Bazılarına şaşırtıcı gelebilir: Totalitarizm ile PKK’nın aynı cümlede kullanılması. Bazıları için şaşırtıcı olan şey bazılarına inandırıcı gelmeyebilir. Bazıları için bu bir propaganda olabilir. Ama gerçek sandığımızdan daha basittir. Aytekin Yılmaz “Bu hapishane koğuşlarında yaşadıklarımız o kadar gerçek ki” dese de eski bir PKK’li kadın militan “yaşadıklarımı anlatsam kimse inanmaz” demiş.
Çünkü kolay değil!
Yıllardır bunlar “Kahrolsun Faşizm” diye slogan attılar. Bunu duvarlara yazdılar. Sayfalara yazdılar. “Faşist polis, faşist gardiyan, faşist hükümet halka hesap verecek” gibi şeyler söylediler. Kendilerinin dışında herkes ve her şey faşistken nereden çıktı şimdi faşistlikle “itham” edilmek!
Bunların her ne istemişlerse başına demokratik, ne zaman biraraya gelmişlerse de buna demokrasi dediklerini biliyorum. Demokratik mücadelemiz, demokratik taleplerimiz, demokratik kazanımlarımz gibi… Seçim atmosferine girilen Türkiye’nin bu günlerinde Cumhur İttifakı, Millet İttifakı ve bunların dile getirdiği bir de Demokrasi İttifakı gibi…
PKK ve ona yakın sivil görünümlü dernekler, platformlar ve siyasi partilerin söylemlerinde totaliter/faşist yapıların pek hoşlanmadıkları insan hakları, demokrasi, hukuk, ifade hürriyeti, insanlık onuru… gibi kavramlar çok fazla kullanılır. Bu kadar çok kullanılıyor olması bir yanılsama da yaratır. Zira bundan olsa gerek genç yaşlarda onların arasında cezaevinde kalan Aytekin Yılmaz kitabında şöyle der: “o günkü algıma göre devrimciler işkence yapmazlar, her türlü işkenceye karşıdırlar. Adaleti, daha eşit ve özgür bir dünyayı savunurlar.”
O zaman PKK ve Totalitarizm nasıl bir araya gelebilir?
Gerekçesi çok basit aslında.
Rivayete göre bilge insan bir yumurtayı hırkası ile sarmış. Gitmiş köy meydanına. Meydandakilere “bu hırkanın içinde ne olduğunu bilene içindeki yumurtayı vereceğim” demiş. Kalabalıktan kimseler “içinde yumurta var” dememiş. Cevabın bu kadar basit olabileceğini sanmazlarmış. Aytekin Yılmaz’a ait Son Diktatör kitabı da bize bu kadar basit bir hırka sunuyor aslında.
Aytekin Yılmaz bir siyasi mahkûm olarak yaklaşık 10 yıl PKK örgütünün “merkez üssü” sayılabilecek cezaevlerinde kalmış. Yaşadıklarını ve tanık olduklarını günlüğünde yazmıştır. Son Diktatör kitabı bu günlüğüne dayanıyor. Aynı zamanda günlüğünde not edip sonra izini sürdüğü cezaevlerinde PKK ve diğer marjinal devrimci örgütler tarafından çocuklar da dahil infaz edilen insanları araştırıyor. Onlar Daha Çocuktu ve Yoldaşını Öldürmek kitapları bu infazları anlatıyor. Başka kitapları da var ama ben onları daha okumadım. Bu yayınlar birer belge niteliğindedir. Birçok sorunun anlam bulmasına, taşların yerine oturmasına yarıyor. Bu günlükler bilgenin hırkasındaki kadar basit bir gerçekliği ifade ediyor: PKK totaliter bir yapılanmadır.
