Tanzim satışlarla ilgili tartışmalar, yeterince derin olmamasına rağmen, çok öğretici. Bu tartışmalar ülkemizdeki siyaset ve ekonomi kültürünün baskın unsurlarının ortaya çıkmasını sağladı. Siyasete ve ekonomiye yaygın bakış tarzımıza adeta ışık tuttu. Bu yüzden, bir tür turnusol kâğıdı fonksiyonunu üstlendi. Bu tartışmalara değerlendirmek ve kendi görüşlerimi -kolaylık sağlamak, karışıklığı önlemek ve hiç bir noktayı gözden kaçırmamak için- madde madde sıralamak istiyorum.
- Tanzim satış uygulamaları yeni değil. 1970’lerde Ecevit hükümeti zamanında da yapılmıştı. Şimdiki ile o zamanki tıpkısının aynısı değil, aralarında bazı farklar var, ama benzerlikler de var ve bu yüzden ortak bir başlık altında toplanmaları yanlış olmaz. Ayrıca merkezî hükümet tanzim satış uygulamasına karar vermeden önce CHP’li başkanların bulunduğu belediyelerde de tanzim satış uygulamaları vardı. Meselâ bir televizyon tartışmasında CHP’li Fikri Sağlar CHP’nin elindeki İstanbul Kadıköy Belediyesi’nin uzun zamandır tanzim satış uygulaması yaptığını söyledi. Son olarak Eskişehir’de CHP’li belediye başkanı ”vatandaşa ucuz ve kaliteli süt içirmek” için, Belediyesi tarafından Halk Süt adı altında sütte tanzim satış yapılacağını açıklamıştı.
- Öyle görünüyor ki tanzim satışı doğru ve yararlı bulmak ve zaman zaman uygulamak şu veya bu siyasî çizgiye mahsus değil. Bu yüzden, CHP kanadının tanzim satış uygulamasını eleştirmesi anlamsız ve tutarsız. Zaten onlar da tanzim satışı özünden eleştirmekten çok iktidarı “ülkeyi buna muhtaç hâle getirdiği” gerekçesiyle eleştiriyorlar. Ama meselâ Eskişehir’deki uygulama hakkında bir şikâyetleri yok. Diğer taraftan, sosyalistlerin tanzim satış uygulamasını eleştiriyor olması tam bir komedi.
- Tanzim satışlarla ilgili yorumlar genel olarak ülkede neredeyse herkesin ve her siyasî çizginin kamu otoritelerinin ve kurumlarının günlük ihtiyaçların karşılanmasına yönelik ticarette fiilî rol üstlenmesini normal, gerekli, faydalı, işe yarar gördüğünü gösteriyor. Hemen hemen hiç bir kesimden tanzim satış uygulamalarının şu veya bu şekilde yanlış olduğuna dair bir itiraz gelmedi. Bir başka deyişle, hiç bir kesim ve çizgi tanzim satışlarının piyasa ekonomisinin ruhuna ve pratiğine aykırı olduğunu, ekonomik hayatın akışına zarar vereceğini söylemedi, tanzim satışlara karşı çıkmadı. Bu konuda en isabetli yazı Ege Cansen tarafından Sözcü gazetesinde Halk Süt projesi hakkında yazıldı ( https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/ege-cansen/olmadi-hocam-3157606/ ).
- Tanzim satış uygulamalarının, kim tarafından yapılırsa yapılsın, iyi niyete dayandığını inkâr edemeyiz. Gerek merkezî hükümetin başlattığı gerekse Eskişehir’deki gibi muhalefet partileri tarafından bir şekilde başlatılmış ve yürütülmekte olan tanzim satış uygulamaları tüketiciye faydalı olması için yapılıyor. Bu yüzden, bana göre, tanzim satışlarla ilgili tartışma uygulamacıların niyetlerini sorgulama amacı taşıyamaz, taşımamalıdır. Ne var ki bu da sosyal teoride, özellikle liberallerin devamlı vurguladığı, ‘niyetlenmemiş sonuçlar’ yaklaşımını geçersiz kılmaz. Yani sosyal dünyadaki aktörlerin belli amaçlara yönelik davranış ve düzenlemelerin hiç hesaplanmamış, çoğu zaman istenmeyecek ve ortaya çıkacak müspet sonuçları bile tamamen veya önemli ölçüde silecek sonuçlar vermeyeceğini kimse teminat altına alamaz. Sosyal dünyada davranışların niyetlenmemiş ve öngörülemeyen sonuçları olabilir. Tanzim satış uygulamaları da buna dâhildir.
