Uzun bir zamandır sosyalizmin bilhassa kültürel iktidarı elinde bulunduran insanlar tarafından yapılan romantizmi üzerine kafa yoruyorum. Çevremdeki lise ve üniversite çağındaki gençleri gözlemleyerek içinde bulundukları ortamlardan, izledikleri filmlerden ve hatta dinledikleri şarkılardan etkilenerek nasıl sol-totaliter ideolojilere sempati duyduklarını anlamaya, irdelemeye çalışıyorum. Bununla ilgili bir yazı kaleme almayı da düşünüyordum ki Küba Devrimi’nin sosyalist lideri Fidel Castro’nun ölümünden sonra yapılan sosyalizm güzellemeleri (ki bu güzellemeler bir diktatörü demokrasi kahramanı gibi gösterecek kadar iğrençleşti) ile bu yazının yazılma süreci daha da hızlanmış oldu.
Sosyalizmin diğer ideolojilere, diğer fikir akımlarına karşı büyük bir avantajı var. Gerek ülkemizde, gerek de Dünya üzerinde özelde sosyalizm genelde totaliter rejimler insanlara daha çekici geliyor. Sosyalizme, diğer ideolojiler karşısında ayrıcalıklar veriliyor. Sosyalizm maskesi altında ve sosyalizm kimliğinin arkasına sığınılarak yapılan kötülükler güzel gösterilebiliyor. Bunun altında yatan sebeplerin iyi incelenmesi gerekiyor.
Sosyalizme olan ilginin temelinde yatan sebeplerden biri bu ideolojilerin reklamının, benim tabirimle romantizminin yapılmasının kolay olması. Ayrıca sosyalizmin diğer bir büyük avantajı, kendisi ile taban tabana zıt olan kapitalizmin Dünya üzerinde modern çağların şeytanı olarak ilân/idrak edilmesi. İnsanların büyük çoğunluğu, kendilerine yutturulduğu üzere, sorgulamadan ve araştırmadan Dünya’daki bütün kötülüklerin sebebi olarak kapitalizmi görmektedir. Öyle ki insanlar çevrelerinde gördüğü birçok şeyi kolaya kaçarak kapitalizme yıkmakta, bu çoğu zaman tirajı-komik bir hâl almaktadır. Kapitalizmin mutlak olarak bütün kötülüklerin babası kabul edildiği bir dünyada sosyalizmin bu kadar rağbet görmesine şaşırmamak gerekir.
Ülkemizin sosyal bilimler alanında yaşadığı en büyük problemlerden biri kavramların anlamlarının bilinmemesi, yanlış bilinmesi, yanlış anlaşılması ya da birbirine karıştırılmasıdır. Gencinden yaşlısına kime sorarsanız sorun kapitalizm kötü bir “şey”dir. Özellikle kendini solda tanımlayan ya da sola sempati duyan insanlara sorarsanız cevap çok daha sert olacaktır. Aynı şekilde bu insanlara sorunuzun devamında kapitalizmin ne demek olduğunu, serbest piyasanın ne anlama geldiğini soracak olursanız ben öyle iddia ediyorum ki alacağınız cevap sizi pek de memnun etmeyecektir. Hatta cevap alamayabileceksinizdir. Ben bunu kendi hayatımda deniyorum. Çevresinde gördüğü herhangi bir sorunu (çevre kirliliği vs.) kolaya kaçarak kapitalizmin bir günahı olarak gösteren insanlara direkt olarak kapitalizmin ne demek olduğunu bilip bilmediğini soruyorum.
Sosyalist olmak ya da kendini solda görmek çok basittir. Çaba istemez, emek harcama ihtiyacı gerekmez. Kapitalizmin bütün imkânlarını sonuna kadar kullanıp, piyasa çarkları sayesinde televizyonunuza gelen bir filmi izleyip, cep telefonunuza internet bağlantısı üzerinden indirdiğiniz bir şarkıyı dinleyip kolaylıkla sosyalizme sempati duyup kapitalizmden nefret edebilirsiniz. Oysa liberal fikirleri dillendirmek, piyasanın serbestliğini savunmak çok daha zordur. Emek ister, araştırma gerektirir, sorgulama ihtiyacı yaratır.
Peki sosyalizmin romantizmi nasıl böyle kolay yapılabilmekte? Bunun cevabı gayet basit, çünkü sosyalizm Dünya üzerinde bir yeryüzü cenneti vaat ediyor. Hem de, “herkesin ‘eşit’ olduğu, zenginin olmadığı ama fakirin de olmadığı, eğitim ve sağlık hizmetlerine ücretsiz erişilebilen bir cennet” vaat ediyor sosyalizm. Oysa sosyalizmin insanları eşitleyebildiği tek bir eşik olduğu tarihî tecrübe ile sabittir, o da fakirlik. Bütün insanları fakirleştirerek eşitler sosyalizm.
Ünlü Stanford iktisatçısı Thomas Sowell, “İktisadın ilk kuralı kaynakların kıtlığıdır, siyasetin ilk kuralı ise iktisadın ilk kuralını umursamamaktır.” der. Ben Sowell’in sözünden yola çıkarak şunu söyleyebilirim; iktisadın ilk kuralı kaynakların kıtlığıdır, sosyalizmin ve sosyalist olmanın ilk kuralı ise iktisadın ilk kuralını görmezden gelmektir.
Devletin bizden aldığı paralar dışında bir gelir kaynağı yoktur. Yani ücretsiz/bedava sanılan hizmetlerin tamamı bizim cebimizden çıkan vergiler ile sağlanmaktadır. Öyle ki, ücretsiz olmanın ötesinde cebimizden çıkan vergilerin karşılığı çoğu defa alınamamaktadır. Ünlü iktisatçı Milton Friedman’ın dediği gibi “Bedava öğlen yemeği yoktur”
Sosyalist ülkelerde de ne eğitim, ne sağlık ne de farklı bir sektör (aslında) ücretsiz değildir. O, ülkede yaşayan insanların zengin olma haklarının ellerinden alınmasının bir sonucudur. Zenginlik, aleyhinde yapılan karalamalara rağmen kötü bir şey değil tam tersine fakirliğin azalmasını sağlayacak tek ilaç, medeniyetlerin gelişmesinin, dünyanın ilerlemesinin en temel gereklerinden biridir.
Serbest piyasa kapitalizmi, Dünya’ya sosyalizmden çok daha fazla ve büyük katkılar sunmuştur. Bunu görmek ve hakkını vermek çok da zor olmasa gerek. Öyle ki hayatımızın her anında, her alanında bunun örnekleri ile karşılaşmaktayız. Oysa, sosyalizm dünyaya olumlu yönde bir şeyler sunmak yerine kan, gözyaşı, sefalet ve fakirlik bırakmıştır.
Sosyalizm ne kendisi hakkında yapılan romantizmde olduğu gibi bir özgürlük ideolojisidir ne de fakirliği bitirecek olan, insanları eşitleyecek olan bir dünya düzenidir. Zaten sosyalizmin ulaşmayı hedeflediği eşitlik anlayışı adil değildir.
Dünyanın somut gerçekleri ile sosyalizmin romantizmi birbirini tutmamakta. Hiçbir zaman da tutmayacak. Dünyadaki sorunları gerçek manada umursayan, özgürlüğünü önemseyen her birey bu gerçek ile er ya da geç yüzleşecektir.