Totalitarizm en genel anlamı ile yetkilerin merkezileşmesi olarak tanımlanır. Burada geçen yetkilerin merkezileşmesinden kasıt ifade edilen söylemin merkezde biri ya da birilerine ait olmasıdır. Belki de insanın merkezileşmesi demek daha doğru bir tanım olacaktır. PKK için bu, önderlik gerçekliğidir. Üyeler kendisini bu gerçeklik içinde var etmelidir. Son Diktatör’den anlaşılacağı üzere görüşçüsü ile konuşurken ya da eşine mektup bile yazarken bu gerçekliği yansıtmalıdır.
Totalitarizm faşist devlet yapılarını tanımlamak için kullanılıyor olması devlet dışı örgütler için bunun kullanılamayacağı anlamına gelmemektedir. Bu anlamda totaliter devletler olabileceği gibi totaliter örgütler de olabilir. PKK dikkate alındığında Son Diktatör kitabı tam olarak bunu kanıtlıyor.
Bu temelde totaliter bir anlayış için grup üyelerinin kendisine özgü bir değeri yoktur. Totaliter örgütte karşısında gördüğü şey üyelerinin kendisine özgü varlığı değil, bir makinenin parçalarıdır. Bundan dolayı bu parçanın bir insan olarak değeri söz konusu değildir, bir araç olarak işlevi söz konusudur. Kendisinden beklenen şey kendisini ifade etmesi değildir, örgütü ifade etmesi ve kendisini tepeden tırnağa bu örgüte feda etmesidir. Yaşama dair bütün sorular için vereceği cevabın merkezinde örgütü olmalıdır. Kendisini örgütün kurduğu ve yeniden kurduğu amaçları içinde var etmelidir. Bunu yapmakta düşebileceği şüphe onun en iyi öğretmenidir. Bu öğretmen onun kendi kusurlarını görüp, yeniden yoğunlaşıp daha iyi yetiştirmesi için vardır… Bu hali ile totaliter bir örgüt için birer insan olarak üyelerden ve onların onurundan bahsetmek mümkün değildir. Her bir üye örgütün bir parçasıdır. Son Diktatör kitabına yansıyan Öcalan’ın “Ben kadını doğru kullanıyorum. Bir silah olduğunuzu asla unutamazsınız. Kendinizin olmadığınızı mutlaka anlamanız gerek” kadın militanlara yönelik sözleri bu anlamda şaşırtıcı değildir. Bu yaklaşımın sadece Öcalan’a ait olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Son Diktatör’de geçen ceza evinde tek başına birkaç kere volta attığı görünen Murat M.’nin almış olduğu eleştiri ve cezanın gerekçesi aynen şöyledir:
“Murat arkadaşta önderliği anlamama sorunu var; önderlik yerine sürekli kendisini yaşıyor.”
George Orwell’in 1984 ve Hayvan Çiftliği isimli eserleri merkeziyetçi ve kollektivist yapılara bir eleştiri olarak okunmaktadır. Bu eserler birer kurgu olsa da her iki kitapta gerçekleşen olayların Son Diktatör kitabında gerçekten yaşandığını görüyoruz. Sosyal medyada Aytekin Yılmaz ile kısa bir görüşmemizde şaşırtıcı bir şeyden daha bahsediyor: 1984 eserinin ismi aynı zamanda PKK’nın Eruh’ta karakola saldırıp kendi kuruluşunu ilan ettiği bir tarihtir. Şaşırtıcı olan sadece diktatöryel bir kurguya sahip olan 1984 eserinin ismi ile PKK’nın ilan tarihinin aynı olması değildir: 1984’ün sahip olduğu mekanizma kurgusunun en ince ayrıntısına kadar PKK örgütünde fazlasıyla hayat bulmasıdır. 1984’ün “gerçek olamaz” diyecek kadar abartılı bulunması da kayda değer bir benzerliktir. Son Diktatör’de geçen olaylar ve benzer şeyleri anlatanlar özellikle PKK sempatizanlarına inanılmaz geliyor. Bu sadece bir devlet propagandası olabilir diye düşünüyorlar. Buna inanmayan birisi de infaz edilmiş Son Diktatör’de anlatılan Şükrü A.’dır.
