Uygarlığın temel ölçütlerinden biri, insanların kendileri gibi olmayan insanlara kendileri gibi olan insanlara muamele ettikleri gibi muamele etmeleridir. Birçok medeniyet kuramcısı, özellikle liberal filozoflar, bunun altını sıklıkla çizer. Din, dil, kültür, etnisite bakımından bizimle ortaklıkları olan insanlara iyi muamele etmek, onların haklarını çiğnememek, kuralları uygularken ayrımcılık yapmamak, dertleriyle ilgilenmek ve destek sağlamak istisnaî bir durum değildir ve yapılması kolaydır. Ancak, asıl önemli olan din, dil, kültür, etnisite bakımından bizden farklı olanlara da aynı şekilde muamele edip etmediğimizdir. İyi ve uygar insan olmak büyük ölçüde buna bağlıdır. Dünyadaki zulümlerin ve acıların azaltılması da…
Liberal teorisyenler toplumları açıklamak için metodolojik bireycilik denen yöntemi kullanır. Bunun sebebi, beşerî çeşitliliği izah etmenin ve korumanın ancak bireyci bir yaklaşımla inşa edilebilecek olmasıdır. Nerede temellendirilirse temellendirilsin (dil, din, ırk vb.), kolektif kimlikler üzerinden konuşmak kaçınılmaz olarak farklı olanları ötekileştirme sonucunu getirir. Genel bir insan hakları teorisi ve insan haklarını gözeten bir siyasî yapılanma ancak ve yalnızca soyut birey tiplemesi üzerinde yükselebilir. İnsan hakları Müslümana, Hristiyana, ateiste değil soyut insana aittir. Hiç kimse belli bir sosyolojik özelliğe sahip olduğu için hak sahibi olamaz, aynı özelliklerden dolayı haklardan mahrum edilemez.
Bu, insanların bir dile, dine, kültüre ait olduğu gerçeğini reddetmek anlamına gelmez. Bu aidiyetler zaten veridirler, İstense de yok edilemezler. Ancak, homojen görünen bu aidiyetlerin içinde bile gruptaki bazılarının dışlanmasına sebep olabilecek farklılıklar vardır. Yani, kolektivite esas alındığında, kolektivitenin iç parçalanmaya uğraması kaçınılmazdır. Çünkü, insanlar asla bir diğerinin tıpkısının aynısı olamazlar. İnsan dünyası muazzam bir renklilik sergiler ve uygar insanlar kendileri gibi olmayan insanların hak ve hukukuna da özen ve saygı gösterir.
Bu, ülkeler için de bir uygarlık kıstasıdır. Uygar ülkeler, dünyanın neresinde olursa olsun insanların haksızlığa uğraması, zulme maruz bırakılması durumunda tepki gösterir. Mağdurlara elinden geldiğince yardım eder. Bu çerçevede en fazla ihtimam gösterilmesi gereken insanlar sığınmacılardır, mültecilerdir. Mülteciler belki de dünyadaki en mağdur, en mazlum, en kırılgan insanlarıdır. Kendi nefsimizde test ederek anlayabiliriz ki, hiç kimse kolay kolay doğduğu, büyüdüğü, köklerinin gömülü olduğu toprakları terk etmek istemez. İnsanların büyük çoğunluğu doğup yaşadıkları, hatıralar biriktirdikleri coğrafyada ölmeyi arzular. Vatanlarını terk ettiklerinde de gönüllü olarak gider. Zorla gitmeleri sürülmeleri, kovulmaları, bir ağaç gibi köklerinden sökülüp atılmaları demektir. Bunu yapmak bir insanlık suçudur. İnsanlar hayatlarının tehlikeye gireceğini gördüklerinde de vatanlarını terk etmek mecburiyetinde kalabilirler. Son zamanlarda maalesef bunun acı örnekleriyle karşılaşıyoruz.
Türkiye üç dört yıldır yoğun mülteci akınlarına şahit ve sahne oldu. Irak”taki iç savaştan kaçan yüzbinlerce insan ülkemize sığındı. Hükümet doğru olanı yaparak bu insanlara kucak açtı. Onlar için kamplar hazırladı. Akrabası olanların akrabalarının yanına gitmesine engel olmadı. Mültecilerin ihtiyaçların karşılanması için tedbirler aldı. Suriye”den akın hâlâ devam ediyor. Sağcı ve solcu ırkçılar, zaman zaman, sığınmacıların Arap ve Müslüman asıllı olmasından, bazılarının sokaklarda dilenmesinden veya, iddialara göre, suç olaylarına bulaşmasından dolayı mültecilere nefret kusuyor. Hükümeti kapıları açıp mültecileri ülkeye soktuğu için kınıyor, suçluyor. Bu tavır çok yanlış. Türkiye”nin topraklarına sığınmak isteyen insanlara sınırlarını açmaması hem uluslararası hukuk açısından imkânsızdır hem de insanlık ahlâkına aykırıdır. Yoğun göçün sorun yaratması göçün engellenmesini değil sorunlarla mücadele etmeyi gerektirir. Sivil toplum unsurlarının da sığınmacılar aleyhine konuşmak, kampanya yürütmek yerine, bu mücadeleye destek olması beklenir.
Şimdi Türkiye yeni bir mülteci akını ihtimâliyle yüz yüze. Bu sefer Irak”ta yaşayan Yezidî halkından binlerce insan IŞİD adlı örgüt tarafından katledilmekten kurtulma çabası içinde Türkiye”ye doğru kaçabilir. Bazıları geldi bile. Bu vuku bulursa Türkiye”nin Suriye”den gelen Müslümanlara yardım ettiği gibi Irak”tan gelecek Yezidilere de kapılarını açması ve elinden geldiğince yardım etmesi lâzım. Yezidilerin farklı bir dine mensup olması bu ahlâk ve insanlık görevi karşısındaki tutumumuz bakımından hiçbir farklılık meydana getirmemelidir. Bunu yapması Türkiye”yi güçlendirecek ve yüceltecektir.
16.08.2014, Yeni Şafak