- Bu tartışmanın sakin bir şekilde, küfretmeden, kimseyi günah keçisi hâline getirmeden, yeni küskünlük ve kırgınlıklara yol açmadan yapılması gerekir. Kimin daha doğru noktada durduğunu karşıt fikri savunanlara yönelik saldırı, aşağılama, etiketleme ve karalamalar belirlemez. Muarızlarımızın yanlış yaptığını, hatalı düşündüğünü söylemek de öyle olmasını garanti etmez. Tartışmanın usulüne uygun olarak yapılması elzem. Konunun sınırları içinde kalmaya, ad hominem argumentum yoluna başvurmamaya (kişilerin kişilikleriyle uğraşmamaya), tezleri afakî düzlemde bırakmayıp mantıklı çıkarsamalarla ve ampirik delillerle desteklemeye çalışarak diyalogun sürdürülmesi icap eder.
- Tanzim satışlar bizi sosyalist bir ülkeye çevirmez. Sosyalizm sadece barbarlık değil aynı zamanda açlık ve sefalet demektir. Bir ülkenin sosyalist olması için en başta üretim araçlar üzerinde özel mülkiyetin kaldırılması gerekir. Bu olmadığı sürece hiçbir ülke tam sosyalist bir ekonomiye sahip olamaz. İlle de bir adlandırma yapılması gerekirse, Nagehan Alçı’nın yine bir televizyon programında işaret ettiği üzere, buna ‘devletçi kapitalizm’ veya ‘politik kapitalizm’ ( http://www.liberal.org.tr/sayfa/liberal-dusunce-dergisi-sayi-84,668.php ) yolunda bir uygulama diyebiliriz. Bu yüzden, tanzim satışa karşı çıkmakta ‘sosyalizme geçtik’ türünden abartıya gitmemek lâzım gelir. Hemen hemen tüm politikacılar tazim satış uygulamasının ardında yatan mantığı bilinçli bilinçsiz benimsemeye eğilimlidir. Bu açıdan, solda veya sağda yer almaları aralarında önemli bir fark yaratmaz. Ancak, tanzim satışlar toplumun ekonomik hayatında kamunun işgal ettiği yerin genişlediği gerçeğini de değiştirmez. Bu yüzden, tanzim satış uygulaması hakkındaki tartışmalar kamunun ekonomik hayattaki yeriyle ilgili tartışmalara dönüşür. Bir başka deyişle kamu ekonomik hayat neleri yapmalı neleri yapmamalı tartışmasına.
- Olağan şartlar altında, her malın fiyatı gibi, sebzelerin fiyatı da arz talep dengesi tarafından belirlenir. Bunların biri sabitken diğerindeki değişme fiyatı indirir veya yükseltir. Bu adeta bir tabiat kanunu gibidir, hiç bir insan, hiç bir beşeri otorite, bunu, bir sonucu (maliyeti) olmadan ve kalıcı olarak değiştiremez. Arz artarken talep sabit kalırsa veya düşerse fiyat iner; arz azalırken talep sabit kalır veya artarsa fiyat yukarı tırmanır.
- Sebze fiyatlarında yükselme arzda azalma veya talepte artmanın sonucu olmak zorundadır. Bu konuda kesin bir sonuca varmak için güvenilir rakamlara sahip olmamız lazım. Bu Türkiye’de ne kadar mümkün bilmiyorum. Ancak, elde edilecek sağlam rakamların sebze fiyatlarının arz talep kanunu tarafından belirlendiğini doğrulayacağından şüphe etmek için bir sebep yok.
- Arzın artmasını üretimin artması, üretimin artmasını ise üretimde kullanılan alanın genişlemesi, alan birim alan başına üretim miktarının yükselmesi, gelişen teknoloji, iyi tohum, emek vasfının yükselmesi gibi faktörler sağlar. Bütün bu unsurlardaki tersine etkiler ise arzın azalmasına yol açar. İhracatın artması da iç piyasaya sunulan sebze miktarının azalmasına neden olabilir. Meselâ sebze ihracatı ikiye katlanırken iç talep aynı seviyede ise fiyatlar kaçınılmaz olarak yükselir. Arzın azalmasına son yıllarda iklim değişikliğinden ötürü daha sık karşılaşmakta olduğumuz söylenen kuraklık, sel baskını gibi faktörler de etkili olabilir.
