Olayın hukuki boyutu konusunda iddialar muhtelif.
Bir kısım hukukçu YÖK’ün o ilk yasak kararını kaldırmasıyla türban yasağının kendiliğinden kalkacağını çünkü gerek Anayasa Mahkemesi’nin gerekse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yasağı destekleyen kararlarının YÖK’ün aldığı o ilk karara bağlı olduğunu söylüyor. Yani, YÖK eski kararından vazgeçtiği anda yasak da kendiliğinden kalkacak. Bir kısım hukukçu ise bu işin sadece YÖK’ün bir kararıyla çözülemeyeceği, yasal değişiklik yapılması gerektiği görüşünde. Hatta BDP bu konuda harekete geçti bile.
Ama ister YÖK kararı, ister yasal çözüm söz konusu olsun, işin püf noktasının CHP’nin tutumu olduğu belli: Eğer CHP konuyu Anayasa Mahkemesi’ne götürmezse 30 yıldır cebelleştiğimiz türban yasağının bir çırpıda halledilmesi işten bile değil.
İşin güzeli, bu konuda Kılıçdaroğlu’ndan olumlu sinyaller geliyor. Milliyet’ten Fikret Bila’nın şu satırları sorunun çözümüne hiç de uzak olmadığımızı gösteriyor: “Kılıçdaroğlu, türban konusunda CHP’nin çizgisini tamamen değiştirmiş görünüyor. Türbanın Anayasa Mahkemesi kararıyla engellendiğini anımsattığımızda, ‘Anayasa’da veya YÖK Yasası’nda yasaklayıcı bir hüküm yok. Konu, Anayasa Mahkemesi’ne götürüldüğü için bu karar çıktı’ değerlendirmesini yaptı. Bu yaklaşım Kılıçdaroğlu’nun bu yöndeki düzenlemeleri Anayasa Mahkemesi’ne götüren eski CHP çizgisini benimsemediğini, onaylamadığını gösteriyor…”
Zaten, Kılıçdaroğlu’nun Bila’ya yaptığı bu açıklamanın hemen ertesinde CHP’den yapılan açıklamada da, “CHP’nin, YÖK tarafından İstanbul Üniversitesi’ne gönderilen ve kız öğrencilerin türbanlı olsa bile derslere girebilmesinin önünü açan yazısına karşı bir adım atmayacağı ve sessizlik politikası izleyeceği” belirtiliyor.
Tamam, bu yöntem türban sorununu çözer. Ama acaba CHP’nin sorununu çözer mi?
Açıkçası ben bu “sessizlik politikası” denen şeyin CHP açısından ne akıllıca olduğunu düşünüyorum ne de uzun zaman sürdürülebileceğini…
“Sessizlik politikası”, CHP’nin türban konusunda aktif karşıtlık politikasından pasif destek politikasına geçmesi anlamı taşıyor. Peki Kılıçdaroğlu yönetimi, kendisine geniş kitleler nezdinde büyük puan kazandırabilecek bir konuda, neden aktif tutum almak yerine pasif destekle yetiniyor? Elbette ki kendi içindeki “aktif karşıtları” azdırmamak için… Ama “sessizlik politikası”nın bu konuda hiçbir işe yaramayacağını çok kısa bir sürede görecekler. Yarın öbür gün, Arıtman-Serter-Arat Grubu’nun verilen pasif desteği de CHP’nin tarihi misyonuna ihanet olarak nitelediğini göreceğiz. İşte o zaman Kılıçdaroğlu ekibi “Ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamamak” gibi bir durumla karşı karşıya kalmaktansa bir seçim yapmaya zorlanacak:
Ya parti içindeki “yeminli türban düşmanlarına” karşı açıktan mücadele etme ve türban yasağının kaldırılması konusunda aktif tutum alma (hatta öncülük etme) çizgisine geçecek ve böylece yaptığı siyaset değişikliğinin meyvelerini seçim sandığında tam olarak toplama imkanına kavuşacak ya da yeminli türban düşmanlarıyla siyasi hesaplaşmayı göze alamayıp “sessizlik politikası” denilen pasif destek çizgisinden de vazgeçerek eski pozisyonuna geri dönecek.
Kılıçdaroğlu’nun bu kritik noktada hangi yolu seçeceği ise bir hesap kitap işi…
Fanatik türban karşıtlarının hem parti teşkilatındaki güçlerinin hem de CHP’nin geleneksel seçmen kitlesi içindeki ağırlıklarının doğru hesaplanmasına dayanıyor.
Hesabın ikinci kısmı daha kolay; zira CHP seçmeni de bu toplumun bir parçası; bu toplumdaki hakim atmosferden etkileniyor ve halkın yüzde 70’inin baş örtüsü yasağına karşı olduğu bir ortamda, CHP seçmeninin çoğunluğunun baş örtülü genç kızları on yıllardır inleten bu zalim yasağın yanında yer alacak kadar taş kalpli olduğu düşünülemez.
Dolayısıyla, yeni CHP yönetimi için asıl kritik mesele, parti teşkilatı içindeki güçler dengesinin gerçekçi bir değerlendirmesini yapmaktır. Malum, hele hele CHP gibi bir partide teşkilatı kaybetmek, her şeyi kaybetmektir; yani göze alınamaz bir risktir. Eğer yeni yönetim, Arat-Arıtman-Serter çizgisinin parti teşkilatına hakim olan esas çizgi olduğu tespitini yaparsa farklı davranacak; bu fanatik çizginin -sesi çok çıkmakla birlikte- aslında sanıldığından daha zayıf olduğu tespitini yaparsa daha cesur davranacak.
Benim Kılıçdaroğlu’na tavsiyem, bu hesabı yaparken kendisini parti yönetimine taşıyan dalgayı iyi değerlendirmesidir. Parti içindeki statüko bir kez sarsıldığında, parti teşkilatına yüzde yüz hakim zannedilen Baykalcılar’ın nasıl küçük bir azınlık olarak kaldıklarını hatırlaması, başkanlık için aldığı büyük desteğin parti içindeki değişim talebinin yansıması olduğunu görmesidir.
Özetle, türban konusu CHP içinde tarihi bir kırılma yaratabilir. Ve bu kırılma, CHP’nin anakronik Kemalist çizgisiyle esaslı bir hesaplaşma sürecinin başlangıcına dönüşebilir.
Eğer gelişme böyle olursa, ortaya çıkan fayda türban sorununun çözülmesinden çok daha büyük bir faydaya dönüşmüş demektir, bu da işin bir başka boyutu…
Bugün, 08.10.2010