Allah Adem’i (a.s.) yarattı sonra onun yanına bir insan daha yarattı ve adına da kadın dedi. Yaşanılan tatsız bir hadise yüzünden sonra onları dünyaya indirdi. Kuşkusuz bu “tatsız bir hadise” olarak nitelediğim kısımla ilgili ciltler dolusu kitaplar yazılmıştır. Mesele bu olmadığı için bu kısmı geçiyorum. İlgilendiğim alan Âdem’in bir planlayıcı olup olmadığıyla ilgili. Adem idealist bir planlamacı değildi. Nitekim kendinden sonra gelecek toplumlar için de elinde herhangi bir planlama yoktu. Eğer öyle olsaydı bugün bir insanlık mirasından bahsedemezdik. Ayrıca içinde bulunduğumuz sosyal, siyasi, kültürel, ahlaki ve ekonomik gelişmelerin seyri de belki daha farklı işleyecekti. Daha açıkçası işlemeyecekti.Çünkü kimse toplumun tüm bilgisine haiz değildir.Ve sosyal hayat bir tür planlamayla gerçekleşebilecek kadar basit bir hadise de değildir.Kutsal kitapların sosyal ilişkiler için bir çerçeve çizdiği doğrudur.Ne var ki bu insanların kendi bireysel ve sosyal ilişkilerinde hayat tecrübelerine, icatçı/yenilikçi fikir ve düşüncelerine hatta inanç biçimlerine varana kadar bir zor kullanarak tepeden dizayn etme şeklinde tezahür etmedi.Yaratıcı eğer isteseydi bu biçimlendirme sürecine müdahale eder insanları ve evrende olan her şeyi tıpa tıp birbirinin aynısı yapma işini bizzat kendisi üstlenirdi.Tıpa tıp aynı insan şekilleriyle alemi sönük, tatsız,tuzsuz bir hele de getirebilirdi.Bunu yapmadı.Bunu tarihin belirli dönemlerinde Tanrıya rağmen yapmaya kalkışan; bir çeşit kolektivistçi idealist planlamacı kesim oldu.Ama onun da sonu hep hüsranla neticelendi.
Sosyal ve ekonomik hayatın merkezi bir planlamayla dizayn etme çabaları hep felaket getirmiştir. Kuşkusuz bu şizofrenik bir ruh halidir. Toplumu bir makineye dönüştürme fikri ancak bireylerin düşüncelerine, duygu dünyalarına ve inanç ve aile değerlerine en önemlisi de özel mülkiyetlerine bir baskı ve zor kullanılarak yapılabilir. Toplumu dizayn etme yönünde tedbirler uygulayan kolektivist,sosyalist planlamacıların yaptıkları işin nelere mal olduğunu bir ara antikapitalist Müslüman kesimi eleştirdiğim bir yazımda da ifade etmiştim. Yeri gelmişken tekrar hatırlayalım..Bilindiği gibi Stalin özel mülkiyetin iptaline ve kolektivist tarım politikalarına direnen sadece Ukrayna bölgesinde tam 8 milyon insanı katletmişti. Stalin’in emriyle uygulanan kolektivist tarım politikalarına direnen insanların aç bırakılarak öldürülmesi yaklaşık olarak Hitler’in Yahudileri katlettiği döneme tekabül ediyor. Tarihe Holodomor olarak geçen bu trajik katliam hadisesi o kadar vahim hikâyelerle doludur ki insanlar açıktan birbirlerini ve çocukları yemişlerdir. 1936’da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği totalitarizmin tüm unsurlarını devreye sokmuştu. Ekonomik hayat, kitle iletişim araçları, eğitim, sağlık kısacası insan hayatını yakından ilgilendiren ne varsa planlanarak devlet kontrolüne alınmış insanlar dış dünyadan yalıtılmış ve tarihin en acımasız kıyımları, hak ihlalleri işlenmeye başlanmıştır. Çin’de de 1958-60 dönemlerinde vahşice katliamların yapıldığını ve yine insanların açlıktan birbirlerinin çocuklarını ve mezarlardaki cesetleri yediklerini rastlamaktayız..Kısacası proletarya devrimi 30 ila 50 milyon Çinlinin ölümüyle sonuçlanmıştı. Sosyalist planlamacıların katliam listesi sayılamayacak kadar uzun. Rusya, Macaristan, Çekoslovakya, Almanya, Macaristan, Çin, Tibet, Kuzey Kore, Kamboçya, Afganistan bölgelerinde de sosyal, siyasi ve ekonomik hayata yapılan müdahalelerin sonucunda yaşanılan çok farklı trajediler çıkmaktadır karşımıza…
