Soma üzerinden iğrençlik ve hurafe patlaması

Soma faciası Türkiye’de bir iğrençlik ve hurafe patlamasına sebep oldu. Sadece asosyal sanal medyadan değil geleneksel medyadan da coşkun ırmaklar gibi irin ve cehalet aktı. İnsanlıktan nasibini almamış malûm tipler tıynetlerini, gerçek yüzlerini, iğrençliklerini göstermek için bu fırsatı da kaçırmadı.

Kemalistlerin bazılarının insan sevgisinin ne kadar sahte ve ayrımcı olduğu bir kere daha anlaşıldı. Bu kimseler kendileri gibi olmayanları sevmiyor, hatta insan bile saymıyor. Onların siyasî duruşlarını -özellikle T. Erdoğan nefretini- paylaşmayanları satılmış ve cahil olmakla itham ediyor. Kaza ve çatışma ölümleriyle yalnızca Erdoğan’a ve hükümetine zarar verme potansiyelleri varsa ilgileniyor. Türkiye’de 17 bin faili meçhul cinayet işlendiği ortaya çıktı. Kemalistlerden bundan rahatsızlık duyulduğunu ifade eden bir ses geldi mi? Otuz yılda on binlerce Kürt katledildi. Önceki senelerde Dersim tartışmaya açıldı. Kemalistlerden bir samimi üzüntü işareti, bir pişmanlık emaresi zuhur etti mi? Kemalistler insana insan olduğu için saygı göstermiyor, sadece kendilerinin dünya görüşünü ve hayat tarzını paylaşanlara önem veriyor. Vefat eden Soma işçilerine ve ailelerine de hükümeti köşeye sıkıştırmaya yarar umuduyla sahip çıktılar. Acıları paylaşmadılar, kullanmaya çalıştılar, zira ortalama Soma maden işçisi sevdikleri bir tip değil; dindar, sade ve muhtemelen AKP seçmeni. Arsız Kemalistler bu özellikleri yüzünden işçilerin bu vahim kazanın başlarına gelmesine müstahak olduğuna inanıyorlar. Nitekim, bunu doğrulayacak şekilde (ve muhtemelen ideolojik ortaklıkla), Kemalist medya, işletmenin sahibini ve şirketini bütünüyle arka plana atıp (daha doğrusu koruma altına alıp) sanki madeni Başbakan bizzat işletiyormuş gibi sadece Erdoğan’ı ve hükümetini hedef aldı.

Faciayı ‘işçi katliamı’ olarak adlandıran solcu çevreler de esas itibariyle şov yaptı. Solcular soyut halkı sever ama somut halktan nefret eder. Onlar halk deyince genellikle kendilerini kastederler. Ortodoks sosyalistler de işçi sınıfını severler ama işçileri sevmezler. Fikir önderleri Marx da hayatı boyunca bir tek işçiyle konuşmamış, bir tek fabrikayı ziyaret etmemişti. Bazı solcu köşe yazarları kazaları ülkede solun olmamasına bağladı. Bak sen! Sovyetler Birliği solun en solundaydı ama maden kazaları alabildiğine boldu. Üstelik kimse Sovyet devletine ve yetkililerine hesap soramazdı. Sovyetler Birliği maden işçilerine mesai sonrasında temizlenmeleri için yeterli sabun bile veremezdi. Bu tarihe karışmış arkaik ülkede Gorbachev döneminde yapılan ilk madenci grevlerinde işçilerin talep listesinde sabun tahsisatının artırılması en başta yer almaktaydı.

Kazanın ardından pek çok kimse piyasa ekonomisine sövdü, devletin sektöre daha çok müdahil olması için çağrı yaptı. Başlıca aykırı yazıyı, kalemine sağlık, Star’da Eser Karakaş kaleme aldı. Demek ki, bu kimseler madenler devletin olursa ve bürokrat-politikacılar tarafından işletilirse kaza olmayacağını zannediyor. Ne var ki, istatistikler tersini gösteriyor. Devlet sahipliği ve işletmeciliği daha çok kazaya sebep oluyor. Ya devlet denetimi? Devlet işletmeciliğine güvenemiyorsak devlet denetimine niye güvenelim? Değerli dostum Melik Esirci’nin dediği gibi, denetimi de devletten alıp piyasaya ve sivil topluma bırakmak lâzım. İşçiler SGK üzerinden sigortalı olmak zorunda bırakıldığı sürece yeterince ciddî ve etkili bir denetim gerçekleşemez. Nitekim, ülkemizde 4500 madene karşılık 75 denetmen varmış. Denetmenlerin sayısı artsa da fazla bir şey değişmez. İnsanlar müşevviklere göre davranır; devlet, çalışanlara ve işverenlere piyasanın sağladığı müşevvikleri temin edemez. Devlet sosyal sigortada tekel olmasa özel sigorta şirketleri madenleri didik didik denetler, standartlarına uymayan firmaların işçilerini ve işletmelerin kendisini sigortalamaz. Sıradan yorumcuların sandığı gibi piyasa ekonomisi başıboşluk, güvensizlik, standartsızlık demek değildir. Piyasa ekonomisi çalışanlara ve işverenlere en ciddî disiplini bindirir, her bakımdan standartları yükseltir.

Bir başka saçmalık, ekonomide güvenlik tedbirlerini işletme maliyetlerinin dışında veya önemsiz gibi görmek ve istenilen her tedbirin genel ekonomik ortamdan ve şartlardan bağımsız olarak alınabileceğini sanmak. Ülkelerin aldığı ve uygulayabildiği tedbirler nihaî tahlilde bir yasa değil zenginlik meselesidir. Kenya’da ABD’deki iş güvenliği standartları mevcut olabilir mi? Hangi kanunu çıkartırsa çıkartsın, Kenya bu bakımdan ABD gibi olamaz. Ülkeler zenginleştikçe çevreye ve iş güvenliğine ayırabilecekleri kaynakları artar. Böylece daha ileri teknikleri ve makineleri kullanabilir. Zenginliği ise piyasa ekonomisinin dinamizmi içinde müteşebbisler ve işçiler yaratır, devletin sivil toplumu zapturapt altına alıp toplumsal tecrübe sürecine ve yaratıcılığa gem vurması değil.

Soma üzerinden ne çok iğrençlik ve hurafe ortalığa saçıldı böyle!

Bu yazı Yeni Şafak Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et