Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu büyük bir uyum içinde ve yüksek bir performansla hem dünyada barışın korunması hem de bölgede düzen ve istikrarın sağlanması için büyük bir gayret gösteriyor. Medeniyetler ittifakı projesi, komşularla sıfır sorun yaklaşımı, ekonomik entegrasyon için serbest vize rejimine geçiş, çatışma noktalarında aktif arabuluculuk rolü üstlenme, Irak ve Lübnan gibi istikrarsız ülkelerdeki siyasi gruplarla yürütülen ritmik diplomasi yeni Türk dış politikasının aktivizmini gösteren temel bileşenleri oluşturuyor. Ancak Türkiye’nin proaktif dış politikası ilgi çektiği kadar, bazı kesimlerde endişe de yaratıyor. Özellikle daha seksen yıl öncesine kadar aynı devletin topraklarında birlikte yaşadığımız Ortadoğu ülkelerinin entelektüelleri arasında dahi Türkiye’ye karşı şüpheler mevcut.
Aslında 20. yüzyılın başında yaşadığımız siyasi travmaları düşündüğümüzde bu tür endişe ve şüphelerin tek taraflı olmadığı da açık. İmparatorluktan ulus devlete geçiş aşamasında oluşan milli kimliklerimiz karşılıklı ötekileştirmeler üzerine inşa edildi. Eğitim sistemlerimiz Arap ve Türk tarihini yeni nesillere çarpıtarak öğretti. Oysa 20. yüzyılın başında, Osmanlının çatırdadığı bir dönemde yaşanan bazı acı hatıralar, olsa olsa arızi ve istisnai bir durumdu. Halklarımız arasındaki on asırlık sevgi-saygı ve iyi niyete dayalı barışçı ilişkiler, Lawvrance gibi Batılı ajanların kışkırtmaları ile bir anda unutuldu ve bir asır sürecek yeni bir fetret dönemine girildi. Soğuk Savaş dönemi ise Türk ve Arap halklarını farklı bloklara iterek, aralarındaki siyasi-ideolojik bölünmeyi derinleştirdi. Aynı coğrafyanın ve aynı kültürün insanları birbirine yabancılaştı. Aradaki dil, kültür ve eğitim bağları giderek zayıfladı. 1946’ya kadar Türkçe gazetelerin yayınlandığı Mısır’daki gelişmeleri dahi batılı kaynaklardan öğrenmeye başladık.
Oysa son yıllarda bir yandan dünya politikasındaki güç dengelerinin değişmesi bir yandan da AK Parti’nin izlediği yakınlaşma politikaları sayesinde Arap ülkeleri ile ilişkiler yeniden ivme kazanmaya başladı. Ekonomik ve ticari bağlarımız hızla artarken, Türkiye bölge siyasetinde yeni bir dengeleyici aktör olarak hızla Ortadoğu politikasına geri dönüyor. Bu çerçevede kırılma noktası olarak 2003’teki 1 Mart tezkeresinin reddedilmesi ve İsrail ile Arap ülkeleri arasında yaşanan gerginliklerde Türkiye’nin gösterdiği samimi ve tutarlı refleksler (2006 Lübnan ve 2008 Gazze saldırıları, “one minute” çıkışı ve Mavi Marmara gibi) Türkiye’nin Ortadoğu halklarının güvenini kazanmasını sağladı. Artık Türkiye’nin Ortadoğu’daki sorunlarla ilgilenmesi Arap başkentlerinde de normal, hatta zorunlu görünüyor. Daha geçen hafta İsrail-Filistin arasındaki barış görüşmelerinin çıkmaza girmesi üzerine Mahmut Abbas’ın Ankara’ya gelmesi ve “bundan sonra inisiyatif Ankara’dadır” açıklaması bu bağlamda oldukça öğreticidir.
Neo-Osmanlıcılık söylemi
Ancak Türk ve Arap dünyası arasındaki yakınlaşmanın kalıcı olabilmesi için bir yandan halklar arasındaki temasların artırılması, diğer yandan da özellikle entelektüeller arasında karşılıklı diyalog ve tartışma ortamı sağlayacak platformların oluşturulması kritik derecede önemlidir. Zira Batılı akademisyenlerin ve medyanın her gün Neo-Osmanlıcılık söylemini Arap entelijensiyasının zihinlerine ısrarla aktardığı bir ortamda, doğrudan temas kurulması son derece elzemdir. İşte tam da bu amaçla ilk kez Türk ve Arap sosyal bilimciler geçen hafta Ankara’da bir araya geldi. Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE) öncülüğünde Kahire Üniversitesi Medeniyet Araştırmaları Merkezi ile Osmangazi Üniversitesi tarafından düzenlenen Arap-Türk Sosyal Bilimler Kongresi (ATCOSS-2010) 10-12 Aralık tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirildi. Kongreye 25 farklı ülkeden 200’ün üzerinde konuşmacı katıldı. Üç gün boyunca ‘Türk ve Arap Meseleleri’, ‘Arap-Türk İlişkilerine Politik Yaklaşım’, ‘Körfez ve Ortadoğu’, ‘Toplum ve Devlet: Kültürel Yaklaşımlar’, ‘Toplumsal ve Siyasal Gelişmeler: Karşılaştırmalı Modeller’, ‘Kimlik: Çoklu Perspektifler’, ‘Türkiye Meseleleri’, ‘Arap Kültürü ve Batı Perspektifleri’, ‘Batılı Perspektifler: Batı Dışı Revizyon’, ‘Medeniyet Etkisi: Çoklu Perspektifler’, ‘Arap-Türk Kültürel İlişkileri’ gibi konular tartışıldı.
