Suriye’yi kendi ordusu işgal etti

 

Dünyanın gözleri Suriye’ye çevrilmiş durumda. BM ve Arap Birliği başta olmak üzere pek çok uluslararası örgüt iç savaşın yaşandığı Suriye için çözüm arayışına giriştiyse de, tüm çabalar sonuçsuz kaldı. Suriye’de de rejimin diğer ülkelerdeki gibi çabucak devrileceği beklentisinin boşa çıkması, bu ülkenin bir denge zemini haline gelmesiyle doğrudan bağlantılı. Türkiye de bu dengenin bir parçası. Suriye ile ilişkiler, Türkiye’nin Ak Parti iktidarında geçirdiği 10 yılın belki de en zor dönemeci haline gelmişken, hem Türkiye’nin temel tartışma dinamiklerini, hem de en yakıcı sorun olarak öne çıkan Suriye’yi, akademisyen ve liberal akımın önemli isimlerinden Doç. Dr. Bekir Berat Özipek ile konuştuk.

Röportaj: Nil Gülsüm

Fotoğraf:Abdülkadir Karakaya

Erdoğan yönetiminde üçüncü dönemini yaşayan AK Parti dönemini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Erdoğan’ın simgelediği AK Parti dönemi, cumhuriyet tarihi içindeki üçünü önemli dönemeci ifade eder. Bu dönemler oligarşiden demokrasiye ya da serbest bir siyasi sisteme doğru gidişin aşamalardır. Bunlardan birincisi Menderes, ikincisi Özal, üçüncüsü de Erdoğan ile simgeleşen dönemdir ve bu süreç henüz tamamlanmış değildir.

İLK KEZ BİR MUHTIRA REDDEDİLDİ

Neler yapıldı bu süreç içerisinde?

Ayrıcalıklı bir zümrenin egemenliğini ifade eden sistemin dönüştürülmesi konusunda önemli bir aşama kat edildi. Bürokratların özellikle de asker bürokratların siyasetin çerçevesini çizdiği bir yönetim geleneği sarsıldı ve onların hukuki sorumluluğu sağlandı. İlk defa AK Parti ile beraber bir muhtıra reddedildi.

Bu kapsamda 2010 Anayasa Referandumundan da söz etmek gerekir herhalde?

2010 referandumu ile bürokratik oligarşinin özellikle yargı ayağının demokratikleşmesi sağlandı. AK Parti bütün hatalarına, eksikliklerine rağmen, siyasi, iktisadi ve idari anlamlarda Türkiye’de önemli reformlara imza attı. Yaşadığımız son on yıl, Türkiye’nin özgürleşme sürecinde önemli bir kavşağı AK Parti’yle beraber dönmesi anlamını taşıyor. Ama henüz bu süreç bitmedi ve hiç bir şey geri dönüşsüz değil.

AK PARTİ BAŞARISINI KENDİ OLUŞTURDU

Toplum-AK Parti ilişkisini nasıl görüyorsunuz?

AK Parti, kendisini dönüştüren bir siyasi aktör olarak, başarısının koşullarını kendisi oluşturdu. İslam coğrafyasında artık tarih daha hızlı akıyor. Ciddi bir sosyal değişim var. O toplumların içinde, özellikle İslami kesimler kendileri üstüne düşünüyorlar, kendilerini dönüştürüyorlar, yeniliyorlar. Değiştikçe, dönüştükçe aktörleşiyorlar ve toplumlarını da değiştiriyorlar, dönüştürüyorlar. AK Parti de böyle yaptı ve önemli değişimlere imza attı. Toplumun değişmesi sonucu AK Parti ortaya çıktı. Toplum, kendisinin önünü açacak siyasi aktörü iktidara getirdi, o iktidar da toplumun önünü açtı.

ASKERİ BÜROKRASİ YÖNETME SEVDASINDA

Hatalarına rağmen önemli reformlar oldu dediniz. AK Parti’nin ne gibi hataları oldu?

