyonlarca mağdur ve mazlum insana ev sahipliği yaparak bir destan yazıyor. Mülteciler arasında Araplar, Kürtler, Ezidiler, Türkmenler var. Hepsi diğer ülkelerdekine kıyasla çok iyi muamele görüyor. Türkiye’dekinin onda birini bulmayan bir mülteci dalgasıyla karşılaşan AB’nin kıvranması, ikiyüzlülüğü ve ayrımcılığı Türkiye’nin davranışını abideleştiriyor.
Türkiye bunu yapmakla aslında Suriye’yi fetheden gerçek güç oluyor. Bir gün savaş bitecek ve insanlar ya ülkelerine dönecek ya da yeni vatanlarıyla eski vatanları arasında kuvvetli bağlar oluşturacak. O gün geldiğinde bu topraklarda iyi misafirlik gören insanlar Türkiye’nin gönüllü elçileri ve müttefikleri olarak Suriye’yi Türkiye’ye bağlayacak. Suriye topraklarındaki vahşet ve insanlık dışı işler moralimizi bozsa da, Türkiye milyonlarca mülyteciye ev sahipliği yaparak Suriye’yi fethediyor.
Yeni Yüzyıl, 27.11.2015