Bu ülkede terörle mücadelede başından beri eksik olan en önemli faktörlerden bir tanesi, ülkenin “ilerici-demokrat” kamuoyunun PKK şiddetine karşı takındığı “mahçup destek” tutumu oldu.
Bu hayırhah tutum yüzündendir ki, bir devletin topraklarında terör estiren bir örgütü etkisiz hale getirmek gibi çok doğal bir hakkı savunmak, sadece sağcı-milliyetçi kamuoyuna kaldı. Demokrasiyle şiddetin bir arada yürüyemeyeceğini; demokratik gelişmenin ancak şiddetin dışlandığı ortamda mümkün olabileceğini gayet iyi bilmesi gereken “ilerici-demokratik” kamuoyu, sıra PKK terörüne karşı tavır almaya geldiğinde bu gerçeği bilmezden geldi, sustu ve bu suskunlukla şiddeti cesaretlendirdi. Üstelik sadece şiddeti cesaretlendirmekle kalmadı; PKK’ya tepki duyan milliyetçi kamuoyunu da bu konuda yalnız bırakarak radikalleşmesine katkıda bulundu.
Oysa taa 30 yıl önceden bu yana yapılması gereken şey, PKK ve onun uzantısı olan çizginin “iç ve dış” demokratik kamuoyunda tecrit edilmesiydi. Devletin yanlış politikalarının teröre haklılık kazandırdığına en başta demokratların inanmaması gerekiyordu. PKK ile pazarlığa karşı çıkmak asıl onların işi olmalıydı. Oysa onlar bu tutumdan “devletin safına düşmemek” kompleksiyle hep uzak durdular. “Savaş çözüm değildir” derken seslendikleri merci hep ordu oldu. “Barış” derken PKK’nın isteklerini kabulünü kast ettiler. “Ordunun operasyonları başarısız” derken arzuladıkları şey operasyonların başarılı olması değil, hiç olmamasıydı.
Bugün geldiğimiz noktaya bakalım:
Öcalan denen kişi, koca bir milleti parmağında oynatmaya çalışıyor. Kendince ateşkesler ilan ederek, ateşkesleri kaldırarak, bir gün uzantısı olan partiyi “serbest bıraktım” diyerek, ertesi günü talimatla katliamlar yaptırarak, aklınca ipleri elinde tuttuğunu göstermeye çalışıyor ve bizim ilerici-demokrat kamuoyumuz da, onun her manevrasıyla birlikte iktidara dönüp “Aman Öcalan’ı kızdırmayın; fırsatı kaçırmayın, dediklerini kaale alın” diye mızırdanıp duruyor.
Buna terör örgütü liderinin 31 Mayıs’taki son şantajı da dahil…
***
32 yıldır yazı yazıyorum.
32 yıldır devletin Kürt halkı üzerinde yaptığı her haksızlığa, her baskıya karşı çıktım ama 1978’de daha küçücük bir çete olarak ilk ortaya çıkışından beri de PKK’ya karşı oldum.
Bugün de aynı noktadayım.
Kürtler’in ana diline, kültürüne ilişkin bütün yasakların derhal kaldırılmasını;
Kürt halkının siyasi temsilcilerinin parlamentoda yer almasının önündeki bütün engellerin kalkmasını;
şiddeti bırakan herkese ikinci bir şans verilmesini, bu anlamda PKK’nın silah bırakıp siyasallaşmasına zemin hazırlanmasını;
Kürtlüğün inkârının Anayasa’daki ifadesi olan vatandaşlık tanımının değiştirilerek anayasal vatandaşlığa geçilmesini;
Kürtler’in özerklik, federasyon ve ayrı devlet kurma da dahil olmak üzere bütün taleplerini serbestçe ortaya koyup tartışabilecekleri bir özgürlük ortamının yaratılmasını kararlılıkla savunuyorum.
Ama PKK’nın bütün bu talepleri ikinci plana itip Kürt davasını Öcalan’ın muhatap alınıp alınmaması davası haline getirmesini; Öcalan’ın istediğini elde etmek için açıkça şantaja başvurmasını asla hazmedemiyorum.
Hâlâ farkında değil miyiz: Şantaj altında olan sadece devlet değil, hepimiziz.
Öcalan eğer muhatap alınmazsa terörü bütün Türkiye sathına yayma; Doğusuyla Batısıyla bütün Türkiye’yi cehenneme çevirme tehdidi savuruyor.
Ben ülkemizin ilerici-demokratlarının böyle bir şantajı nasıl sineye çekebildiklerini anlamıyorum. Devletin ve hükümetin bizim adımıza böyle bir şantaja boyun eğmesini nasıl beklediklerini de…
Eğer biz bu şantaja boyun eğersek, yarın nasıl olup da “terörün çare olmadığından” söz edeceğiz? Terör sonuç almış, istediğini elde etmişse, bu cümle laf-ı güzaftan ibaret kalmayacak mı ve o zaman Kürtler’in diğer isteklerini elde etmek için de aynı yola devam etmesinden; yani PKK’nın arkasına geçip onu desteklemesinden daha mantıklı ne olabilir? O zaman nasıl olacak da Kürt halkından “terörle arasına sınır çekmesini” isteyeceğiz?
Lafı eveleyip gevelemeyeceğim.
Bir terör örgütü, her gün üç beş askeri acımasızca öldürürken; bütün ülkeyi kana bulama tehdidiyle halka şantaj yaparken, dünyada hiç kimse o ülkenin devletinin el el üstünde oturmasını bekleyemez. O ülkenin ordusunun operasyon yapmamasını isteyenler; operasyonlara karşı soğuk bir tutum takınanlar ya da operasyona destek verdiği için hükümeti eleştirmeye kalkanlar her şeyden önce halkın vicdanında mahkum olur ve yalnızlaşırlar.
Terörle mücadelenin yöntemini eleştirebilirsiniz, neden etkisiz olduğunu sorgulayabilir, başka yöntemler önerebilirsiniz. Ama böyle bir mücadelenin gerekliliğini inkâr edemezsiniz.
Türkiye, teröre karşı mücadeleyle demokratik açılımı mutlaka birlikte götürmek zorunda ve demokratlık, mücadelenin bu iki yönünün de aynı kararlılıkla arkasında durmayı gerektiriyor.
Bugün, 18.06.2010