Statüko Yürüyor! – Alp Eren Şermet

Baro başkanlarının Ankara’ya yürümesi ve şehre girişleri esnasında adli kolluk ile yaşadıkları şiddet unsuru içeren olaylara hepimiz canlı olarak veya dolaylı biçimde tanıklık ettik. Hemen her kesim mağdur Baroları desteklerken kötü çocuk Barolar Birliğine ve polise öfke kusmakta. Ne kadar doğru ve yerinde bir metodoloji değil mi? Ancak bakalım gerçekten pratik edilmesi gereken bir metodoloji mi uygulandı bu sürecin tamamında?

Öncelikle, Baroların 100 küsur yıllık analizini yapmayacağım. Bunu yapmak hem ağaçlar arasında kaybolup ormanı kaçırmak anlamına gelecek hem de analizin standart sapmasının artmasına neden olacaktır. Ayrıca, derin bir beyaz yakalı profil olarak avukatlar ve meslek örgütleri analizi de yapmayacağım. Yaşanan ve var olan olgulara ilişkin bazı önermeler getireceğim ve bu önermeleri deontoloji temelinde açıklayıp yanlışlamasını yapmaya çalışacağım. Yani, Karl Popper’ın akademik eleştiri usulünü yazıya uygulamaya çalışacağım.

Tanımı ve doğumu itibariyle Barolar, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türkiye’de yargının 3 temel unsurundan olan avukatların haklarını savunduğu kabulüne sahip tüzel kişiliği haiz, kamu kurumu niteliğindeki mesleki örgütlerdir. En azından mevzuatta, fotografik olarak bu şekilde tanımlanmaktadır. Ancak biliyoruz ki veya bilmemiz gerekir ki reel ile normatif değerler her zaman farklılık teşkil etmektedir. Her sosyolojik ürün gibi barolar da sosyolojik bir kimliği haizdir ve bu sosyolojik yapının çıkarlarını savunur.

Aslında temelde çatı kavram olan Baro ifadesinin doğruluğu analiz edilmelidir. Şüphesiz ki, tüm Baroları kapsayan bir anlama gelen Barodan bahsetmek reele aykırı olacaktır. Türkiye’de ve tüm Dünya’da (Batı olarak daraltabiliriz) Barolar eşittir ancak bazı barolar daha eşittir önermesi ironik şekilde geçerlidir. Bu yadırganacak bir durum değildir. Zira hukuk ekonomiden doğar. Yani, bu postülün avukatlık hukukuna izdüşümü, ekonominin güçlü olduğu yerlerdeki baroların zayıf olan yerlerin barolarından yani onların temsil gücünden daha güçlü olduğuna yönelik tespittir. Yani ortada organik bir eşitsizlik söz konusudur. İlk öncülümüze böylece ulaştık: Barolar arasında derin bir eşitsizlik söz konusudur.

Barolardan bahsetmemizin temel nedeni baroların avukatları temsil ettiğinin kabulüdür. Kabuller ile olgular bazen yakınsıyor olsalar da çoğu zaman bağlantısız ve kopuk mefhumlardır. Yani barolar değerini avukatlardan ve daha derinde avukatlık mesleğinden almaktadırlar. Pekiyi, o halde avukatlığı değerli kılan nedir? Tam olarak şudur: Avukatın efendisi yoktur. Devlet dahil hiçbir güç kümesi avukatın efendisi değildir. Avukatlık bu bağlamda, anarşizme en yakın meslek olarak rahatlıkla tanımlanabilecektir. Ancak konunun özünden sapmamak amacıyla argümantasyon cephesini genişletmeyeceğim. Barolar değerli olduklarını kabul ederler zira değerlerini gücün karşısındaki güç olan avukatlık mesleğini ‘ihtiva etmesinden’ alırlar. Pekala, ortada bir mantık sorusu söz konusu: Değerini avukatın bağımsızlığından alan baro nasıl oluyor da avukatı regüle edebilen ve avukata sınır koyabilen bir yapı olarak varlığını sürdürebiliyor? Burada bir ‘ahlak boşluğu’ söz konusu. Zira baroların varlık nedeni avukatın bağımsızlığının destekçisi olmaktır ve fakat barolar ve özelinde baro adına işlem yapma gücüne sahip minimal kitle tüm avukatlar adına karar alabilme ve bu kararlar ile tüm avukatları sınırlandırabilme kudretine sahiptir. Yani avukatların bağımsızlığını yok eden Baroların bizatihi kendileridir. Onun da temelinde baro adına işlem yapabilen küçücük bir kitledir. Buradan şu çıkarımı yapıyoruz: Hani avukatın efendisi yoktu? Böylece ikinci öncülümüze ulaşıyoruz: Barolar, avukatların bağımsızlığını zedelemektedir.

Elimizdeki iki öncülü tek bir cümlede birleştirebiliriz: Birbirleri arasında eşitsiz olan barolar avukatların bağımsızlığını zedelemektedir. Bu bir dinamik, olgusal analizdir. Pekiyi, bu zedelenmeye yol açan eşitsizlik ve kuşatıcılık neden ve nasıl evrilmiştir? Nasıl iyileştirilebilir? Aşağıda, bu sorulara cevap vermeye çalışacağım.

İlk olarak, barolar arası eşitsizlik neden oluşmuştur sorusuna aslında kristal netliğinde bir cevap verebiliriz nitekim yukarıda da bu cevabı verdik: Belirli bölgelerin diğer bölgelere kıyasla daha fazla ekonomik üstünlüğe sahip olması. Bu olgu bazı baroları diğer baroların önüne geçirmiş ve temsil perspektifinde daha baskın bir konuma getirmiştir. Ancak ikinci soru tüm düğümün ana noktası: Barolar nasıl oluyor da ‘sözde bağımsız’ Avukatların bağımsızlığının sözde olmasına yol açıyor? İşte bu soru bu yazının yazılmasının çıkış noktasıdır.