Gözleri tam görmeyen Şükrü “herkesin yapacağı bir iş vardır” inancıyla katıldığı PKK’de bir operasyonda yakalanır. Kör olan Şükrü’ye polis pişmanlık yasasından faydalanıp evine gitmesini tavsiye etse de kabul etmez. Cezaevinde “beni yoldaşlarımın yanına verin” ısrarı üzerine götürülür yoldaşlarının yanına. Şükrü gözleri görmediğinden getirildiği koğuşun yoldaşlarına ait olmadığını düşünür. Muhtemelen koğuşa asılı Öcalan posteri ve devrimci sözlerini de görememiştir. Bir ranzaya bağlanmıştır. Evet, yanlış yazmadığımın anlaşılması için bir kere daha yazmak gerekirse birçok insan gibi bir ranzaya bağlanmıştır. Yoldaşları ona kötü muamele ediyordur. Ona kötü muamele eden yoldaşlarına Şükrü “Siz heval değilsiniz, itirafçısınız, sizinle kalmak istemiyorum, beni PKK’lilerin yanına götürün” diyormuş. Boğazı jiletle kesilip infaz edildiğinde aslında Şükrü tam olarak yoldaşlarının ortasındadır. Muhtemelen Şükrü yoldaşlarına inanmadığı gibi 1984’ü okusaydı anlatılanların abartılı olduğunu düşünürdü. Şükrü’nün gözleri görmüyordu ama totaliter yapının söylem dünyasında büyüyenlerin de Şükrü’den bir farkı yoktur aslında. Nitekim Şükrü gibi onlarca insan ki bunların arasında çocuk yaşta olanların da olduğu anlaşılıyor hem PKK hem de diğer devrimci örgütler tarafından öldürüldüğünde kimse kör değilmiş. İdamdan kurtulup müebbet hapis alan Ramiz Yoldaşını Öldürmek kitabına göre yoldaşının kör bıçağıyla öldürülmüş. Öldürüldüğünde etrafında gözleri gören PKK’nın bir başka versiyonu olan başka sol devrimci arkadaşları vardı. O da onların gördüğünü sanmış olacak ki bıçak darbeleri ile yaralandığında “Yoldaşlar devrimci bir insanı öldürüyorlar, bu alçaklığa izin vermeyin” dese de kimse oralı olmamıştır. Yani böylesi yapılar içinde kimsenin aslında Kör Şükrü’den pek farkı yok. Yılmaz kitabında bu infazlar yapılırken 50-120 kişilik koğuşlarda bir tek kişinin itiraz etmediği gibi cezaevi dışında da kimsenin itiraz etmediğini ifade eder. Oysa cezaevindekiler “insanlık onuru işkenceyi yenecek” diye slogan atan insanlardır. Dışarıdaki insanlar insan haklarının yılmaz savunucuları ve kahrolsun faşizm diyen insanlardır. Meğer bu insanların 50 kişilik küçük bir iktidarında insanca bir ölüm bile çok görülmüş. Bu günlükler bize demokrasinin en çok bundan bahs edenler tarafından ortadan kaldırılabileceğini, insanlık onurunun en çok ondan bahs edenler tarafından çiğnenebileceğini de hatırlatıyor. Demokrasi, insan hakları gibi kavramlara tehditler çok uzakta bir yerde değil.
PKK’nın 1984 kitabında anlatılan mekanizmadan bir farkı olmadığını hatta örgütün kuruluşunu ilan ettiği tarihin de 1984 olduğunu ifade etmiştik.