- Her üretici-satıcı malını satabileceği en yüksek fiyattan, her alıcı alabileceği en düşük fiyattan almak ister. Bu ahlâkla değil, insanın ve dünyanın tabiatıyla ilgili bir meseledir. Bireysel çıkar arayışına dayanan bu tutum toplum için çok yararlıdır, başka türlü doğru kaynak tahsisi yapılamaz ve etkin kaynak kullanımı gerçekleştirilemez. Bunları yapamayan hiç bir toplum ekonomik refah merdiveninde yukarı doğru tırmanamaz.
- İnsanlar genellikle bir alanda satıcı birçok alanda alıcıdır. Bu yüzden, ekonomide düşük fiyatla alma baskısı her zaman yüksek fiyatla satma baskısından daha geniştir. Hiç kimse malını yüksek fiyattan satmak istemesinden dolayı ayıplanamaz, kınanamaz. Bu hayatın doğasıdır, kıtlık vakasının doğal sosyal sonucudur. Bağlı olunan din, ahlâk, ideoloji ve vicdan veya vicdansızlık denen şeyler bunu değiştiremez. Müteahhit evini en yüksek meblağa satmaya, müşteri en düşük meblağdan almaya çalışır. Ev sahibi evini en yüksek fiyattan kiraya vermeye, kiracı aynı evi en düşük fiyattan kiralamaya gayret eder. İşçi en yüksek maaşı almaya, işveren en düşük maaşı vermeye çalışır. Kimse tersine hareket etmez. Böyle bir dünyada insanları başkaları tarafından istismar edilmekten -hatta başkalarının bir tür kölesi olmak durumuna düşmekten- kurtaran şey başkalarının iyi niyeti, ahlâkı, erdemi filan değil ekonomik hayattaki çoğulluktur; yani toplumda tek işveren, tek satıcı, tek market, tek marka ve ekonomik işlemin yapılabileceği tek zaman olmamasıdır.
- Bazı ürünlerin geniş bir alanda tek fiyatı olurken–olabilirken (otomobil gibi) başka bazı ürünlerin fiyatı coğrafyadan coğrafyaya (sebze gibi) değişebilir. Çünkü maliyet kalemler mutlak ve nispî olarak değişiktir. Meselâ nakliye açısından bakalım. Çapı küçük ve malî değeri az ürüne eklenen nakliye masrafı büyük ve pahalı üründe olduğundan çok daha yüksek oranlara çıkabilir. Örneğin, fiyatı 200 bin lira olan bir otomobile bin lira nakliye ücreti eklenmesi (200’de bir) ile fiyatı 5 lira olan bir ürüne 25 kuruş nakliye ücreti binmesi (20’de bir) arasında önemli fark vardır. Bu ilkinin fiyatında ciddî bir tesir meydana getirmezken ikincisinde ciddî bir yük bindirir. Maliyet kalemlerini ve onların mutlak ve nispî etkilerini en iyi işleri bilfiil yapanlar bilir ve takdir eder.
- Sebze fiyatlarında son zamanlarda hatırı sayılır ve dar gelirli insanları hakikaten çok zorlayan yükselişler olduğu bir gerçek. Ancak, bu yükselmenin tek, teşhis edilebilir ve de kumpas kurmak isteyen bir aktörün eseri olduğu iddiası çok su götürür. Bu olmaz demiyorum, hayat kolayca olmaz dememeyi bana acı tecrübelerle öğretti; ancak, böyle bir iddia varsa, bunun somutlaştırılarak, isimlendirilerek ve detaylandırılarak delilleriyle ispatlanması gerekir. Afakî ve hiç kimsenin üzerine alınmadığı veya hiçbir aktörün tam olarak doğrudan suçlanmadığı kötü niyetli tezgâhlardan bahsetmek çok anlamlı gözükmüyor. Tekel demek yüksek kâr imkânı demektir. Bir alanda tekel doğar ve yüksek kâr elde etme imkânı çıkarsa ilgili ekonomik faktörler bu pastadan pay kapmak için derhal oraya akmaya başlayacaktır. Dolayısıyla, tekel ortadan kalkacaktır. Sağlam iktisat bilgisi piyasanın tekellerin doğmasına, doğsa da uzun ömürlü olmasına izin vermediğini, tekellerin çoğu zaman devlet müdahaleleri yüzünden doğduğunu kanıtlamıştır. Ayrıca, piyasadaki fiyat oynamaları muhtemel kıtlık sorununa önceden verilen bir cevaptır. Bir malın hiç bulunmaması onun pahalı olmasından her bakımdan çok daha kötüdür. Doğrudan fiyat kontrolleri kıtlık yaratır.
