“Tüketim toplumu” akademik ve fikrî tartışmalarda en çok kullanılan kavramlardan biridir. Orijinal kaynakları sol kolektivist düşüncede olmasına rağmen bu kavramla ifade edilen yaklaşımın çeşitli unsurları sağ düşüncede olanlar tarafından da geniş ölçüde paylaşılır. Bu kavramda içkin temel yaklaşıma göre çağdaş toplumlar tüketim toplumlarıdır.
Bu toplumlarda sadece ihtiyaçları karşılamak için değil, başka sebeplerle de tüketim yapılır. Ne kadar çok tüketilirse o kadar iyi olduğu düşünülür. Tüketme miktarı kişinin sosyal statüsünü de belirler. Zaten tüketim toplumları kapitalizmin ürünüdür. Kapitalizm, “gerçek” ihtiyaçlarla “sahte” ihtiyaçları iç içe geçirir; tüketimi teşvik eden bir kültür oluşturarak, sunî ihtiyaçlar yaratır. Böylece bireyler aslında ihtiyaçları olmayan şeyleri de tüketmeye yönlendirilir.
Günümüzde insanların eski zamanların insanlarına nispetle çok daha fazla tükettiği bir gerçek. Gerek istatistikî veriler gerekse eski dönemlerin hayat tarzını tasvir eden edebî eserler bunu açıkça gösterir. Tüketim seviyesindeki yükselmenin iki boyutu vardır. İlki, insanların her zaman tüketmiş olduğu ve gelecekte de tüketmek zorunda olacağı mallarla ilgilidir. Bunlara genel olarak fizikî ihtiyaçlarla ilgili mallar denebilir. Gıda, elbise ve barınma bu kategoride yer alır. İkincisi, insanın varlığını sürdürmesinden çok hayatını kolaylaştıracak ve renklendirecek mallarla ilgilidir. Ulaşım vasıtaları, iletişim ve dayanıklı ev aletleri, eğlence araçları bunlar arasında sayılabilir. Bu iki kategoriye, insanların iş hayatında kullanmak zorunda olduğu araçlar da –bilgisayar, makineler vs.- eklenebilir.
İnsanların her iki kategorideki mallardan tükettikleri miktarın artması, iktisadî gelişme ve zenginleşmenin sonucudur. Ülkeler iktisaden kalkınmasaydı, insanların tüketim seviyesi ve tükettiği mal çeşidi yerinde sayardı, hatta geriye giderdi. O zaman hayat kötü, pis, yoksul ve zevksiz olurdu. Şükürler olsun ki, böyle değil ve bu berbat durumun doğmasını engelleyen, zenginlik dinamiklerinin işlemesi. Oysa, tüketim toplumu edebiyatı ne zenginliği getiren dinamiklerin ne olduğunun, ne zenginleşmenin insanlar için ne anlama geldiğinin ve ne de insanların niçin ve nasıl tükettiğinin ve tüketmek istediğinin farkında.
Tüketim olabilmesi için üretim de olması lazım. Dolayısıyla, bir ülkede bol tüketim varsa, ya o yerdeki insanlar bunu karşılamaya yeterli üretim yapmaktadır, ya da başka toplumların o toplumun tüketimine tahsis edilebilecek üretim fazlası vardır. Bu tür fazlalıklar genelde uluslararası ticaret yoluyla ülkeden ülkeye aktarılır. O zaman, global ölçekte bakıldığında, dünyada üretilenle tüketilen arasında bir denge bulunur. Yani dünya ürettiği kadar tüketir.
Tüketim insanî hayatın doğasının bir sonucudur. İnsanlar maddî ihtiyacı bulunmayan –melek benzeri- varlıklar olsalardı, tüketim yapmaları gerekmezdi. Varlığının ve hayatının tabiatı insanı tüketmeye zorlar. Dolayısıyla, her insan, her toplum tüketir. Tüketme aşkının kapitalizmin bir ürünü, açgözlü şirketlerin insanlara kurduğu bir tuzak olduğu fikri saçmadır. Kapitalist olmayan –meselâ sosyalist- ülkeler de tüketmekten kaçamaz, kaçamadı. Tam da tersine, bu tür toplumlar daha yüksek tüketim seviyelerine ulaşmış ülkelere hep gıptayla baktı. İnsanların göç hareketleri, çok az istisna haricinde, daima, istikrarsız ve az tüketilen yerlerden istikrarlı ve çok tüketilen yerlere doğru oldu. İnsanların tüketmesi bir şikâyet konusu olacaksa, doğru adres kapitalizm değil, insanın ve insan hayatının doğasını belirleyen güçtür.
