Sorunun üç köşesi

 

Önce PKK ve BDP çevresi.

Kürt solu, “AKP Devleti”, “AKP ordusu” söylemlerini neden bu kadar çok tekrarlıyor? “Artık AKP’nin ordu, ordunun AKP demek olduğunu” söyleyebiliyor. Neden Kürt solunun örgütsel dili bu ön kabul temelinde yeniden şekillendiriliyor? Örneğin neden “sivil savaş” diyor? Batı dillerindeki “civil war” (“iç savaş”) kavramını yanlış çevirdiği için mi, yoksa Kemalist Türk solunun ve ulusalcıların “sivil vesayet” söylemini desteklemek için mi?

Marjinal Türk solundan etkilenme mi? Eğer öyleyse “devletçi ve milliyetçi olan o solun nesinden etkileniyorsun?” diye sorarlar insana.

Ya da buna gerçekten de inandığı için mi?

Eğer gerçekten inandığı içinse, ciddi bir “algı zedelenmesi” var demektir. Bunca yıldır devlete ilişkin literatürü yalayıp yuttuktan sonra “hükümet=devlet” sığlığına gerilemek, üstelik de bunu Türkiye’de yapmak, ancak etnik bir gözle bakıp “Türk tarafı” diye bir sosyal kategori vehmetmekle mümkün olabilir.

***

Ama ben inandığı için olduğunu sanmıyorum.

Bana öyle geliyor ki, Kürt solu, mevcut siyasi pozisyonunu meşrulaştırmak için böyle bir özdeşliği resmi ideolojisi haline getirmeye çalışıyor.

Öyle görünüyor ki Kürt solu, ancak karşısında blok olarak hareket eden homojen bir “Türk tarafı” olduğuna ikna edebileceği ölçüde bugünkü tutumunu meşrulaştırabileceğini biliyor.

Ama bu ortamda etrafa saçılan kanı meşru görenin kalmadığı çok açık ve Kürt solu ilk kez moral üstünlüğünü kaybetmiş durumda.

İlk kez, yaşananları izah etmekte böylesine aciz kalıyor. Tıpkı bir münazarada zayıf tezi savunmaya zorlananlar gibi davranıyor BDP’liler. Realiteyi böyle eğip bükmeleri de bundan. “Benim İçin Öldürme” inisiyatifinden bir arkadaşımın şu analizi de bu yargıyı destekliyor:

“Aysel Tuğluk’un Taraf’taki yazısından da anlıyoruz ki, BDP çevresinin hükümeti ‘görüşmüyor’ diye suçladığı aylar boyunca görüşmeler yapılıyormuş ve onlar da doğal olarak bunu biliyormuş. Oysa bu süre boyunca bizimle tartışırken, sürekli olarak ‘devlet muhatap kabul etmediği için bu savaş devam ediyor’ diyorlardı. Yaşananları böyle izah ediyorlardı.”

***

Oradan bakınca “homojen” görünen “Türk tarafı”nın ise hiç de öyle olmadığı, demokratikleşme sürecinin henüz tamamlanmadığı da çok açık.

Tamam, Türkiye’de Ak Parti iktidarında “bürokratik vesayet” epeyce geriletildi. Ama son MGK’daki “toplu istifa resti” de gösterdi ki, yüzlerce yıllık bir bürokratik despotizmi sona erdirecek demokratik mücadele henüz bitmiş değil, demokratikleşme süreci geri dönüşsüz bir noktaya gelmiş değil.

İkinci köşe hala yerinde duruyor.

Bu ülkenin başına Kürt Sorununu açan ve son olarak 90’larda barbarlığın zirvesine çıkmasına rağmen, daha doğrusu tam da o nedenle, çözemediğini gören ve ülkeyi baştan başa yıkıp batırıp kenara çekilen ittihatçı/Kemalist güçler hala fırsat bekliyor. Ve hiç kuşku yok ki, iç savaş pahasına, şu anki hükümetin başarısız olması için dua ediyor.

Tıpkı korku filmlerindeki, defedildiği sanılan kötü ruhun dönüşü gibi.

***

Üçüncü köşedeki hükümet ise, günahları ve sevaplarıyla bugün çözüme en açık siyasi aktörü ifade ediyor. Şiddet sarmalını bir yerden kırıp dışarı çıkmanın gerektiğini anlayan ilk hükümet o oldu.

Şairin, “solgun bir gül oluyor dokununca” dediği gibi, Kürtçe yayın örneğinde iade ettiği bütün hakların anında anlamsızlaştığını ve onca “nefis muhasebesi” yapıp, muhatap almayı sineye çekip konuştuğu yarı-tanrı bir önderin bir anda itibarsızlaştığını gördü.

Belki bunu hesaplamıştı, belki aldatılmışlık hissine kapıldı, ama sonuçta duruşunu bozmadı. Masayı deviren kendisi olmadığı için moral üstünlük artık onda. Bugün için bir ricat havası yok ve çözümün ne kadar hayati bir önem taşıdığını anlamış görünüyor. Sivil anayasa için adım atması, bu konuda hala doğru yolda olduğu umudunu pekiştiriyor.

Ancak “toplamda” yine de en doğru yerde duranın o olması, durduğu yerin sağlam olduğu anlamına gelmiyor. “KCK Operasyonları” onun durduğu zemini aşındırıyor. O belki bunun çözüme katkı olacağını sanıyor, ama hata ediyor. Bunun sürece verdiği zararı görmüyor.

Diyarbakır Barosu Başkanı Mehmet Emin Aktar, yargının bu süreçteki tutumunu eleştiriyor ve şiddete bulaşmamış yüzlerce kişinin tutuklandığını ifade ediyor. “Geçen hafta bir meslektaşımız gözaltına alındı. Parti Meclisi üyesi bir avukat. Savcı serbest bıraktı ama o delillerle bir siyasetçinin yargı önüne bile gelmemesi gerekiyordu” diyor.

***

Ama benim en fazla güvendiğim dördüncü köşe.

O da köprülerin altından akan onca acıdan sonra, çözüm için adım atanı ödüllendiren ve bugün patlayan bombalara rağmen olup biteni çok ama çok iyi anladığı için dolduruşa gelmeyecek kadar basiretli duran toplum. Bu uğursuz kavga devam ettiği sürece kendi çocuklarının öleceğini ve sadece onların öleceğini çok iyi anlamış görünen alt ve orta sınıflar.

Yok, halk güzellemesi yapanlardan değilim, tribünlere oynamıyorum ve Horkheimer’in dediği gibi “bazen bütün bir toplumun da şeytanın egemenliği altına girebileceğini” biliyorum. Ama bugün gerçekten en güven veren o. Ve bu yönüyle dördüncü köşe, ayrı bir yazıyı hak ediyor.

Galiba her şeye rağmen daha iyi bir yerdeyiz.

Çünkü çözüm için öncelikle etrafı görmek zorundayız ve bu sorun ilk kez bu kadar net görünüyor.

 

 

Star, 06.09.2011

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et