1984 romanının adının dışında daha ilk sayfasında başlar Son Diktatör ’ün anlattığı PKK ile benzerlik. Zafer konutlarına giren 1984 romanının kahramanı Winston karşısında ilk gördüğü şey siyah bıyıklı sert bakışlı bir adamın duvara asılı posteri ve altında yazılan “büyük biraderin gözü üstünde” yazısıdır. Yılmaz PKK’liler koğuşuna girdiğinde karşısında gördüğü şey en az onun kadar sert bakışlı ve bıyıklı bir adamın posteri ve yazılan “ya ölüm ya zafer” yazısıdır. Son Diktatör’de geçen PKK gerçekliği bizi 1984 romanının içine götürür. 1984 romanın ifade ettiği diktatoryada herkes herkesi takip etmektedir. Ne yatağını paylaşan eşler, ne eşlerin çocukları ne iş arkadaşları herkesin herkesi her an gözetlediği ve güvenemediği bir mekanizma anlatır. Son Diktatör bize aynısını anlatır. 50 kişilik koğuşta 50 kişinin birbirini izlediği herkesin herkes hakkında bilgi verdiği bir mekanizma. Hain diye infaz edenler, hain diye infaz edildiği bir mekanizma. İntihar eden bazı insanların mektupları yazılıdır Son Diktatör’de. Mektubu yazanların ailelerini eleştiriyor olması, onları feodal ve gerici olarak nitelemesi aslında PKK’nın yarattığı bu mekanizma 1984 diktatoryasının gerçek bir yansımasıdır.
1984’de diktatoryada “savaş barıştır” der. PKK’yi takip edenlere bu sloganın hiç yabancı gelmemesi gerekir.
1984’te herkesin duymak zorunda olduğu iki dakika nefretten bahs edilir. Bu nefrette halk düşmanı olarak anlatılan Goldstein vardır. Golstein çok önceleri partinin önde gelen önemli bir insanı olmasına rağmen bir şekilde kaçmayı başarmış, ihanet eden dönek, sapkın ve bir haindir. Bunu duyan kitle Golstein’den nefret eder. 1984’te geçen bu cümlelerde Golstein ismi yerine PKK kendi yandaşlarına Şemdin Sakık, Osman Öcalan ve öldürdükleri birkaç isim daha koyar. Gerisi aynıdır. Nefret de aynıdır. Örneğin Diyarbakır cezaevinde kalan PKK suçluları aynı cezaevinde kalan Sakık’ın orada olmasını istemezler. Golstein’i hiç tanımayanlar ondan nefret ettiği gibi Sakık ve diğerlerinden nefret eder. Buradaki nefretin parti ve önderliği açısından birçok faydası vardır. Öncelikle parti içi itaati pekiştiriyor. Parti ve önderliği ile ilgili kafasında soru işareti olabileceklere bir mesaj veriyor. 1984’te Büyük Brader PKK’de ise Öcalan kendi otoritesini kuruyor, koruyor.
1984’ün “yeni söylem” kurgusu vardır. Yeni söylem diktanın dilidir. Bu söylem Büyük Birader’in talimatı ile Gerçek Bakanlığı tarafından yeniden üretilebilir. Bugün dost olanlar yarın düşman olabilir. Bugün düşman denilip öldürülenler yarın dost olduğunda onun hakkında yazılanlar çizilenlerin de yakılması gerekir. Son Diktatör 1999’dan sonra PKK söyleminin değiştiğini ve bu değişimin daha sonra üç dört sefer daha değiştiğini ifade eder. Büyük Birader olarak Öcalan etrafında bu söylemler değişiyor. 1999’da Öcalan’ın tutuklanması üzerine parti söylemi yüzde yüz değişiyor. Duvara “ya ölüm ya zafer” yazan parti bunu yakıyor. Evet, bildiğiniz ateş ile yakma. Yılmaz o dönem kaldığı cezaevi diğer PKK’lilerin kaldığı cezaevlerinin yönetim birimiymiş. Yani örgütün cezaevi kalbi orası aslında. Hali ile burada örgüte dair daha fazla arşiv bulunuyordur. Öcalan’ın yeni söylemine 1984 romanındaki yeni söylemlere uyacak kadar bir hızla ellerindeki bütün dokümanları yakmışlar. Son Diktatör’ün ifadesine göre 20 kutu evrak yakılmış. Partinin söylemi değiştiğine göre PKK’nın de Gerçek Bakan üyeleri eski söylemi devam edecek halleri yoktu. O zaman “yaşasın yeni söylem” demişler. Şaşırtıcı olmayan şey 20-25 yıl bütün hayatını bir söyleme göre dizayn eden, okuyan, yazan, düşünen insanların bir ayda yeni şeylere uyum sağlamakta sorun yaşamamasıdır. Şaşırtıcı değil; çünkü bir totaliter sistemden bahs ediyoruz. Bu söyleme uyum sadece cezaevlerinde olmuyor. Örgütün tamamında oluyor.