- Bu çerçevede, sebze fiyatlarındaki yükselmenin tekelleşmenin sonucu olduğu iddiası da (aynen stokçu, spekülatör, aracı iddiaları gibi) ispatlanmayı bekliyor. Kim bu tekel veya tekeller? Nasıl yapmışlar bunu? Tekelin mevcudiyetinin işaretleri neler? İzlerini nasıl sürebiliriz? Hangi rakamlar tekel olma durumunu olduğunu gösteriyor? Sebze meyvede ürünlerin yaklaşık yüzde 40’ının hallerden geçiyor geri kalanı büyük market zincirleri tarafından tüketiciye ulaştırılıyormuş. Ama en az dört tane ve binlerce şubesi bulunan market zinciri var. Daha küçük olanları da eklersek sayı kolayca yüzlere çıkar. Geçen yıllarda bu suçlamayla karşılaşmayan market zincirleri niçin bu sene suçlanıyor? Fiyat artışlarında fiyatları devlet kontrolünde olan yakıt, enerji, vergi, asgari ücret gibi girdilerin maliyetlerinin yükselmesinin bir payı yok mudur? Varsa bunların fiyatı inmeden sebze fiyatları nasıl düşecektir?
- Market zincirleri bir menü yaratır. Zincir marketler arasında bir fiyat ve kalite farklılaşması doğar. Bu dünyanın her yerinde böyledir. Ampirik araştırmalar market zincirlerinin genel olarak –özellikle alt gelir grupları için- ucuzluk getirdiğini gösteriyor. Türkiye’de de durum bu. O kadar ki, market fiyatlarıyla yarışamayan bakkalların piyasadan çekildiği söyleniyor. Hangisi doğru? Market zincirleri fiyatları yükseltiyor mu düşürüyor mu? Marketler değil bakkallar-manavlar yaygın olsa vatandaşlar daha ucuza mı daha pahalıya mı sebze alacak?
- Tüm dünyadaki tecrübeler devletin hiçbir şekilde özel sektör kadar etkili ve verimli işletmecilik yapamadığını gösteriyor. Tersine hiçbir örnek yok. Bu hakikat ortada dururken tanzim satışlarının marketlerden ve semt pazarlarındaki esnaftan daha düşük fiyatlarla tüketiciye ürün ulaştıracağını kim, nasıl garanti edecektir?
- Tanzim satışlarda ürün fiyatlarının marketlerdekinden daha düşük olduğu bir hakikat. Alıcılar bundan memnun. Ancak, uygulanan fiyatlar ürünlerin gerçek maliyetinin satış fiyatı olduğunu göstermez. Kamuda ve özelde maliyet kalemleri farklı hesaplanır. Kamu maliyet kalemlerinin bazılarını söz konusu işin dışına atabilirken özel sektör aktörleri hepsini hesabına dâhil etmek zorundandır. Bu yüzden, kamunun kaynak israfı yapmadığından emin olamayız. “Helâl olsun” dememiz için tanzim satışlardaki maliyetlerle satış fiyatları arasında en azından eşitlik olduğunun gösterilmesi gerekir.
- Öyle sanıyorum ki tanzim satışlardaki fiyatlar subvansiye edilmiş fiyatlardır. Başka bir deyişle tanzim satışta ürünler pahalıya mal edilip ucuza satılmaktadır. Satış yapan belediye çalışanları maaşlarını tanzim satışlarla toplanan hasılattan mı yoksa belediyelerin başka malî kalemlerinden mi alıyor? Nakliye masrafları hangi kalemde gösteriliyor? Depolama giderleriyle ilgili kayıtlar nerede tutuluyor? Bütün bunlarla ilgili bilgiler açıklansa, muhtemelen, ürünlerin belediyelere maliyetinin özel sektöre olduğundan daha yüksek olduğu ortaya çıkacaktır.
