Türkiye’nin AB’ye Üye Olması Şart mı?

Türkiye AB ile devamlı bir çekişme içinde. Haklı olduğu noktalar da var haksız olduğu noktalar da, ancak, hiç bir şekilde, iki taraf arasındaki tüm problemlerin sadece Türkiye’nin tarzından ve tercihlerinden doğduğu söylenemez.

AB birçok yönüyle faydalı bir proje. İki büyük savaşla yıkılmış ve insanlığı yıkıma uğratmış bu eski kıtada tekrar büyük savaşların yaşanmaması arzusunun ve arayışının sonucu olarak doğdu. Ekonomik bir birlik olarak başlayıp siyasî bir birlik olmaya doğru yürüdü. Tüm isteğine rağmen ABD, Çin gibi büyük güçleri dengeleyebilecek bir güç olma konumuna ulaşamadı. Askerî bakımdan çok zayıf. Ciddî demokratik açıklarla malul. Brüksel’de toplanan bürokratik otorite demokratik meşruiyetten mahrum. Ayrıca, uyum ve harmonizasyon adına çeşitliliği ve rekabeti budamakta.

AB demokrasinin, hukukun hâkimiyetinin, insan haklarına saygının ana ilkeleri ve değerleri arasında yer aldığını söylüyor. Ancak, alandaki duruma bakılınca, hem bütün olarak AB’nin hem de özellikle onun başını çeken Almanya ve Fransa’nın, tıpkı ABD gibi, bu ilkeleri ve değerleri işine geldiğinde hararetle savunduğu işine geldiğinde görmezden gelmekten ve çiğnemekten çekinmediği görülüyor.

AB Türkiye’nin PKK’nın ırkçı Marksist terörüne karşı mücadelesini asla samimiyetle onaylamadı ve desteklemedi. 15 Temmuz’da demokrasimizin maruz kaldığı alçak darbe teşebbüsü karşısında da ikircikli bir tavır takındı. Aslında darbenin başarılı olmasını istedi. Başarsalardı hemen darbecileri tanıyacaktı. Tavrını Erdoğan yönetiminde gördüğünü söylediği  “otoriter eğilimlere” bağlayacaktı ama ana sebep Erdoğan’ın AB’ye karşı dik durması ve daha bağımsızlıkçı bir dış politika izlemek istemesi olacaktı. Darbenin başarısız olması AB’de büyük hayal kırıklığı yarattı.

AB Mısır’da Sisi’nin seçilmiş cumhurbaşkanı Mursi yönetimine yaptığı ahlâksız darbeyi destekledi. İdare edilen seçimlerle devlet başkanı seçilen Sisi’yi tereddüt etmeden tanıdı. Mısır ile ilişkilerini geliştirmeye çalıştı. Son olarak AB liderleri diktatör Sisi’nin ülkesinde bir AB-Arap buluşmasına koşarak gitti. Aynı günlerde 9 masum gencin rejim tarafından hunharca idam edilmesi idam cezasına karşı olduğunu söyleyen AB’nin kılını kıpırdatmasına bile yetmedi. Gösterişli resmî toplantılar yapıldı. Dahası, AB liderleri kendi aralarında ve Sisi ile yılışık şakalaşmalar ve yaptı ve bilardo masalarında hoş  vakit geçirdi.

Türkiye yılardır AB kapısında bekletiliyor. Her seferinde karşısına yeni şartlar çıkartılıyor, önüne yeni bariyerler konuyor. Türkiye’den her bakımdan çok daha geri olan Bulgaristan, Romanya, Polonya gibi ülkeler çoktan AB üyesi oldu, Türkiye’nin üyeliği ise meçhul bir bahara kaldı. Doğrusu ben AB’nin Türkiye’yi üye yapmak istediğini ve yapacağını sanmıyorum. Bunun ana sebebi Türkiye’de nüfusun ağırlığının Müslüman olması. The Economist’in son sayısında işaret edildiği gibi İslam Avrupalı, Müslümanlar ise Avrupa’nın bir parçası ve gerçeği. Ama Müslüman nüfusa sahip olmak ile Müslüman bir üyeye sahip olmak aynı şey değil.  AB, nüfusu Müslüman ve kalabalık olan, imparatorluk mirasına sahip, her bakımdan büyük potansiyeliyle gelecekte AB’nin motoru olabilecek bir ülkeyi üye olarak almak istemeyecektir.

AB’ye üyelik hakkında benim görüşüm şu:  AB uygarlığın ne kaynağı ne de sonucu. Türkiye’ye kaşı daima ilkesiz ve önyargılı. Ayrıca, kendisinin parlak bir geleceğe sahip olduğu, hatta ayakta kalabileceği de şüpheli. AB, işi iyice yokuşa sürmeden, hemen Türkiye’yi üye olarak alırsa eyvallah, ama almazsa karalar bağlamamız gerekmez. Türkiye’nin ille de AB üyesi olması şart değil. Liberal demokrasinin ve piyasa ekonomisinin kurallarına sıkı sıkıya riayet eden bir Türkiye hemen her bakımdan AB’den daha ileri gidebilir.

Yeniyüzyıl, 28 Şubat 2019

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et