Meslek odaları antikapitalist, rekabetçiliğe ontolojik olarak karşı olan, ekonomik olarak gelişmemiş ve bu nedenle gelişememiş, keskin devletçi, mutlakiyetçi, otoriter, çoğulculuğa karşıt yani kısaca antidemokratik rejimlerin hukuk literatürüne soktuğu bir örgütlenme biçimidir. Kaldı ki, örgütlenmenin bizatihi çıkış fikri Marksizme dayanmakta olup Marksizmin Dünya’nın her coğrafyasında tarihin her ayrık döneminde nasıl bir sefalete yol açtığını anlatmanın gereksiz olduğu kanaatindeyim. İstisnasız tüm meslek odaları, bahsettiğim tek tip meslek profili çizerek rekabeti öldürmeyi ve böylece az ve kalitesiz çalışıp çok kazanmayı hedeflemektedir. Bu meslek odalarının fikir olarak çıkış noktasıdır. Yani özüdür.

Barolar özelinde, avukatları tek tipleştirme amacı taşıyan tekil Barolar fikri Türkiye’de detaylı tartışılmaksızın varlığını sürdüregelmiştir. Meslekî kayıt zorunluluğu nedeniyle arkaik, piyasa dışı, çoğu zaman keyfî disiplin kurallarına tabi olmak zorunda kalan avukat adeta ayağında Baro prangasıyla yaşamaktadır. Ancak kendisini maalesef ki klişeden başka bir semantik bağlam içermeyen avukat bağımsızdır avukatın efendisi yoktur söylemleriyle zihnen tatmin etmektedir. Açıktır ki, acıklı bir yabancılaşmadan başka hiçbir anlam ifade etmemektedir bu yanılsama. Kuramsal bağlamda, avukat v. baro ilişkisi bu şekildedir. Avukat alternatifi olmayan, önüne dikte edilerek konulan şehrinin tek Barosuna esirdir.

Esaretin kaldırılması gerektiği bir tartışma konusu değildir. Bu ahlâkî bir normatif değerdir. Bu nedenle, baroların avukat üzerindeki mutlak hakimiyetine son verilmeli eğer bu denli radikal kararlar alınamıyorsa – ki her eylem gibi bu eylem de ekonomi teorisine tabi bir eylemdir ve antikapitalist kalede derin bir gedik açacaktır – bu rijit baskının hafifletilmesi gerekmektedir. Pekiyi, baroların avukat üzerindeki baskısı nasıl hafifler? Cevap çok açık: Ekonomik gücün paylaşılması ve temsilin artması ile.

Günümüzde, metropol şehirlerin baroları Türkiye’deki avukatların hemen hemen tüm hayatını regüle edebilmektedir. Buna karşı gelmenin cezası meslekten çıkarılmaya kadar ulaşabilen bir spektrumdadır. Bu mutlak kudret, sapma olmaksızın, kesintisiz biçimde aynı sosyolojik grubun elinde var olagelmiştir. Bu yapı, Baroyu elinde tutan STATÜKOnun ta kendisidir. Yönetim tekeli olarak adlandırabileceğimiz statüko, şeffaflıktan uzak, denetimden uzak ve çoğunlukçu seçim anlayışıyla iktidarını rahatlıkla sürdürmektedir. İktidarının maliyetini ise hayatta kalmaya çalışan veya daha kaliteli yaşamak isteyen ‘zenci avukatlar’ ödemektedir. Bu sorun nasıl aşılır? A) Baro içi temsil mekanizmasının geliştirilmesi B) Kendi kuralını kendisi koymak isteyen Avukatların oluşturacağı Grup-tipi Baro Modeli C) Statükocu zihnin talebi olan günümüzün aynen devamı. Hayır. Yeter. Avukatlara soru dahi sormadan, fikir dahi almadan, biz ne yapıyorsak doğrudur, ne düşünüyorsak doğrudur, kliğimiz bize yeter, çeperdeki avukatların fikirlerinin ne önemi var zihniyeti gelişime engel teşkil etmektedir. Bu zihniyetn varlığı mümkündür ama karar alıcı olması avukatlık mesleğine zarar vermektedir. Avukatlar adına konuşmak avukatın kendisini yok saymaktır.

Diskurs bağlamında, alternatif baro tamlamasının kullanılması dahi bu statükoculuğu yansıtmaktadır. Zira sabit baro olması gereken, ‘üstün yapı’ bu gruptan olmayan ise ‘diğerleridir’. Bu örnekte dahi en nihayetinde birbirlerinin rakipleri olan avukatlar arasındaki hegemonya savaşının bir grup tarafından devlet erki ile lehe kullanıldığı rahatlıkla görülebilecektir. Bugüne kadar avukatlık meslek onuruna zarar veren, onu zora sokan hiçbir eylemde baroların alternatifliliği modeline gösterdiği tepkiyi göstermeyen baroların bu tercihlerinin açıklaması sadece sahip oldukları güç kullanma imtiyazını kaybetmelerine duydukları paniktir. Var olan savunmanın savunulması değil statükonun yakarışıdır. Statükonun yakarması; daha demokratik, daha çoğulcu ve daha piyasa yani hayat dostu bir hukuk için olumludur. Statüko Yürüyor! Yürüsün.

Av. Alp Eren Şermet

av.alpsermet@gmail.com

Yazarın ilgili başka yazıları
İdeal Baro Modelini Aramak

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et