Suriye’de 21. Yüzyıl’ın şimdiye kadarki en ağır trajedisi yaşanmaya devam ediyor. Her gün yüzlerce insan kaçınılması mümkün bir iç savaşta can veriyor, yerinden yurdundan oluyor. En son çok sayıda çocuk kimyasal silahlara kurban edildi. İslam Dünyası, Demokratik Dünya ve uluslararası toplum katliamları seyrediyor. Çok laf az iş üretiyor.
Suriye’de yaşananlar birbirinden tamamıyla farklı şekillerde yorumlanabiliyor. Çözüm önerileri de bu yorumlara göre değişiyor. Ne olacak, bu dram nasıl sona erecek veya erdirilecek? Daha özgül olarak Türkiye ne yapmalı veya yapmamalı? Türkiye’nin Suriye politikası nerelerde isabetli nerelerde hatalı?
Her şeyden önce vakaya doğru teşhis koymalıyız. Suriye ne bir işgale, ne de başka bir ülkenin saldırısına uğradı. Ne oluyorsa özü bakımından ülkenin iç dinamikleri yüzünden oluyor. Benim gördüğüm, iç savaşın ana sorumlusu mevcut rejim. Esed ve adamları ülkeyi tedricî bir reform sürecine sokarak demokratik ve eşitlikçi karılma dayanan bir sistemin yolunu açmadı. Bu istikametteki taleplere silahla cevap verdi. Bu otoriter rejimin sindirilmiş toplum kesimleri bir noktada korku duvarını aştı ve cevap vermeye başladı. Şimdi ülke iki kampa bölünmüş vaziyette. Bir tarafta orduyu kontrol eden rejim diğer tarafta ona karşı mücadele eden bir koalisyon. Savaş uzadıkça iki tarafta yer alan toplum kesimleri arasındaki düşmanlık ve nefret de koyulaşıyor ve bunlar belki de ilerde bir arada yaşayamayacakları bir ruh hâline itiliyor.
Suriye’de insanî müdahalenin bütün şartları var. Her tür silaha sahip bir ordu zayıf ve dağınık muhalefetin toplumsal tabanına ölüm yağdırıyor. Tüm insanî değerleri çiğneyerek katliamlar yapıyor. Muhalefet de çeşitli unsurları içinde barındırıyor. Muhalif silahlı gruplardan bazıları rejiminkilerle yarışabilecek vahşet tablolarına imza atıyor. Bu böyle sürerse tarihin en büyük vahşetlerinden biri yaşanmış olacak. Bu duruma İslam Dünyası’nın ve demokratik blokun seyirci kalmaması lâzım. Zira, olan biten Suriye’nin bir iç meselesi değil, bir insan hakları meselesi. Dünya eninde sonunda müdahale etmek zorunda kalacak. Müdahale geciktikçe insanî kayıplar ve maddî tahribat artacak.
Kimyasal silahlarla kesine yakın ihtimalle rejim tarafından yapılan katliam en azından buna cevap verme çabalarını artırdı. Kimyasal silahın yol açtığı ölüm manzaraları insanı dehşete düşürmekle beraber bu talihsiz ülkede insanî müdahale şartları çok daha öncesinde ortaya çıkmıştı. Ülkelerin iç politikaları, özellikle ABD’deki durum, uluslararası müdahaleyi geciktiriyor. Ancak, müdahale etmemenin bu ülkeleri Suriye’den doğacak uluslararası problemlerden kurtaramayacağı açık. Diğer taraftan bir müdahalenin nasıl olacağı ve sonrası da tartışmalı. Bence yabancı askerlerin Suriye topraklarına girmesi yanlış. Zaten buna ihtiyaç da yok. Muhalefet aslında çoğunluk. Yapılması gereken muhalefeti rejimle eşit savaşma gücüne kavuşturacak silah desteği sağlamak. Bosna tecrübesi gösterdi ki, savaşan taraflar arasında ağır bir dengesizlik olduğu sürece tarafları bir masada buluşturup anlaştırmak çok zor.
Demokratik Dünya sadece savaşın sonlandırılmasını değil, sonrasında hiçbir kesimin -özellikle azınlık durumundaki Nusayri nüfusun- hiçbir güvenlik endişesi yaşamayacağı, eşit insan haklarına sahip olacağı ve siyasî süreçlerden dışlanmayacağı bir siyasî yapılanmanın ortaya çıkmasını da gözetmek zorunda. Bunu yapabilmesi için de müdahil olması şart. Hem hiç karışmayıp hem de savaşı muhalefetin kazanması –ki bu eninde sonunda olacak– durumunda yeni rejimin nitelikleriyle ilgili ahkâm kesmeye hakkı olamaz.
Türkiye’nin Suriye dış politikasının genel olarak doğru olduğu kanaatindeyim. Türkiye sorunu ne yaratan ülke ne de tek başına çözebilecek güç. İstese de istemese sorundan etkilenecek coğrafî konumda. Uluslararası toplumu harekete geçirmek için çabalamaya, göçmenlere kapısını açık tutmaya ve muhaliflere destek sağlamaya devam etmeli. Belki de revize etmesi gereken tek şey dış politika dili. Türkiye taleplerini ve Esed rejimi eleştirilerini daha az ve daha alçaktan dile getiren bir söylemi benimsemeli. Daha çok iş yapmalı ama daha az ve daha dikkatli konuşmalı.
Bu yazı Yeni Şafak Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.