“Yerlilik”in sahiplenilmesi sadece kendisiyle barışık bir toplum yaratılmasına değil yarattığı “Doğu”yu “medenîleştirme”yi vazife edinen tersine ontolojik Oryantalizmin marjinalleştirilmesine de katkıda bulunacaktır
“Yerli” uzun süre Batı emperyalizminin genel olarak diğer coğrafyalarda yaşayanlar, özel anlamda ise sömürgeleştirdiği toplumların mensupları için dile getirdiği, edilginlik vurgusu güçlü, aşağılayıcı bir sıfat olmuştur. Gerek Batı toplumları, gerekse de değişik toplumlardaki Batılılaşmış seçkinler tarafından bu anlamıyla kullanılan maduniyet temelli “yerli” ifadesi süreç içinde sahiplenilmesi ve savunulması gereken kültürel değerlerin temsilcisi statüsüne kavuşmuştur. Gündemimizdeki “yerli”lik tartışması da hiç şüphesiz, bu değişim sürecini yansıtmaktadır.
Tersine oryantalizm
Osmanlı modernleşme projesi, bilhassa ilerleyen yıllarında, kendi “Doğu”sunu yaratan ve onu “medenîleştirmeye çalışan” bir entelektüel/ siyasal girişime dönüşmüştür. Yerel değerler ve İslâm ile modernliği bağdaştırmaya gayret eden entelektüel girişimler, Yeni Osmanlılar ve II. Abdülhamid rejimi sonrasında ivme kaybederken, kendi “Doğu”sunu üretme ve onu Batılılaştırarak “medenîleştirme” girişimi hız kazanmıştır.
İlginç olan II. Abdülhamid’in siyasal muhalifi Yeni Osmanlılığın “bağdaştırıcı modernleşmesi”ni ana hatlarıyla sürdürmesine karşılık, Yeni Osmanlı entelektüel mirasını sahiplenme iddiası taşıyan Jön Türklük ve İttihadçılığın “medenîleştirme projesi”ne yakın bir çizgiye kaymasıdır.
Terakki ve İttihad Cemiyeti yayın organı Şûra-yı Ümmet “native” ve “indigène” sıfatlarının “mahkûmiyet- i ecânibe duçâr olan Şarklılar”a atıfta bulunmak amacıyla kullanılmasını tartışırken “bizim bunu ‘yerli’ şeklinde tercüme etmemizin” söz konusu kelimelerin “zımnında bir mefhûm-i zillet müstetir” olması nedeniyle yeterince kapsayıcı olmadığını ileri sürmüştü.
Cemiyet mensuplarından ve Cambridge Üniversitesi okutmanlarından Halil Halid Bey ise “Osmanlılar” için “native /yerli” sıfatını kullanmaya “cür’et eden” bir muhabiri eleştirmek için Times gazetesine gönderdiği notta görüşünü “Ben bir ‘yerli akademisyen’ değilim… Ben bağımsız bir milletin mensubuyum ve asla yabancı bir güce tabi olarak ‘yerli’ biçiminde adlandırılmamak için Allah’a dua ediyorum” ifadesiyle özetlemişti.
Burada önemli olan “yerlilik”in madun bir kategori olduğunun kabûlü, buna karşılık “yerli” olunmadığı, “Ötekiler” hakkında bu nitelendirmeyi yapan, “tefevvuk” iddiasındaki Batılılarla eşit olunduğu yolundaki yaklaşımdır.
Bu nedenle İttihad ve Terakki Cemiyeti iktidara geldikten sonra benimsediği güçlü anti-emperyalist siyasetin yanı sıra kendi “Doğu”sunu inşa ederek onu “medenîleştirme” misyonuna da ağırlık vermiştir. Bu ilk bakışta bir çelişki olarak görülebilir. Buna karşılık daha sonra Kemalist projenin tüm açıklığı ile ortaya koyacağı gibi “Batı hegemonyası ve Oryantalizmi”ni eleştirirken, Sadık el-Azm’ın kavramsallaştırmasıyla “tersine ontolojik Oryantalizm” üretilmesi sıklıkla karşılaşılan bir olgudur. Bu yapılırken toplumun bir bölümü ve değerlerine, diğer bir ifadeyle “yerlilik”e, Batılılar gibi yaklaşılması da mümkün olabilmektedir.
