Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un geçen hafta Trabzon’da yaptığı açıklamalar ülkemizde militarizme tutulan bir ayna oldu.
Bu aynada hem üniformalı militarizmin hem de askerden de militarist olan kimi “sivil”lerin yüzü olanca çıplaklığıyla yansıdı. Bir kere daha gördük ve anladık ki militarizm çok ciddi bir problem ve bu problemi çözmeden açılım, demokratikleşme, özgürleşme, hukuk devleti olma yolunda mesafe almak zor.
Aynada baki kalan ilk görüntü Genelkurmay Başkanı (GKB)’na ve onun şahsında askerî bürokrasinin en azından şu anda TSK içinde iktidarda olan kesimine aittir. Askerî bürokrasi militarizmin geriletilmesi çabalarına bütün gücüyle ve hem açık hem örtülü, hem doğrudan hem dolaylı yollarla direndiğini ve direnmekte kararlı olduğunu göstermiştir. Militarist militerlerin bu direnişte hayli pervasız ve hatta cüretkâr olduğu söylenebilir. Düşünsenize, bir genelkurmay başkanı savaş kıyafeti içinde ve bir savaş gemisinde siyasi açıklamalar yapıyor. Gazetecilere, siyasilere ve akademisyenlere tehdit olarak algılanmaya müsait ikazlar yolluyor. TSK’yı koruma adına hukukî sürecin akışına müdahale sayılacak çağrılar yapıyor. Yargı mensuplarına kestirmeden brifing veriyor ve işlerini öğretiyor. Yapılacaklar bizim bilgimiz ve iznimiz dahilinde yapılsın, diyor. Son olarak da, her şey dediği gibi olmazsa, kurumlar arasında çatışmalar çıkması ihtimalinden bahsediyor.
Ne yazık ki GKB’nın Trabzon konuşması birçok çelişkiyle, demokratik sisteme tecavüzlerle ve de çok miktarda yanlışla doluydu. GKB’nın ordunun tepe adamı olarak kurumunu koruma arzusu anlaşılır bir şeydir. Ordunun korunmasını istemeyecek Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı da herhalde ya hiç yoktur veya yok denecek kadar azdır. Ancak, mesele, bir sonraki adımda düğümlenmektedir. Bu koruma nasıl yapılacaktır? Hataları ve suçları örterek mi yoksa idari ve hukuki olarak müeyyidelendirerek ve cezalandırarak mı? İlk yol izlenirse amaç hasıl olmaz; zira bu, koruma görünümlü bir çürütme politikası izleme anlamına gelir. Her kurum gibi ordu içinde de hata yapanlar, yanlış yola girenler ve suç işleyenler olabilir. Orduyu korumak için bu kimselerin usul ve esas kurallarına uygun şekilde ayıklanması gerekir. Bu yapılmazsa hastalık bütün bünyeye sirayet ederek yapıyı bozar, tahrip eder.
Ordu biriyle nasıl çatışır? Herhalde silahla… Bundan dolayı, suçların teşhir edilmesini ve suçluların cezalandırılmasını istemek TSK’ya karşı “asimetrik psikolojik savaş yürütmek” anlamına gelmez. Tam da tersine, TSK içinden topluma ve demokrasiye karşı asimetrik psikolojik savaş yürütülmesinin engellenmesi ve bunun faillerinin etkisizleştirilmesi anlamına gelir. Bütün toplum hafızasını yitirmediyse bu ülkede on yıllardır askerî bürokrasinin üstüne vazife olmayan ve yetkisi de bulunmayan işlere müdahil olduğunu ve bu yüzden T.C.’nin bir darbeler ve müdahaleler ülkesi haline geldiğini biliyoruz. AKP iktidarı döneminde bu tür teşebbüslerin katlanarak arttığı ve potansiyel darbe isimleri kataloğunun kalabalıklaştığı da malum. Ortada dedikodular ve rivayetler değil, somut bilgiler var. Silah depoları, resmi imzalı fesat planları, cinayetler, demokrasiye ve topluma komplonun suratımıza suratımıza çarpan delilleri, işaretleri. Bu durumda orduyu gerçekten korumak isteyenler orduyu bu yanlışlardan bizzat arındırmaya çalışmalı veya en azından bu tür çabalara destek olmalıdır.
