Türkiye siyasetinin en renkli simalarından, eski başbakanlardan ve cumhurbaşkanlarından Turgut Özal’ı geçtiğimiz Salı günü hayırla ve rahmetle andık. Özal 25 yıl önce -1993’te- aniden vefat etti. Ölümüyle ilgili çok spekülasyon yapıldı. Zehirlendiği öne sürüldü. Uluslararası komployla ortadan kaldırıldığı iddia edildi. Bunların hepsi teorik olarak mümkün ama hiçbiri tam olarak ispatlanmış değil. Hepimizin bildiği gerçek Özal’ın genç sayılacak, ülkeye daha büyük hizmetler yapabilecek bir yaşta vefat etmiş olması
Turgut Özal çevreden merkeze yürüyen bir insandı. Bir Anadolu çocuğuydu. Tek parti cumhuriyetinin imtiyazlı tabakalarından çıkmamıştı. Siyasî kariyeri Türkiye’nin sosyolojik ve siyasal evriminde önemli bir dönemeci temsil etti. Kendi açımdan bakacak olursam, Özal’ın hayatımda derin izler bıraktığını söylemem mümkün. Sanırım bu durumda çok insan var.
Ancak, onu ve dönemini aniden doğmuş bir mucize gibi algılamak tarihten ve hayatın akışından habersizliğe işaret eder. Özal birden bire ortaya çıkmadı. Devam eden bir sosyolojik değişim sürecinin eseri ve aktörü olarak sosyal ve siyasî tarihimizde yerini aldı. Ondan önceki merkez sağ liderler olan Menderes ve bir dereceye kadar Demirel onun ortaya çıkmasını sağlayan sürecin parçasıydı. Demirel siyasî olarak Özal’a rakip oldu ve çirkin bir muhalefet politikası izledi. Ama bu, siyasetçiler arasında ender karşılaşılmayan bir kavgaydı. Benim altını çizdiğim ise sosyolojik gelişme.
Köylü nüfusun azalması, şehirlerin büyümesi, ortalama tahsil seviyesinin yükselmesi, muhafazakâr halk kesimlerinin özellikle yeni nesillerinin daha görünür hâle gelmeye başlaması, Anadolu’da İstanbul sermayesini kontrol edenlerden farklı bir dünya görüşüne ve hayat anlayışına sahip yeni bir iş adamları tabakasının doğması ve güçlenmesi bu toplumsal gelişim ve dönüşümün en dikkat çeken unsurları arasındaydı. Özal ve siyasî hareketi ANAP hem bu gelişmelerin siyasî yansıması oldu hem de bu gelişmeleri hızlandıran bir katalizör işlevi gördü.
Turgut Özal bir fikir insanı değildi. Zaten siyasetçilerin sistematik okuma, düşünme ve analiz becerisine ve alışkanlığına sahip fikir insanları olmasını beklemek de boşuna. Siyaset ayrı bir şey ve tarihî tecrübe akademisyenlerin ve düşünürlerin başarılı siyasetçi olamadığının bazıları acı örnekleriyle dolu. Demek ki bir alanda yetkin olmak başka bir alanda da yetkin olmayı garanti etmiyor. Demek ki taş yerinde ağır…
Turgut Özal iyi bir gözlemci ve pragmatik bir bürokrattı. Bu özelliklerini siyasete de taşıdı. Devlette de özel sektörde iş tecrübeleri vardı. Zengin dünyanın zenginleşmesinin ardında yatan dinamiklerin farkındaydı. Bunları geniş halk kesimlerinin kolay anlayabileceği şekilde ‘üç özgürlük’ olarak adlandırdı. Bu özgürlükler şunlardı: Din ve vicdan özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü ve teşebbüs özgürlüğü Bunların her biri derin çalışmalara, araştırmalara konu olabilecek şeyler ama Özal’ın gözlemi, tespiti çok doğru. Özgür ve müreffeh her toplum bu üç ayağa ve onların toplumsal hayattaki yansımalarına dayanıyor.
Turgut Özal vefat ettiği tarihte aslında hem nispeten gençti hem de siyasî isteği ve hırsı vardı. Cumhurbaşkanlığının icracı bir makam olmadığını anlayınca aktif siyasete tekrar dönmek istedi. Ama bunu başaramadı. Sebebi partisinin kontrolünü elinden kaçırmasıydı. Kurucusu olduğu ANAP o daha hayattayken ondan kopartılıp alındı. Bu, Özal’ın Çankaya’da tecrit edilmesine yol açtı. Siyaset böyle bir şey. Özal bunu kırmak için yeni bir siyasî hareket başlatmayı düşündü ama hem çok geçti hem de başarma ihtimâli çok zayıftı.
Bu olaydan çıkartılacak iki ders var. İlk şu: Allah her insana hayatta şans veriyor. Herkes gibi siyasetçilerin de bunu iyi değerlendirmesi gerekiyor. Tekrarı yok. Sıra savıldıktan sonra geriye dönüş ya hiç olmuyor veya çok zor oluyor. İkincisi ise şu: Türkiye’de parti siyaseti güçlü köklere sahip. Siyasî liderler partilerinin kontrolünü kaybederse ortadan silinmeye adeta mahkûm. Bu yüzden, aktif siyaset yapmak isteyen liderler partilerini elinde tutmalı. Sanırım realist bir siyasetçi olan Erdoğan bunu zamanında gördü ve çeşitli hamlelerle partisinin yeniden başına geçti. Bu olmasaydı muhtemeldir ki Erdoğan da Davutoğlu -veya bir başkası- tarafından Özal’ın durumuna düşürülecekti. Bunun işaretleri gelmeye başlamıştı.
Özal’ı özlem ve rahmetle anıyorum. Özal’ı özleyebilirim, çünkü onun dönemini yaşadım. Rahmetle anıyorum çünkü Özal siyasî liderler sıralaması içinde dindar bir insandı. Menderes ve Demirel’den daha dindardı ve muhtemelen ondan da dindar bir cumhurbaşkanı olan Erdoğan’ın yolunu açtı.
Özal bu gök kubbede bir hoş seda bıraktı. Türkiye Turgut Özal’ın izinden yürümeli. Bir başka deyişle Özal’ın ‘üç özgürlük’ formülüne sıkı sıkıya sarılmalı.