Kongreye katılan yabancı misafirlerin hemen hepsi zihinlerini meşgul eden soruları Türk akademisyenlerle tartışmaktan son derece memnundular. Açılış toplantısına katılan İçişleri Bakanı Beşir Atalay, “Türk-Arap ilişkilerinin geliştirilmesinde oldukça geç kaldığımızı düşünüyorum. Tarihimiz ve inancımız bizi dosttan ziyade kardeş yapmıştır. Tarihin yüklediği sorumluluğu beraber paylaşalım” çağrısında bulundu. Mısır’ın Ankara Büyükelçisi Abdurrahman Salahaddin ise Türk ve Arap entelektüelleri için sosyal ve kültürel alanlarda işbirliğinin önemine dikkat çekti ve “Soğuk Savaş’ın bitmesi 50 yıl sürdü ve her geçen yıl bölgesel ve küresel güçleri ön plana çıkarttı” diyerek, son zamanlarda Türkiye’nin Arap dünyası ile yakınlaşmasını içtenlikle desteklediklerini vurguladı.
Stratejik Derinlik Arapça’da
Arap akademisyenlerin sordukları sorular Arap dünyasındaki Türkiye’ye yönelik beklenti ve kaygıları da yansıtıyordu. Pek çok kişi, Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik yakınlaşmasının AK Parti iktidarının son bulması durumunda ne olacağını merak ediyordu. Arap ülkeleriyle yakınlaşma bir hükümet politikası mıdır? Devlet ve Türk toplumu bu açılımları ne kadar desteklemektedir? Aldıkları cevapların ve yaptıkları gözlemlerin Arap katılımcıları oldukça tatmin ettiğini söylemek mümkün. Arap entelektüellerin zihinlerindeki bir diğer soru da şuydu: Türkiye neden doğuya açılıyor? Amaç ekonomik çıkar mı, yoksa siyasi-kültürel motivasyonlar da burada rol oynuyor mu? Daha açıkçası, bazıları şunu öğrenmek istiyordu: Türkiye AB tarafından reddedildiği için mi Arap dünyasına geri dönüyordu? Bu konuda da Türkiye’nin AK Parti döneminde formüle edilen ve sekiz yıldır sürdürülen çok-boyutlu dış politika yaklaşımı muhataplara defalarca anlatıldı. Bu arada Davutoğlu’nun kitabının Arapçaya da çevrildiğini öğrendik. Son olarak, Arap katılımcılardan öğrendiğimiz bir izlenim daha var. Türk TV dizilerine yönelik Arap dünyasında giderek artan ilginin Arap gençleri arasında modadan, giyim markalarına kadar pek çok konuda etkili olmaya başladığı gerçeği. Bazı katılımcılar tarafından bu dizilerin Türk hayat tarzını ne kadar yansıttığına ilişkin eleştiriler gelse de, dizilerin büyüsü Arap dünyasındaki sıradan insanın Türkiye’ye yönelik algısını önemli ölçüde belirlediği ise önemli bir tespitti doğrusu.
Sonuç olarak, Türk-Arap ilişkilerinin geldiği boyut artık entelektüeller arasındaki diyalog ve tartışmaları da zorunlu kılıyor. ATCOSS toplantıları her yıl farklı bir ülkede olmak üzere, yeni temalarla kurumsallaşan ve etkinliği giderek artan kalıcı bir platforma dönüşmeli. Zira tarihin geri döndüğü bir konjonktürde, Arap ve Türk dünyasının ilişkilerinin normalleşmesi ve kalıcı olması için bu tür etkileşimlere ve doğrudan iletişime şiddetle ihtiyaç var. Bölge ülkelerindeki yaratıcı entelektüel iklimin yeniden canlanmasının ve siyasal gündemlerimizin batılılarca belirlenmesinin önlenmesinin yolu diyalogdan geçiyor.
Star-Açıkgörüş, 19.12.2010