Öncelikle izlediği siyasi perspektif, öteki siyasi aktörlerden daha özgürlükçü olsa da, bu olması gereken ölçüde değil. Sahip olduğu potansiyeli ya da dini ve ahlaki anlamdaki iddialarını göz önüne aldığımızda, AK Parti’nin demokratikleşme, sivilleşme, azınlık hakları, ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, Kürt sorunu gibi sorun alanlarında alternatiflerinden daha iyi olması yeterli değil. Özellikle de onlar bu kadar kötü durumdayken. Rakiplerinin durumundan bağımsız olarak, onun eksikliğinin olmaması gerekir. Ama var. İkinci büyük hatası, elinde güç ve imkan varken, yapısal reformlara gitmiyor. Örneğin ordu reformu hala bekliyor. Bugün demokrasiye ve sivil iktidara saygılı görünen bir genelkurmay başkanı var diye, askeri bürokrasinin yönetme iddiasından vazgeçtiğini zannetmek saflık olur.

Son kongre üzerinden bir okuma yapsanız neler söylersiniz?

Bu kongredeki söylemlere baktığımız zaman, Başbakan Erdoğan’ın konuşmasına baktığımız zaman, kestirmeden söyleyeyim, uzun ve sıkıcıydı. Hem entelektüel hem de duygusal derinlik bakımından eski konuşmaların gerisindeydi. Alparslan’dan Yavuz’a, Erbakan’dan Mustafa Kemal’e kadar bir dizi benzemeze aynı anda atıf vardı. Alevi sorununa çözüm için ne yapacaklarından söz etmedi. Yine de Kürt Sorunundaki “inadına demokrasi”  vurgusu önemliydi ama kongreyi asıl o kitapçık kurtardı. Bütün eksikliklerine rağmen hali hazırda şu anda Türkiye’de en özgürlükçü aktörün onlar olduğunu görüyoruz, bunu teslim etmek lazım.

NORMALLEŞME SÖZ KONUSU

AK Parti’nin çizgisinde ya da AK Parti iktidarıyla birlikte toplumda dindarlaşma eğilimi görüyor musunuz?

AK Parti’nin daha dindar bir çizgiye geldiğini düşünmüyorum. Ama söylemlerinde dini konular ya da İslam ile ilgili bazı hususlar ön plana çıkar hale geldi. Bu, bir şekilde normalleşmeyi de gösteriyor. Toplumun daha dindar hale gelip gelmediğini bilmiyorum, ama dindarlığının daha görünür hale geldiği açık. Tıpkı diğer kimlikler gibi. Daha önce söyleyemiyor olduklarını, şimdi söylüyor olmaları güzel. Sadece onlar değil herkes öyle. Kürtler, Aleviler, gayrimüslimler de kendileri ile ilgili problemleri daha fazla dile getiriyorlar ve daha fazla taleplerle ortaya çıkıyorlar. Bu bir normalleşme göstergesidir.

Başbakan’ın kongrede Erbakan’a atıfta bulunmasını AK Parti’nin Milli Görüş’e doğru yönelimi olarak yorumlayanlar oldu. Ne dersiniz?

Kongrede Erbakan’a atıfta bulunulması, Milli Görüşe dönüşü ifade etmiyor. Necmettin Erbakan’ın temsil ettiği siyasi çizgi, Türkiye’de baştan beri İttihat Terakki – CHP çizgisinin dışındaki o muhalif siyasi geleneğin bir halkasını ifade ediyor. Dolayısı ile de orada Menderes’ten, Özal’dan ve Erbakan’dan söz etmek anlamlı. Bu aynı zamanda Türkiye’deki egemen siyasi çizgilere karşı muhalif olan özgürleştirici siyasi çizgiyi ifade ediyor.

MUHALEFET, MUHALEFET YAPMIYOR

İktidarı konuştuk. Peki, muhalefetin yaptığı muhalefeti nasıl buluyorsunuz?

Bulamıyorum. Muhalefetin yaptığı bir muhalefet bulamıyorum. Doğru düzgün bir muhalefet bulamıyorum. Daha ileri bir muhalefet bulamıyorum. Aslında bir demokraside muhalefet etmek, iktidarda bulunmaktan çok daha değerli olabilir ama Türkiye’de böyle bir değere sahip değiliz maalesef. Özellikle CHP, MHP ekseninin bu ülkede söyleyecek yeni bir sözü olmadığı, aşağı yukarı her olayda belirginleşiyor.

Güçlü bir muhalefetin olmamasının sonuçları ne?

