Tercih çarpıtması

Darbe dönemleri, tercih çarpıtmasının had safhada olduğu dönemlerdi belki, ama Türkiye, özellikle demokratik süreçlerin işletildiği dönemlerde sahici tercihler yapabildi. Zira demokrasinin en önemli unsuru olan gizli oy açık tasnif ilkesi, tercih çarpıtmasının panzehiri.

Yenilenme ve silkinme ihtiyacı olan kurumları bekleyen en büyük tehlike, “meslek yaşamınızı değiştirebilecek konumdaki biri”nin karşısında hep onun beklentilerine uygun bir şekilde davranışta bulunmak ve cevap vermektir.

***

Hürriyet Gazetesi yazarı Yalçın Doğan, 4 Nisan 2012 tarihli yazısında Kenan Evren’in “bir arkadaşıma söylediği, bu ilk elden aktardığım itirafları” dediği bilgilerden bir kısmı şöyle:

Etrafımda herkes benim her yaptığımı alkışlıyor, her yaptığımın doğru olduğunu söylüyor, herkes beni vazgeçilmez olarak görüyordu. …[1989’da] “Amerikan, İngiliz ve Alman Büyükelçileri geldi bana. Anayasada bir değişiklikle, benim Cumhurbaşkanlığı süremin uzatılmasının Türkiye için çok yararlı olacağını söylediler. …Sivas’ta meydanda konuşuyordum, binlerce insan toplanmıştı. Ben teröristlerden söz edince, o kalabalık hep bir ağızdan ‘as, as’ diye tempo tuttu. Ben de, asmayalım da, besleyelim mi, dedim. Bu sözü sonradan başıma çok kalktılar”.

Doğan, Evren’le ilgili şu değerlendirmeyi yapıyor:

“Hastanede iktidar yıllarını düşünüyor. Bir zamanlar kral. Bir zamanlar astığı astık, kestiği kestik. Ağzından çıkan her cümle yasa, hatta anayasa niteliğinde.

Bir zamanlar onunla bir dakika konuşmak için pek çok şeyi vermeye hazır binlerce insan var. Onu yüceltmek, ona yaranmak için insanlar birbiriyle yarışıyor. Yarış akıl almaz, kendisine trene binip, kolunu kompartımanın penceresine dayayıp, poz vermesini önerenler bile var. Okul kitaplarında yer alan Atatürk’ün ünlü fotoğrafı benzeri bir poz. Ne de olsa, Atatürk’ten sonraki en büyük lider o. Çevresi değil, büyük çoğunluk öyle söylüyor kendisine. İşin garibi, o da inanıyor buna.”

*** 

Siyaset sosyolojisinde “tercih çarpıtması” diye bir şey var. Bunu aşağıdaki uzun alıntıyla anlatmaya çalışalım:

Meslek yaşamınızı değiştirebilecek konumdaki birinin sizi, evinde verdiği bir partiye davet ettiğini düşünün. Eve geldiğinizde sohbet konusu, iç dekorasyondaki son eğilimlere uygun olarak, soluk, nötr renklerle döşenmiş oturma odası olsun. Odanın dekorasyonunu beğenmiyorsunuz, ama ev sahibinizi kırmamak için önce görüşünüzü dile getiremiyor, sonra kendinizi bir şey söylemek zorunda hissedip, [ev sahibinizin] “ince zevkine” övgüler yağdırıyorsunuz.

Biraz sonra kendinizi, Lâtin Amerika’da kaynak israfına yol açan kalkınma projeleri üstüne bir sohbetin ortasında buluyorsunuz. Konuklardan biri, gururlu bir biçimde sosyalizmde kaynak israfı olmayacağını öne sürüyor. Bu görüşün mantıksız olduğunu düşünmenize karşın, konuklar arasında saflaşma yaratabilecek bir tartışmaya yol açmamak için yanıt vermiyorsunuz.

Gecenin ilerleyen saatlerinde iyice sıkılmaya başlıyor ve gitmeye can atıyorsunuz. İçinizden bir ses, partiden ayrılan ilk davetli olmanın ihtiyatsızlık olacağını söyleyerek gitmenize karşı çıkıyor. Bir başkasının saatin geç olduğunu belirtip gitmeye davranmasını, böylece dikkati üzerinize çekmeden sıvışıp gidebilmek umuduyla beklemeye başlıyorsunuz.

En sonunda başka biri gitmek üzere ağaya kalkıyor ve siz için için sevinirken parti dağılmaya başlıyor. Ev sahibine “muhteşem akşam” için teşekkür ediyor ve partinin dağılmasını başlatan kişi siz olmadığınız için minnet duyarak kapıya yöneliyorsunuz (Timur Kuran, Yalanla Yaşamak, İstanbul: YKY, 1996, s. 22).

