İnsanoğlu, Yeryüzüne indi ineli hep şiddet gördü. Kanı akıtıldı, sürekli tehdit altında yaşadı.
İnsana yönelik şiddet, son yıllarda daha da arttı. Masum insanların kanı daha fazla dökülmeye başlandı. Daha çok insan tehditlere maruz kaldı.
Bugünlere bir ad verilecekse en uygun isim ‘Tehdit Çağı’ olurdu. İnsana, topluma, insanlığa yönelik tehditler sürekli artıyor, çeşitleniyor, farklılaşıyor, derinleşiyor, büyüyor, daha görünür hale geliyor, yatay ve dikey olarak yayılıyor, yeni tehdit türleri ortaya çıkıyor.
Birçok ülkede siyasi otoriteler çöküyor; terör gruplarının egemenlik alanı genişliyor; etnik ve mezhepsel çatışmalar artıyor; ırkçılık akımları güçleniyor; kitlesel nüfus hareketleri büyük mülteci sorunlarını ortaya çıkarıyor; terör guruplarının kitle imha silahlarına ulaşma ihtimali artıyor; finans hareketleri ile milli ekonomiler yönlendiriliyor.
Ekolojik değişimler, küresel ısınma, ozon kirliliği, çölleşme eğilimi, toprak, hava, su kirliliği, gıda güvenliği gibi konularda yeterli işbirliği yapılamıyor; siber saldırılar ekonomiden güvenliğe birçok alanda toplumları tehdit ediyor.
Ve en son Fransa’da olduğu gibi terör, her şeyden çok İslam’ı ve Müslümanları vuruyor.
Latince titreme (terrere) kökünden türeyen terör, Türkçeye Fransızcadan geçmiş (terreur) bir kavram. Ve terör kelimesi bugünkü anlamında Fransız Devriminden sonra kullanılır olmuş.
Terör, bir yöntem, bir araç, bir eylem tarzı ve kendine has stratejileri ve taktikleri var.
Bugün, teröristlerin kimliği ve kullandığı dil nedeniyle terör en fazla İslam’la ilişkilendirilse de, modern terörizm hareketleri geçmişte Marksist-Leninist ideolojilerle ilişkilendirilmiş ve bu ideolojilerden az-çok beslenmiştir.
Modernite öncesi dönemde, politik bir hedef gözetilerek bazı suikastlar olmuştur. Örneğin Sicari’ler ile Haşşaşin’ler hedefe ulaşmak için suikastı bir araç olarak kullanmışlar ve devlet adamlarına yönelik suikastlar düzenlemişlerdir.
Fakat insanlık, bugünkü anlamda terörle modern dönemde karşılaşmıştır. Ve Fransız Devrimiyle ortaya çıkan Jakoben terör çağdaş terörün öncüsü sayılır. Mart 1793-Temmuz 1794 dönemi, Terör Rejimi olarak adlandırılır ve biraz da övgü ifadesidir.
Paris Komününün örgütleyicisi, Jakoben kulüpten, solcu, devrimci Robespierre, eski rejimin kalıntılarından kurtulmak, devrim karşıtlarını yok etmek ve doğal düzene biran önce ulaşmak için terörü bir yöntem olarak kullanan bir aydınlanmacıdır.
Fransız devrimi sırasında 40 bin dolayındaki idamın 15 bininin mahkeme kararı olmadan idam edildiği söylenir.
Müslümanların terörle ilişkisine gelince, başka dinlere mensup insanlar terör uygulasa da, terörle Müslümanlar arasındaki bağ, en azından batı kamuoyunda giderek güçlenmektedir. Artık birçok ülkede Müslümanlar terörizmle, İslam da en azından şiddetle birlikte anılır oldu.
Kabul etmek gerekir ki İslam ülkeleri “tarihi düşmanlar” tarafından işgal edildikçe ve doğal kaynaklarına el konuldukça, birçok modern Müslüman şiddete ve zaman zaman teröre başvurur oldu.
Bu gruplar eylemlerini meşrulaştırmak için İslam’ın en kutsal metnini, Quran’ı, referans olarak kullanmaktadırlar. Tıpkı Batılı ülkelerin Ortadoğu’daki işgallerini meşrulaştırmak için demokrasiyi referans olarak kullanmaları gibi.
Şiddet taraftarı bu insanlar için, İslam Peygamberinin ve öncü Müslümanların (Sahabe) hayatı, iyi bir örneklik teşkil etmemektedir. Çünkü tarihi kaynaklar, ekonomik ambargoya maruz kalan, baskı gördüğü için ülkelerini terk edip başka ülkeye sığınan, yurdunu bırakıp başka şehre hicret eden, her türlü eziyete katlanan, gerektiğinde uzlaşan bir peygamber ve Sahabe tipolojisi sunmaktadır.
Bu tür radikal gruplar genellikle soyut bir Quran telakkisiyle hareket ederler. Fakat Quran’da, insanın/insanlığın varoluşuna ilişkin somut bir hikâye anlatılmaktadır.
Bilindiği üzere Allah, hayvanlarla dolu Yeryüzünde insanı egemen kılmak isteyince melekleri toplar ve onlara “Yeryüzünde halife(lik) oluşturacağım” der (Quran, 2: 30). Melekler, şaşkınlığını gizleyemez. Çünkü Yeryüzünde egemen kılınacak Âdemoğullarının kan dökeceğinden ve düzeni bozacağından emindirler.
Ve meleklerin itiraz gerekçeleri çok geçmeden doğrulanır. İlk akıl sahibi, özgür insan, Yeryüzünün halifesi Âdem, kan dökmese de, ikinci nesilde kan dökme süreci başlar ve kesintisiz olarak artarak devam eder. Düzeni bozma, ortalığı karıştırma, insanlığı ifsat etme işi de Âdem’in oğullarından itibaren artarak sürüp gider.
İnanç bütünlüğü açısından bakıldığında meleklerin bildiğini Allah’ın bilmemesi mümkün değil. Allah, akıl verilen, özgür kılınan insanlardan bazılarının kan dökeceğini ve düzeni bozacağını bilse de, çoğunluğun barışçıl şekilde yaşayacağını ve dünyayı ıslah edeceğini biliyordu.
Müslümanlar, kan döküp düzeni bozan insanlar (Quran, 2: 30) olarak değil, Zebur’da kayıt düşüldüğü üzere (Quran, 21: 105) barışçıl, salih kullar olarak Yeryüzünün varisi olarak anılmalıdırlar.