AŞIRI TÜKETİM VE KAMU OTORİTESİ
Açık toplumlarda genel olarak nelerin tüketileceğine, özel olarak kimlerin ne tüketmesi gerektiğine karar veren ve bu kararı uygulayan bir güç olamaz. Ne tüketeceklerine bireyler kendileri, şahsî ilgi, bilgi, malî güç çerçeveleri içinde, karar verir. Bu tür milyonlarca-trilyonlarca kararla ekonomik hayatın dinamikleri oluşur. İktisadî hayat bir akış hâlinde işler, asla ve hiçbir zaman statik olamaz. Hiçbir güç, önceden, onun malî sonuçlarını ve detaylarını tam olarak bilemez. Ferdî kararların toplamıyla bireylerin zenginlik ve statüleri devamlı değişir. Bireylerin kararlarında makro değişkenler de etkili olabilir, fakat bu, kararların bir tek faktörün etkisi altında verildiği anlamına gelmez. Her birey, kendi kararını yalnızca kendisinin tam olarak bilebileceği bir faktörler kümesi ışığında belirler. Fazla mı az mı, doğru mu yanlış mı tüketim yaptıklarının ayrımına kişiler kendileri varır. Hiç kimsenin onlar adına akıl yürütmeye hakkı yoktur, gücü de yetmez. Bu yüzden, reşit ve hayatının sorumluluğunu üstlenmiş bir bireye “çok tüketiyorsun” , “şunu tüket bunu tüketme” komutu vermek, bireye saygısızlık yapmak anlamına gelir. Aşırı tüketimden şikâyetçi olanlar ne kadar akıllıysa, bu eleştirilerin hedefi olanlar da en az o kadar akıllıdır.
Aşırı tüketimden şikâyetçi olmak, aşırı tüketimin sınırlanması için devletin toplumsal hayata pek çok alanda geniş müdahalelerini talep etmek sonucuna ulaşabilir. Öyle ya, insanlar kendi hâline bırakılsa, herkes değilse bile bazıları aşırı tüketim yapmak ister. Böylece başkalarına kötü örnek olur. Bunu önlemek için tüketimi kontrol altına almak ve insanlara kamusal buyruklar vermek gerekir. Bu da yetmez. Üretimi de kontrol altına almak da icap eder. Aşırı tüketim kategorisine girecek malların üretimine izin verilmemesi mecburiyeti doğar. İthalata da sınırlama getirilir. Olmayan şeyler tüketilemeyeceği için aşırı tüketim problemi bu şekilde neredeyse kendiliğinden ortadan kalkar. “Böyle bir toplumun durumu iyiye mi yoksa kötüye mi gitmiş olur?” sorusunun cevabı tarihte yatıyor. İnsanların tüketimini kamu otoritesinin karar ve buyruklarıyla sınırlama yoluna giden ülkeler ağır açlık ve eşitsizliklere doldu taştı. Yoksulluğa düştü veya zaten içinde debelenmekte olduğu yoksulluktan çıkamadı. Üstüne üstlük özgürlükleri de büyük ölçüde rafa kaldırdı. Zira, aşikârdır ki, bir toplumun üretim ve tüketimini (ekonomik hayatını) kontrol eden güç, o toplumdaki insanların hayatının her anını ve alanını kontrol altına alacak güce kavuşur ve amacına ulaşmak için bunu yapmak mecburiyetinde kalır.
Tumturaklı laflarla “tüketim toplumu” kavramı üzerinden başkalarının hayatlarına ve tercihlerine müdahale çağrıları yapanlara daha ahlâklı ve muhtemelen daha işe yarar bir yol önerebilirim. Beyler, hanımlar, başkalarına karışmayın, kendinize bakın. Kendi tüketiminizi sınırlandırarak diğer insanlara örnek olun. Bakarsınız sizin tarzınızı daha iyi bulanlar ve taklit edenler çıkar. Var mısınız?
Zaman, 06.07.2012