Değişime uyum bu kadar hızlı olunca haliyle yeni söylemi ifade edenler de bunu anlamıyor. Anlayan kimse olmamasına rağmen her biri diğerine “Önderliği anlamıyorsun” diye eleştiriyor. Bundan dolayı PKK ne istiyor, hangi talepleri şiddeti gerekli kılıyor gibi sorulara bir cevap verilemiyor. Bu aynı zamanda kavramların içini de boşaltıyor. Örneğin ekoloji, insan hakları, özerklik, öz yönetim gibi kavramların içi doldurulamadığı gibi bu kavramlar ile örgütün pratiği çeliştiğinde kimse için sorun olmuyor. Örgüt tarafından “silahlardan başka yol yok” denildiğinde 100 yakın belediyede yönetimde olanlar milletvekili olanlar dönüp “silahlardan başka yol yok” söylemini tekrar edebiliyor. Çıkıp “biz milletvekiliyiz işte daha nasıl bir yol olsun” diyenler kendi arkadaşları tarafından linç ediliyor, edildi.
Son Diktatör kitabı bize PKK’nın totaliter sistemine ait kavramları açıklamaktadır. Bu kavramlar bu faşizmin mekanizmasıdır. Bunlar: Parti söylemi, önderlik gerçekliği, yoğunlaşma uygulaması, merkezî bilgilendirme, önderlik çizgisini koruma ve müdahale grubu ve birçok kişilik çözümlemeleridir. Bütün bunlar üyelerinin kişiliklerini parti kişiliğinde yok etme üzerine kuruludur. Özellikle Yılmaz’ın tespit ettiği 20’ye yakın kişilik çözümlemeleri ve yoğunlaşma süreçleri/cezaları kişilerin muhtemel sapmalarının yok edilmesine kurguludur. Örneğin Son Diktatör’de geçen cezaevinde çiçek yetiştirme fikri olan Murat yoldaşta Burjuva Kişiliği vardır. Arkadaş bütün koğuşun toplandığı bir ortamda öz eleştiri verdikten sonra Önderliğin bu kişilikler ile ilgili çözümlemelerine yoğunlaşması gerekmektedir. Anladığım kadarı ile bütün kişiliklerin bir çözümlemesi vardır. Bir tek kişinin çözümlemesi yoktur: Önderlik kişiliği. Buna da gerek yoktur; çünkü totaliter bir sistem önderliğin kişiliğini çözümleyecek kişiliklerin yokluğu üzerine kuruludur. Bundan dolayı da faşizm öyle uzak bir yerde değildir. Kahrolsun faşizm diye slogan atanlar faşizmin ayak sesleri olabilir. Bu faşizm Kürtlerin karşı karşıya olduğu en önemli sorunlardan birisidir.
Son Diktatör yer yer benzer tekrarlarda bulunur. Yoldaşını Öldürmek, Onlar Daha Çocuktu kitaplarındaki kimi insanlık dışı hikâyeler de anılır. Ama verdiği mesaj önemlidir: “Eğer bir gün bu çatışmalı sürecin muhasebesi yapılacak olursa görülecektir ki PKK’nın Kürtlere verdiği zarar, 1930’lardaki Stalin’in Ruslara verdiği yıkıma benzerdir.” Stalin’in verdiği yıkımı Rusya bugün lanetle anıyor.
Son Diktatör kitabının yazarının kalemine sağlık.