Bir kere, mesele kardeş olup olmamak değil, siyasî ve hukukî sistemde bireylere ve birey gruplarına nasıl muamele edildiği. Bu lafı kullananlar ataerkil bir zihniyeti yansıtarak, fiilî eşitsizliği retorikle perdelemeye çalışıyor. Ayrıca, eğer kardeşlik varsa, kardeşlerin birbirlerine insaniyetli ve hakkaniyetli muamele etmesi beklenir. Kardeşlerden biri “mağdurum, dertliyim” diyorsa, diğerinin “sus otur” demek yerine onu dinlemesi ve derdine çare olmaya çalışması lâzım gelir.
2. Birlik beraberliğimizi ve huzurumuzu bozmak istiyorlar. Birlik tutkusu abartılınca, azınlıkta olanlara baskı ve tahakküme dönüşür. Birlikten kasıt dil, din, etnisite, kültür birliği olursa, bu bizi otoriterizme, hatta totaliterizme sürükleyebilir. Demokraside birlik meşru şekilde yalnızca ahlâkî ve hukukî eşitliğe dayanan bir yargı bölgesinde yaşamak anlamına gelir. Huzur, statükoyu korumanın gerekçesi yapılırsa, tahakküm aracı olur. Huzur kendi başına bir değer değildir, özgürlük, eşitlik ve adâletin tesis edilmesinin sonucu ve göstergesidir.
3. Açılım, bağımsız devlet isteyen Kürtlerin oranını artırdı. Bunu geçenlerde bir akademisyen iddia etti. Dedi ki; açılım politikası başlamadan önce bağımsızlık isteyen Kürtlerin yüzde 6 olan oranı, 2011’de yüzde 22’ye çıktı. İlgili kamuoyu araştırmasının sıhhat derecesi ayrı bir konu, ama bu yorumda vahim bir bilimsel metot hatası yapıldığı kesin. İki şeyin bir arada olması, aralarında bir nedensellik bağı olduğunu göstermez. Böyle bir ilişkinin olup olmadığını bulmak için başka araştırmalara ihtiyaç var. Belki de iddianın tersi söz konusu; açılım politikaları olmasaydı bağımsızlık isteyenler yüzde 50’yi aşacaktı, ama bu politika sayesinde yüzde 22’de kaldı. Bu ifade de önceki gibi spekülasyon elbette. Demek istediğim, ciddî ve devamlı araştırmalar yapmadan kesin hüküm verilemeyeceği.
4. TSK’ya Irak’ta ve özellikle Kandil’de operasyon yetkisi verilse PKK hemen yok edilir. TSK “Kuzey Irak”ta defalarca hem kara hem hava operasyonu yaptı. Ayrıca, uluslararası hukuka göre “sıcak takip” yapma, yani sınırı sınırlı amaçla aşma yetkisine ve imkânına sahip. Bütün operasyonlara rağmen PKK bitirilemedi, bitirildiyse yeniden canlandı. “Girelim”, “vuralım” diye bağıranlar elim cenaze törenlerinde provokatörlerin veya Eser Karakaş’ın dediği gibi Bağdat Caddesi kafelerinde ağır ve hafif faşist gazetelerin dolduruşuna gelip her olayda sanki problem yeni başlıyormuş gibi tepki göstermesinler, sorunu tarihî boyutlarıyla görmeye çalışsınlar. Ayrıca, garibanların üzerinden ucuz kahramanlık yapmayı bırakıp cepheye önce kendileri koşsunlar.
5. Kurucu felsefe asla bozulamaz. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kurucu felsefesi var mıydı, tartışılır. Vardıysa da 1950’de zaten tadil edildi. Toplumsal ihtiyaçlar ile zaman ve mekân aşan ilkeler ne gerektiriyorsa, o yapılır. Bugün yaşayanlar, 1920’lerde yaşayanların kölesi değil. Aslolan insana, insan haklarına ve insanların özgür tercihlerine saygıdır. Bir siyasî felsefe, bozulmasını bir yana bırakın, gerekirse tamamen terk edilebilir.
6. Kürt halkı PKK’yı desteklemiyor. Kürt halkının epeyce bir bölümü desteklemezse PKK var olamaz, yaşayamaz. Başka türlü olabilir mi? Türkler bir Mehmetçiği askere gönderirken nasıl hislenip heyecanlanıyorsa, çocuğunu dağa uğurlayan bazı Kürt aileler de aynı şeyi hissediyor olabilir. BDP milletvekilleriyle PKK’lıların samimi kucaklaşmasına niçin şaşırdınız? Bu, bütün mahallenin bildiği sır değil miydi? Devekuşu gibi başımızı kuma gömsek realite ortadan kalkacak mı? Bırakın BDP tabanını, o bölgedeki Kürtlerin neredeyse tümü, hangi partiye oy verirse versin, statükodan ve kendilerine yapılan muameleden rahatsız. Gönül gözü kör olmayan biri bunu, bölgeye yaptığı bir tek ziyaretle dahi anlayabilir.