Kemalizm ve yerlilik
İttihad ve Terakki iktidarında ivme kazanan “tersine ontolojik Oryantalizm” şâhikasına Erken Cumhuriyet döneminde ulaşmıştır. Dönemin anti-emperyalist söylemi, “maddî” anlamda “yerlilik”i en güzel örneği “yerli malı” hafta ve fuarlarında görülen biçimde sahiplenirken, toplumun yeteri ölçüde “medenî” ve “çağdaş” olmadığını düşündüğü katmanlarındaki “kültürel yerlilik”i ortadan kaldırmayı temel hedeflerinden birisi olarak görmüştür.
Kültürel “yerlilik” ile değerlerinin ortadan kaldırılmasının zorunlu olduğunun düşünülmesi neticesinde bir yandan “Türklerin ırken Asyaî olduğu” benzeri tezlere şiddetle karşı çıkılır, onların “brakisefal kafataslı, medeniyet kurucusu bir ırka aidiyeti” antropolojik ve antropometrik çalışmalarla ispatlanmaya gayret edilirken, öte yandan da “yerli” değerler “hurafât, esâtir ve mitler” biçiminde yorumlanarak ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır.
Bu çerçevede yemeklerde ikinci sunumlarla hangi şarapların içileceği, yeni yıl kutlamalarının nasıl yapılacağı, hangi müzik biçimlerinin “çağdaş” nitelik taşıdığı, hangi giyim şekillerinin “medenî” olduğundan “dinin ne yolda yorumlanması gerektiği”ne ulaşan bir alanda “yerel” ve değerlerini ortadan kaldırmayı hedefleyen siyasetler kendi “Doğu”sunu yaratan bir seçkinler grubu tarafından, gereğinde yasakçılık da devreye sokularak, uygulanmış ve kapsamlı bir “medenîleştirme misyonu” hayata geçirilmiştir.
Bu açıdan değerlendirdiğinde Kemalist proje şüphesiz yirminci yüzyılın en önemli “tersine ontolojik Oryantalizm” örneklerinden birisidir. Bu programın güçlü “milliyetçi” ve “anti-emperyalist” tonlara sahip olması, onun aynı zamanda “yerlilik” ile ilintili kültürel değerleri ortadan kaldırmayı hedeflediği gerçeğinin görülmesine engel olmamalıdır.
Nasıl sahiplenilecek?
Türkiye “yerlilik” ve değerlerinin sahiplenilmesi yaklaşımı çok partili yaşama geçiş sonrasında ivme kazanmıştır. Ancak uzun süreli “medenîleştirme misyonları” “yerlilik” üzerinde varsayılanın ötesinde bir etki yaratmış ve onun farklı bir biçime evrilmesine neden olmuştur. Söz konusu siyasetler, yerel kültürler ve onların coğrafî muhayyileleri üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan Joanne Sharp’ın madun topluluklar hakkındaki tezini tekrarlayacak olursak, yerellik kendi “bilgi”sini ancak “medenîleştirme” girişimleri ile kendisine benimsettirilen biçimler çerçevesinde dile getirmek zorunda kalmış, bu ise onun doğal olmayan ancak kapsamlı bir dönüşüm yaşamasına neden olmuştur.
Bu açıdan bakıldığında yeniden sahiplenilmeye çalışılan “yerlilik”in de ciddî bir farklılaşma sürecinden geçmiş olduğu unutulmamalıdır. Bu olgu daha sonra yaşanan küreselleşmenin etkisi ile birleştiğinde “yerli” ve “değerleri”nin “yerli”liklerini ne ölçüde koruyabildiğini fazlasıyla tartışmalı hale getirmektedir.
Bu şüphesiz “yerlilik”in mevcut haliyle sahiplenilmesine engel değildir. Bunun yapılması bir yandan müfrit bir milliyetçilik ile anti-emperyalizmi içselleştirirken öte yandan da kendi “Doğu”sunu inşa ederek her türlü toplumsal değer ve inanca “hurafât, isrâiliyât ve bâtıl itikadât” olarak yaklaşan ve onların sadece “efsâne ve mit” olarak dile getirilmesini talep eden “tersine ontolojik Oryantalizm”in de marjinalleştirilmesini mümkün kılacaktır.
Bu açıdan bakıldığında “yerlilik”in sahiplenilmesinin, kendi değerleriyle barışık, bunlar ile evrensel olanlar arasında anlamlı bağdaştırmalar yapmaya çalışan ve böylece postmodern gerçekliğin önüne koyduğu devâsâ sorunlara cevap vermeye çalışan bir toplumun şekillenmesinin önünü açabileceği yorumu yapılabilir. Benzer girişimlerin geçmişte “medenîleştirme misyonları” karşısında tutunamamış olması bu durumun “kaçınılmaz bir kader” olduğu hükmüne ulaşmamıza neden olmamalıdır.
Sabah, 11.10.2015