GKB’nın Trabzon’daki savaş gemisinden sarf ettiği sivillere yönelik ifadeler de şık olmaktan uzaktır. Ordu-millet aynılığı bir realite değil bir söylemdir; başka türlü olması da imkânsızdır, zira ordu spesifik görevlerle donatılan bir insan grubundan ibarettir. Bu yüzden olmayan bir aynılığa dayandırılan her açıklama, aklama ve örtme çabası temelsiz ve anlamsızdır. Ordu topluma hesap vermek zorundadır. Toplum bir kışla değildir. GKB toplumun değil ordunun komutanıdır. O sadece ve sadece askerlere, üstelik her alanda değil, yalnızca görevleriyle ilgili alanlarda, emir ve talimat verme yetkisine sahiptir. Siviller üzerinde hiçbir yetkisi yoktur. Siviller elbette ordu ve savunma meseleleri üzerinde söz söyleme hakkına sahiptir ama demokratik bir sistemde ordu siviller üzerinde ve sivil meselelerde bir yetkiye sahip olamaz. O yüzden GKB ikide bir sivillere akıl verme veya talimat yağdırma alışkanlığından vazgeçmelidir.
GKB’nın kurumsal çatışmalardan söz etmesi de tuhaftır. Aslında bizim siyasi sistemimizde askeriyeye liberal demokrasi teorisi ve uygulamasını ayaklar altına alma pahasına bir “anayasal platform” sağlanmıştır: Milli Güvenlik Kurulu. Kurul’da GKB ve kuvvet komutanları görüşlerini açıklayabilir, talep ve düşüncelerini siyasilere iletebilir. Bu zaten oluyor. O zaman GKB neden başka yerlerde ve başka kanallardan konuşma “ihtiyacı” hissediyor? Cevap belli: Çünkü o kendisini bir teknik memur olarak değil, her konuda görüş sahibi olması ve fikir beyan etmesi gereken bir siyasi lider olarak görüyor. Ve bu bir sürü hatayı tetikliyor. Kurumlar çatışması tezine tekrar bakalım. Demokraside ana kurumlar (kuvvetler) yasama, yürütme ve yargıdır. Ordu anayasal yönetim geleneğinin parçası olma anlamında bir anayasal kurum değildir. İdarenin bir parçasıdır ve bir görev teşkilatıdır. O TBMM’ye bağlıdır ve hükümete karşı sorumludur. Anlaşılan GKB bunu böyle almıyor. O TSK’nın belki de en önemli “anayasal kurum” olduğu kanaatinde ve bir çatışmadan söz ediyor. “Çatışma” ne demek? Ordu birileriyle çatışırsa nasıl çatışır? Ordunun uzmanlığı “silah kullanmak” olduğuna göre silahla çatışır herhalde. Bırakın demokrasiyi, hiçbir sistem buna müsaade ve tahammül edemez. Bunu meşru göremez.
Anti-demokratik sistemler bile silahlı güçlerini denetim altına almak mecburiyetindedir. Ordu komutanları ne kadar farkındadır bilmem ama toplumu temsil kabiliyeti ve siyasi meşruiyet orduda değil, yasama ve yürütmededir. Dolayısıyla, toplum adına onlar konuşabilir. Ordunun çatışmada kullanabileceği silahlar da komutanların ve emrindekilerin şahıslarının veya ailelerinin değil, toplumun malıdır. Bu silahların siyasi amaçla kullanılması, topluma karşı kullanılması anlamına gelir.TSK elbette korunmalıdır. Halkın değil, imtiyazlı zümrelerin kanun kural tanımayan silahlı gücü imajı edinmesi engellenmelidir. Bu görev de başkalarından önce TSK’nın kendisine düşmektedir. TSK’yı korumak için TSK’nın yapması gerekenler bellidir: Siyasette taraf olmamak; hakkında ciddi ve delilli suçlamalar bulunan mensuplarının yargıya teslim edilmesini ve adil şekilde yargılanmasını engellemeye kalkışmamak; darbeyle savaşan sivil savcıların işini zorlaştırmak yerine kolaylaştırmak ve bu çerçevede askerî arşivleri yargının hizmetine sunmak… Açıktır ki GKB’nın çizgisi ve durduğu yer yanlış. TSK’yı koruma endişesinde samimiyse ve rasyonel bir askerse konumunda gerekli düzeltmeleri yapmalı ve işaret edilen istikamette ilerlemelidir.
Zaman, 25.12.2009