Muhalefetin durumu iktidar için hem şans hem de şanssızlık. Şansı şu; hiçbir şey yapmasına gerek yok. Muhalefetin Kürt sorunu, Suriye meselesi, din ve vicdan özgürlüğü sorunu ya da başka konularda söylediklerini göz önüne alacak olursak, iktidarın hiç bir şey yapmasına gerek yok. Alternatifleri bu muhalefet olduğu sürece uzun yıllar iktidarda kalır. Dezavantajı da; muhalefetin çok önemli bir işlevi vardır ki, o da iktidarı ileri bir noktadan eleştirmek ve daha iyi noktaya çekmektir. Ama o bundan mahrum.

Muhalefet nerede hata yapıyor?

Derin devlet yargılamaları oluyor. Desteklemesi ve fazlasını istemesi gerekirken, muhalefet bu yargılamaların geçekleşmesinden rahatsızlık duyduğunu belli edecek şekilde bir muhalefet yapıyor. BDP ye gelince, BDP Kürt sorunun çözümü konusunda çok olumlu bir işlev görebilirdi ama maalesef bunu yapmadı, yapamıyor. BDP’ye egemen olan perspektif ve söylem göz önüne alındığında, yakın bir dönemde yapacak gibi görünmüyor.

CHP ÇOK DİLLİ

CHP’nin Kürt meselesine karşı tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Baykal dönemindeki gibi, yanlış ama net bir perspektifi olmadığı için yeni CHP, Kürt sorunu konusunda bazen Sezgin Tanrıkulu’nun, bazen de Emine Ülker Tarhan’ın dili ile ya da partinin içindeki otoriter Kemalist çizginin başka bir temsilcisinin dili ile konuşuyor. CHP, şu an için birbirine taban tabana zıt iki siyasi söylemi aynı anda taşıyan bir parti oldu için, söyledikleri bazen BDP’ye bazen MHP’ye çok yakın görülebiliyor. Ama dikkat ederseniz bunlar anlık. Borsadan daha hızlı değişen siyasi dil ve söylemden söz ediyoruz. Mesela benim şu an bunları söylediğim anda CHP, Oslo görüşmelerine karşıydı ama bu röportaj yayınlandığında belki de tam tersi olacak. CHP’nin söylemlerini haftalık ya da günlük değil daha çok anlık olarak değerlendirmek gerek.

AK PARTİNİN HAKLI ONURU

Sizin Kürt meselesinde çözüm öneriniz nedir sizin?

Kürt meselesini hak ve adalet temelinde çözmek gerekir. Eğer bir gün bu sorun çözülecekse bir hükümetin bunu anlaması gerekirdi; AK Parti hükümeti bunu anlayan ilk hükümettir. Sorunun asayiş ile ya da Ecevit in iktisadi romantizmi ile çözülmeyeceğini anlayan ilk hükümettir. Ve dolayısı ile Oslo görüşmelerini, Kandil ve Öcalan ile görüşmeleri büyük bir cesaretle gerçekleştirmenin onuru ona aittir.

Bu sorunun çözüleceğine inanıyor musunuz?

Elbette. Dünyada çözülemeyecek sorun olmadığına inanıyorum, Kürt sorunu da çözülecektir.

 

CHP VİCDANA MUHALEFET EDİYOR

Suriye meselesi söz konusu olduğunda CHP’nin takındığı tavrı nasıl değerlendirmek lazım?

CHP, Suriye konusunda iktidara değil, adalete, insan haklarına, vicdana muhalefet ediyor. Suriye’de çok açık ki meşruluğunu kaybetmiş bir yönetim var. Kendi halkını katleden, şehirleri hedef gözetmeksizin bombalayan bir yönetim hangi açıdan değerlendirirseniz değerlendirin, işgalci bir güçtür.  Suriye şu an kendi ordusu tarafından işgal edilmiş bir ülkedir. Muhalefetin, direnme hakkını kullanan Suriye halkının desteklenmesi gerekir. Eset rejimine karşı çıkan muhalifler bizim istediğimiz çizgide olmayabilir ama bu oradaki rejimi desteklemeyi hiçbir şekilde meşru göstermez. CHP, başından beri Suriye’deki rejimi destekliyor.

Bunu CHP’nin hangi tavrından çıkarmak mümkün?

Bunu Eset’e destek ziyareti için, bir heyet göndermesinden tutun da, CHP’li grupların yaptığı gösterilerde taşınan Eset posterlerine ya da CHP’lilerin Suriyeli mültecilere karşı takındıkları tavırdan görmek mümkün. Özellikle sonuncusu gerçekten utanç verici. Çünkü mülteciler dünyanın en kırılgan insanlarıdır. Eşini, dostunu, evini, barkını, anılarını terk edip bir yere gelen insandan daha fazla merhamete ve dayanışmaya muhtaç bir insan yoktur.  Ama maalesef bu siyasi parti, bu durumdaki o insanları iktidara duyduğu tepkiye kurban edebiliyor.

