Önceki, Sosyal Medya Düzenlemeleri: Denetim ve İfade Özgürlüğünün Çatışması başlıklı yazımda da vurguladığım üzere sosyal medya, insanların kendilerini rahatça ifade edebildikleri kendine has özellikleri olan platformlardan oluşuyor. Ve insanlar bu kendine has özgürlük hissini seviyorlar. Anonim olabilmeyi, ya da çok sevdikleri bir takma adla yeni bir kimlik yaratabilmeyi ya da kendi isimleri ile istedikleri an istediklerini yazabilmeyi seviyorlar. İfade özgürlüğünün belki de en özgür haline tanıklık edebiliyoruz bu platformlarda. Yine de bu platformlara yönelik hem devletler hem şirketler hem de bireyler nezdinde denetim sesleri çıkmaya başladı. Bu uçsuz bucaksız özgürlük alanının kötüye kullanılmasının engellenmesi ve bu kötü niyetli kullanıcıların cezalandırılması veya susturulması gerektiği tartışılıyor.
Mesleğinin henüz ilk aylarını yaşamakta olan genç bir hukukçu olarak, bu tartışma benim de zihnimi kurcalıyor. İfade özgürlüğü, asla vazgeçemeyeceğim en önemli değerlerden birisi benim için. Öte yandan sosyal medyada belli başlı suçların işlenmemesi için bir çözüm arayışına girmek de mesleğim gereği sorumlu hissettiğim bir konu. Yine de bu konuda bir denge oluşturabilmek veya bu dengeyi zihninizde kavramak bile çok zor ve yorucu. Anlatayım:
Öncelikle belli başlı suçlar var ki bu suçlarla mücadele asla ihmal edilemez. Örneğin sosyal medya üzerinden pedofili ile ilgili suçlar ihmal edilemez ve mutlaka tüm dünyada gereği yapılmalıdır. Yine nefret suçunun, savaşa teşvikin, insanların kişilik haklarına saldırının ifade hürriyeti sınırları içinde değerlendirilmesi çok zordur. Bu suçlara ilişkin denetim ve işlemler sosyal medyada da olsa sürdürülmelidir.
Öte yandan az önce bahsettiğim sosyal medyanın kendine has cazibesinin de kaybedilmemesi gerekir. Bunun için de belli başlı gizlilik koşullarının sağlanması elzemdir. Örneğin, sosyal medya platformlarının herhangi bir devletin talep ettiği her bilgiyi vermemeleri buna örnek gösterilebilir. IP numaramıza ilişkin bilgilerin (ki bu bilgiler ile adresimize kadar tespitimiz mümkündür) servis sağlayıcılar tarafından verilmek istenmemesi sosyal medyanın kendine has özgürlükleri koruma çabası(?) çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
İşte bu noktada suçlarla mücadele ile sosyal medyada özgürlüklerin korunması arasında bir denge oluşturulması elzemdir. Bu dengeyi sağlayacak denetim mekanizmasının ise nasıl olabileceğine ilişkin tartışmalar sürmektedir. Bu tartışmaya yönelik kişisel Twitter hesabımdan, konuya ilişkin bir önceki yazımı yazmadan evvel bir anket yapmıştım. Takipçilerime “Sosyal medyada denetim olmalı mı? Nasıl bir denetim olmalı?” tarzında bir soru sordum. Takipçilerimden bu soruya en çok “uluslararası bir sözleşme” ile denetim yapılmalı cevabı geldi. Takipçilerimin çok az bir kısmı hiç denetim olmaması gerektiğini savunurken yine az bir kısmı ise devletlerin denetim yapması gerektiğini savunmuştu.
Uluslararası bir sözleşme ile hem ifade özgürlüğünün korunması hem de sosyal medyada işlenen suçlarla mücadele edilebilmesi cevabı bana da nispeten yakın gelen cevaptı. Böyle bir sözleşmenin özellikle gelişmekte olan demokrasilere yönelik, ifade hürriyetinin korunması noktasında etkili bir mekanizma olup olamayacağını zihnimde tartışıyordum. Bu yöntemin işe yaramaması noktasında ise aklıma iki sorun takılıyordu:
- Şirketler, uluslararası bir sözleşmede taraf olabilirler mi? Devletlerle böyle bir sözleşme imzalayabilirler mi?
- Hâlihazırda insan haklarına ilişkin pek çok sözleşme varken ve ifade hürriyeti noktasında pek çok madde varken yeni bir sözleşme ne kadar etkili olacaktır?
Bu iki soru, sosyal medyada hem ifade özgürlüğünü koruyup hem de suçlarla mücadele edilebilmesi için gereken mekanizma veya standartları belirleyecek bir uluslararası sözleşmenin ne kadar etkili olabileceğine yönelik iki sorudur. Bu iki soru/n/a ek olarak bu konuya yönelik bir başka soruna ise okuduğum bir makalede rastladım:
CATO Institute’te yayınlanan John Samples’ın, “Rights against Speech” başlıklı yazısı tam olarak bu sorunlara değiniyor. Ancak Samples konuya bir başka boyut daha getiriyor. Ve sosyal medya platformlarının denetim adı altında, uluslararası sözleşmeleri, örneğin Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 19. ve 20. maddelerini (ifade özgürlüğü ile ilgili maddeler) kendilerine dayanak gösterip, özellikle “nefret suçunu” kullanarak daha geniş bir sansür uyguladıklarını dile getiriyor. Bu da konuya ilişkin hep çekindiğimiz “devletler sansürüne” yeni bir ilave daha getirmiş oluyor: “Şirketler Sansürü” . Böylece konu bir nebze daha karmaşıklaşıyor.
Şirketler, devletler ve bireyler üçgeninde; ifade hürriyeti ile denetim arasındaki bir mücadeleye tanıklık ediyor sosyal medya. Devletler, sosyal medya şirketleri ve bireyler üzerinde otorite sağlamak istiyor. Şirketler ise belli başlı önceliklerini korumak ve devletlerin denetiminde kalmamak arzusunda. Bireyler, yakın zamana kadar sosyal medya platformlarını hep otoritenin sansüründen kaçmanın bir yolu olarak görse de çoğu bedava olan bu mecraların bilgi ticareti yaptığının farkına varmaya başladı. Üstelik bu ticaret kimi zaman “sansür” de getirebiliyor: “Hesabınız topluluk kurallarına uymadığı gerekçesiyle…” gibi cümlelere alışık olmamız gerekiyor. İşte bu karmaşık ağda ifade hürriyetimizden ne şirketlere ne de devletlere taviz vermeyecek ancak bizleri de işlenebilecek olası suçlardan koruyacak bir mekanizma geliştirmemiz lazım. Ve bu mekanizma ne şirketlerce, ne devletlerce ne de bireylerce suiistimal edilemeyecek kadar incelikli hazırlanmalı.
Haldun Barış, Stj. Avukat
<barishaldun@gmail.com>