Hayek ve toplumun işleyişi;
Toplumun işleyişine ilişkin öne sürdüğü fikirlerle tüm ezberleri bozan çağın en önemli filozoflarından biri olan Hayek’i tam da bu noktada bir kez daha hatırlamakta fayda var. Hayek; “Her şeyin planlaması gerektiğine inananlar olayların önceden kestirebilirliğini ve kontrolünü düşünür. Ama bu mevcut gelişmeye tamamen ters düşmektedir” der. Bu bakımdan esas noktanın; özgürlüğün insanların bizzat kendi deneyimlerini ortaya koymalarına neyin kendileri için değerli veya işe yarar olacağı konusunda tahmin yapmalarına ve yeni düşünceler bulup çıkarmalarına izin vermesi olduğunun altını çizer. Hayek, herkesin kendi tecrübelerini yürütmesi ve kendi risklerini üstlenmelerinin müsaade edilmesini zira yararlı olduğu ortaya çıkan fikirlerin zaten kabul göreceğini de ekler. Hayek’e göre hangi yeni düşüncelerin ve düzenlemelerin gelecekte yürüyeceğini önceden bilecek kadar zeki değilizdir. Hiç bir akıl kendisinden daha kompleks bir şeyi açıklayıp kontrol edemeyeceği için merkezi olarak yönetilen bir toplum komplekslik itibariyle belli bir üst sınırın tehdidi altındadır. Bu bakımdan kurumların insanlar tarafından var edildiğini, öyleyse onların değiştirilebileceği görüşünü toplumsal hayatın ve kurumların gerçek temellerinin son derece yanlış anlaşılmasına dayandığını bu düşüncenin toplumun yeniden inşasının, bu bakımdan çok büyük hata olacağını savunur. Kişi özgürlüğünün ortadan kaldırılması ve toplumun bir merkezî plana göre düzenlenmesi bazı yararlar vaat edebilir ama bunların felaket getirmesi daha muteberdir.Bunun acı örneklerini zaten tarih önümüze sermiştir.
Hayek’e göre liberalizm toplumun temel düzeyinin tasarımlı kontrolünü ayrıntılarını önceden bilemeyeceğimiz bir kendiliğinden düzenin oluşumu için zaruri olan kurallar gibi genel kuralların tatbikiyle sınırlandırır.Hükümetin görevi de bireylerin ve grupların başarılı olarak karşılıklı amaçlarını gerçekleştirebildiği bir çatı yaratmak ve bazen şu ya da bu şekilde piyasanın arz edemediği hizmetleri sunmak için gelir temini maksadıyla zorlayıcı gücünü kullanmaktır.Aslında Hayek’e göre özgür toplum kuralsız, yasasız veya hükümet iktidarının olmadığı bir toplum değildir.. O, örneğin yasaları seçimle gelen yöneticilerin eline bırakmak, krema kavanozunu kedinin sorumluluğuna bırakmaya benzediğini söyler. Kısa süre sonra hiç bir yasa -en azından hükümetin keyfi iktidarını sınırlaması anlamında bir yasa- kalmayacağının aşikâr olacağını da ekler. Hayek’in de kendini dahil ettiği liberal gelenek, çoğunluk yönetiminin bir tiranlığa sapması önlensin diye, çoğunluğun kendilerine oy verdiği iktidarlara sıkı sınırlar koyar.
Sonuç olarak insanlar birbirinden farklı duygu ve düşüncelere sahip renkli yaratıklardır. Bu bakımdan merkezi bir planlamayla insanları ne ekonomik bakımdan eşitlemek nede onları örneğin devlet kontrolü bir eğitim sistemiyle birbirlerinin aynısı gibi düşünen insanlar topluluğu üretmek mümkündür. Bu durum her zaman gayr-i adil uygulamaları beraberinde getirecek ve sonu felaketle neticelenecektir. Yakın tarihte ulus devletçi sistemler bunu ancak zor, baskı ve çeşitli zulüm araçlarını devreye sokarak gerçekleştirmeye çalıştılar. Ve sonuçta ideolojileri, insanı insana yedirten birer ideolojilere dönüştü. Bu durum bizlerin liberal ilkelere ne kadar da ihtiyacımız olduğunu bir kez daha hatırlatması açısından önem arz etmektedir.