Muhalifleri neden desteklemek gerekir?

Direnme hakkını kullanan bir topluma destek vermek insani bir ödevdir. Suriye’de muhalefeti desteklemek meşrudur hatta ahlaki bakımdan da gereklidir. 

MÜLTECİLERİ HEDEF GÖSTERMEK UTANÇ VERİCİ

Mülteciler etrafında seyreden tartışmalar da söz konusu…

Mülteciler ile ilgili yapılan tartışmaları utanç verici buluyorum. Mülteciler Hatay’da asayişi bozuyorlarmış, insanlara silah çekiyorlarmış vs. Biz bu söylemleri pek çok yerde, pek çok konuda defalarca görmüşüzdür. Özellikle etnik, dini ya da başka türden bir önyargı duyulan insanları, o önyargıyı taşıyanlar daha kabul edilebilir bir dille mahkum edebilmek için bu türden suçlamalara başvururlar, olayları abartırlar ya da yoksa üretirler. Dünyanın her tarafında ötekileştirilen insanlara bu türden yakıştırılmalar yapılır. Mültecileri bir anlamda hedef göstermek, tek kelime ile utanç verici. Bu tür vakaların bireysel olarak yaşanmış olması da, bu genelleştirmeyi hiçbir biçimde haklılaştırmıyor. Suriyeli bir mülteci elbette ki bir başka insanın hakkını, hukukunu ihlal edebilir, insanın olduğu her yerde bu olur. Mülteci olsun ya da olmasın burada yapılması gereken ‘Suriyeli mülteciler’ gibi bir günah keçisi inşa etmek yerine, hukuku ihlal eden kimse onun cezalandırılmasını talep etmektir. Ama sadece budur.

Tezkere kararını nasıl değerlendiriyorsunuz. Türkiye savaşa mı giriyor?

Tezkere demek otomatik olarak savaş demek değil.  Bunu muhtemelen tezkere ile ilgili tartışmayı yürütenler de biliyorlar. Ama Suriyeli mülteciye bile bu kadar insanlık dışı bir perspektifte bakanların, tezkereye böyle bakmalarını anlamak mümkün. Elbette tezkereye karşı çıkan herkesin, mültecilere de karşı olduklarını söylemiyorum ama tezkereyi bir savaş ilanı olarak görmek ya da göstermek de doğru değil.

SURİYE POLİTİKASI DOĞRU

Suriye’ye müdahale konusunda görüşünüz nedir?

Türkiye’nin tek başına bir savaşa girmesini doğru bulmuyorum. Ama Türkiye’nin Suriye’deki muhalefete destek vermesi gerektiğini bir kez daha tekrarlıyorum. Türkiye’nin burada izlediği rol, çizgi esas olarak doğrudur. ‘Dünya’ diye adlandırılan etkili uluslararası çevrelerden kopmadan ama onlardan bir adım ileride durarak, onları Suriye konusunda teşvik edici bir tutum almak, ama tek başına da bu işin içine silahlı bir şekilde dalmamak şeklindeki politika esas itibariyle doğrudur. Bu konuda hükümetin izlediği politikayı “ahlaklı realizm” olarak tanımlamak mümkün. Ben bu politikanın kısa vadede arz ettiği sorunlara rağmen, uzun vadede hem dünya için, hem bölge için, hem de Türkiye için çok doğru ve yararlı sonuçlar getireceğini düşünüyorum.

Suriye Türkiye’yi tahrik mi ediyor,  savaşa mı itmek istiyor? Top atışları, havalanan helikopterler…  

Bunun pek çok sebebi olabilir. Suriye’deki diktatörlüğün sıkıştığı bir ortamda, savaşı genişletmeyi tercih etmesi ve bunun için Türkiye’yi içine çekmeye çalışması mümkün. Ama şu an Türkiye’de böyle fevri ya da anlık bir şekilde yapılan saldırılarla savaşa girecek bir hükümet, bir meclis yok. Dolayısı ile eğer böyle bir beklenti söz konusu ise bu gerçekleşmeyecek demektir.

Milat Gazetesi

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et