***

Oysa bu tür durumlar, algıladığınız toplumsal baskılar karşısında gerçek gereksinimlerimizi başka biçimde gösterdiğimiz durumlardır. Burada önemli bir tuzak var: Tercihlerimizi çarpıtmaya başladığımızda; bir noktadan sonra, çarpıttığımız tercihlerimiz inandığımız şeyler haline geliyor. Önceleri, inanmadığımız gibi tercihlerimizi ifade etmekte bir mahzur görmüyoruz. Ama bir noktadan sonra yaşadığımız gibi de inanmaya başlıyoruz.

Olağanüstü dönemler tam da bu türden tercih çarpıtmasının yaşandığı dönemlerdir. 1980 darbesi sonrası dönem, böyle bir dönemdi. Hiç kuşkusuz, önceki ve sonraki darbe dönemleri de. Meselâ bin yıl sürecek denilen 28 Şubat, belki binyıl sürmedi. Ama bence amacına ulaştı:

Ruhsuz dekorasyonlara hayran kalarak, Lâtin Amerika konusunda susarak, partiden ayrılışımızı geciktirerek ve harika vakit geçirdiğimizi söyleyerek, hep, onaylanmama korkusuyla saklı düşünce ve isteklerinizle ters düşen bir izlenim bırakmaya çalıştık.

***

Yenilenme ve silkinme ihtiyacı olan kurumları bekleyen en büyük tehlike, “meslek yaşamınızı değiştirebilecek konumdaki biri”nin karşısında hep onun beklentilerine uygun bir şekilde davranışta bulunmak ve cevaplar vermektir.

Demem o ki, gecenin ilerleyen saatlerinde iyice sıkılmaya başladıysanız ve evinize gitmeye can atıyorsanız, gidin. Böyle davranmak belki de daha hayırlıdır.

Üstelik bunun makul pek çok sebebi de olabilir: Yöneticiden sıkılmışsınızdır. Yönetici tarafından verilen partiler artık sizi açmıyordur. Yöneticinin verdiği partiye gelenlerin “en iyisini sen bilirsin” tarzındaki davranışlarından rahatsız olmuşsunuzdur. Partide ikram edilen yemekleri beğenmemişsinizdir. Veyahut da partiye gelen sanatçı tadınızı kaçırmıştır. Her neyse.

Basiretli bir yönetici, “Bak seni adam yerine koyduk, partiye davet ettik, bizi sattın gittin!” demek yerine, “Ne oldu da bu adam partiyi terk etti acaba?” diye düşünür. Aksi bir tutum, uzun vadede, etrafında sadece dediklerini onaylayan insanların bulunduğu bir yönetici haline gelmek demektir.

***

Darbe dönemleri, tercih çarpıtmasının had safhada olduğu dönemlerdi belki, ama Türkiye, özellikle demokratik süreçlerin işletildiği dönemlerde sahici tercihler yapabildi. Zira demokrasinin en önemli unsuru olan gizli oy açık tasnif ilkesi, tercih çarpıtmasının panzehiri. Bu yüzden, darbe dönemlerinden sonra kurulan sandıklarda bile halk, içinden geldiği gibi davranmış ve darbecilerin tehditlerine aldırış etmemiş.

Gizli oy, hiç kimsenin görmediği yerde vicdanının sesini dinlemeyi mümkün kılmakta, açık sayım da vicdanların sesi olan tercihlerin sayım esnasında çarpıtılmasına mani olmaktadır.Türkiye bu sayede –darbe dönemlerindeki tercih çarpıtmalarına rağmen- altmış yılda esasında evrimci bir dönüşümü gerçekleştirmektedir.

Bu arada, Türkiye’nin siyasî hayatında gecenin bir saatinde partiyi terk edenler, her zaman haksız da değillerdirdi. Meselâ Ak Parti, gecenin ilerleyen saatlerinde partiden iyice sıkılmaya başlayanların ve evlerine gitmeye can atanların kurduğu bir parti, kanaatimce. Öyle görülüyor ki, çarpıtılmadan sandıklardan çıkan oylarla halkın sesi olmayı da sürdürüyor.

Kenan Evren’e ve onun gibi olmak isteyenlere söylenebilecek son sözüm şu: Hayatla savaşılmıyor, savaşıldığında da her zaman hayat galip geliyor. Su, kendi mecrasını buluyor. Türkiye, bütün kurumlarıyla böyle bir normalleşmeye ihtiyaç duyuyor.

RotaHaber, 05.04.2012

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et