- Ürünlerle ilgili iki taraf için değer söz konusu. Satıcı açısından satış fiyatı ve maliyet fiyatı. Toplam maliyetin toplam satış gelirlerini aştığından zerre kadar şüphe etmem. Bu durumda tüketiciye pazardan daha ucuza ulaşan ürünler subvansiye ediliyor demektir. Belediyeler bunun bedelini toplumdan başka şekillerde çıkaracaktır. Alıcı açısından da fiyat sadece cebinden çıkan para değildir. Başka faaliyetlerde harcayabileceği sırada bekleme süresi (iki, üç saat) maliyetine eklenmelidir. Bu yüzden, boş vakti olan ev kadınlarının, emeklilerin kuyruğa girip mal alması anlamlıdır ama meselâ işi olan bir marangozun, şoförün, öğretim üyesinin kuyruğa girmesi anlamsızdır, zararındadır.
- İşin bir de haksız rekabet boyutu var. İBB Üsküdar meydanına çadır kurmuş, kamyonları çekmiş, personelini yerleştirmiş, sebze satıyor. Aynısını esnafın yapmasına izin veriliyor mu? Esnaf da Üsküdar meydanında kira, harç vermeden satış yapabilse satış fiyatlarını mutlaka düşürür. Esnaf, market, tüm satıcılar dükkân-depo kirası, kira stopajı vermek zorunda. Personel istihdam etmek, onların sigorta primlerini ve vergilerini ödemek mecburiyetinde. Dolayısıyla, tanzim satış uygulamasıyla belediyeler esnafla, müteşebbisle haksız rekabete giriyor. Tüketiciyi memnun edeyim erken esnafa, aracıya, komisyoncuya, tüccara, bakkala, manava, nakliyeciye vb. zarar veriyor. Bir öğrencimle konuştum; babasının yıllar önce devletin ekmek fiyatlarına müdahalesi yüzünden fırıncılığı bırakıp patates-soğan ticaretine geçtiğini ve şimdi yine aynı problemle tekrar karşılaştığını söyledi.
- Tanzim satış uygulamasının geçici olduğu söyleniyor. Bu iyi ve rahatlatıcı. Ama diğer taraftan satış yelpazesinin genişletileceğinden, bakliyat ve temizlik malzemelerinin de satılacağından söz ediliyor. Umarım uygulama genişlemez ve geçici olur.
- Başta da belirttiğim gibi bu uygulama bizi sosyalist bir ülke yapmaz. Ama bu uygulamanın piyasa ekonomisinin ve sınırlı devlet anlayışının özüne ve ruhuna aykırı olduğu da açık geçek. Kural olarak devlet vatandaşların yapabildiği hiçbir iş alanına girmemelidir. Üretici ve işletmeci olmamalıdır. Yıllarca, devlet bakkallık, manavlık yapmasın, ayakkabı, pijama üretmesin diye yazdık, çizdik. Elbette devletin ekonomik alandaki tek hatası tanzim satışlar değil, başka ve daha zararlı işleri de var. Ancak, tanzim satış uygulamasının beni en çok tedirgin eden tarafı, bu uygulamanın, geniş halk yığınlarının algısını doğrudan etkileyebileceği ve çok görünür olacağı için, ekonomik devletçi zihniyeti yaygınlaştıracak ve derinleştirecek olması. Televizyon haberlerinde seyrettiğim insanlar memnun görünüyor ve daha fazlasını istiyor. İktidarıyla muhalefetiyle siyasilerin bu taleplere direnmesi, bu taleplerin yaratacağı oy potansiyeline gözlerini kapaması çok zor. Nitekim partiler tanzim satışı sahiplenmede yarışıyorlar. “Yavaş olun, orta ve uzun vadede piyasa ekonomisini geliştirmekten başka özgürlüğümüzü koruyacak ve refahımızı yükseltecek bir yol yok” diyenler ya hiç yok ya da çok az ve etkisiz.
Devletçi ekonomik uygulamalar kısa vadede işe yarıyormuş, sorun çözüyormuş gibi görünebilir, ama orta ve uzun vadede kaçınılmaz olarak zarar verir. Umarım politikacılarımız da aydınlarımız da ortalama vatandaşlarımız da bu gerçeği görür ve ekonomik devletçiliği bir bataklığa dönüştürecek süreçlerin ortaya çıkmasına, yayılmasına ve güçlenmesine bilerek veya bilmeyerek katkıda bulunmaz.
Yeniyüzyıl, 16 Şubat 2019