Kürt ezberleri
1. Halksız devlet olmaz. Kürt halkının “silahlı mücadelesi” self-determinasyon ilkesi gereği haklıdır. Dünyada birçok devletsiz halk var. Her halkın devleti olsaydı, binlerce devlet olurdu. Önemli olan, içinde yaşanan siyasi yapının (polity) niteliğidir. Self determinasyon hakkı başka bazı ilkeler tarafından zayıflatılabilir ve hatta geçersizleştirilebilir. Demokratik, hak ve özgürlüklere saygı gösteren bir devlette insanlar ne iseler o olarak, kimlikleri inkâr edilmeden ve bastırılmadan yaşayabilir. O zaman, en acil ihtiyaç TC’nin demokratikleştirilmesidir.
2. PKK şiddeti haklı şiddettir, çünkü mağdurdan gelmektedir. Şiddet ancak ve ancak nefsi müdafaa durumunda haklı ve meşrudur. Bunun anlamı şudur: Bir silahlı güç bir insan grubunu fiziki olarak elimine etmek istiyorsa, bunun için o insanları öldürüyor ve evlerini, topraklarını (mülklerini) gasp ediyorsa, o grup kendini savunmak için silaha silahla mukabele edebilir. Bu yüzden, Dersim’deki direniş meşruydu. Ama PKK şiddeti meşru değil. Kültürel asimilasyona ve siyasî eşitsizliğe karşı mücadele demokratik yollarla, daha geniş bir çerçevede, sivil itaatsizlikle yapılabilir. Kürt hareketi bu yolla ilerleseydi, hem masumiyetini korur hem de daha çok mesafe kat etmiş ve Türkiye’nin demokratikleşmesine ciddî katkılarda bulunmuş olurdu.
3. Devleti olmayan halk ezilir, Kürtlerin, ezilmemek için, devlet kurması gerekir. Bir halkın devleti tarafından ezilmemesi, o devletin özgürlükçü, demokrat olmasına bağlıdır. Ama devletler, çoğu zaman, insanların en büyük katili olur. Yirminci yüzyılda devletler tarafından siyasi sebeplerle yüz milyonlarca insan öldürüldü. Devletler, katil olduğunda, seri katilleri bile mumla aratacak vahşetler sergiler. Bakın Suriye’ye. Bu yüzden, grupların anti-demokratik, insan hak ve hürriyetlerine saygı göstermeyen, ama kendi dil, din ve etnisitesinden kimselerin iktidar sahibi olduğu devletlerin vatandaşları olması zulmü önlemeyi garanti edemez.
4. PKK özgürlük mücadelesi veriyor, Kürt halkını özgürleştirecek. PKK’nın neyin mücadelesini verdiği belli değil, bazen bağımsızlıktan, bazen demokratik özerklikten söz ediyor. Bir kere Kürtler, Türkiye’de, kelimenin klasik anlamında köle değil. Ayrıma uğratıldıkları yanında uğratılmadıkları alanlar da var. Serbestçe seyahat edebilir, mülk edinebilir, istedikleri yere yerleşip yaşayabilirler. İş kurabilir, kamu görevlerine talip olabilirler. Vergilendirmede ve birçok kamu hizmetini almada eşitsiz muamele görmezler. Yetersiz genişlikte de olsa ifade hürriyetinden yararlanabilir ve siyaset yapabilirler. Ayrıca, bağımsızlık özgürlükle çakışmaz. Türkiye 1920’lerde bağımsızlığını kazandı ama daha önceki özgürlüklerin de gerisine giden bir diktatörlük kurdu. Bugün Azerbaycan ve Orta Asya Türk cumhuriyetleri de aynı durumda. Buralarda Sovyet dönemindekine göre en önemli değişiklik, efendilerin yerli olması. Biliyoruz ki, yerli efendilerin yabancı efendilerden daha vahşi ve acımasız olması istisnai bir durum değil. Bilinen ideolojik çizgisiyle PKK bir bağımsız Kürt devleti kurmayı başarsa, muhtemelen, Kürtler şimdiki özgürlüklerini bile hasretle anan köleler konumuna düşecektir.
Zaman, 07.09.2012