Türkiye, tarihinin en büyük facialarından birini yaşadı. Soma’daki maden ocağı 301 işçiye mezar oldu. Vefat edenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Ailelerinin başı sağ olsun. Allah onlara sabır ve metanet versin.
Böylesi bir faciada, önce cenazeler kaldırılır ve yas tutulur. Elden geldiğince ailelerin acısı paylaşılır. Sebepleri ortaya çıkarmak, sorumluları tespit etmek ve cezalandırmak sonraki iştir. Bundan böyle yapılması gereken hadiseyi en ince ayrıntısına kadar incelemek, kapsamlı bir soruşturma yapmak ve gelecekte benzer bir felakete duçar olmamak için alınması lazım gelen tedbirleri almaktır. Bu, herkesin boynuna düşen insani ve ahlaki bir yükümlüktür.
Yaşadıklarından, öldüklerinde haberdar olmak
Türkiye’de iş kazalarına ve işyerinde meydana gelen ölümlere karşı genel bir duyarsızlık var. Tuncer Köseoğlu’nun deyimiyle “yaşadıklarından, öldükleri zaman haberdar oluyoruz” işçilerin. Bir-iki işçi öldüğünde dikkat çekmiyor, ancak bir facia olduğunda işçi ölümleri gündeme geliyor. Oysa işçiler her gün ölüyor. Nitekim Adalet Arayana Destek Grubu, Türkiye’de bir yılda iş kazalarında(!) 1235 işçinin yaşamını yitirdiğini belirtiyor.[1]
Madenlerde ise durum çok daha kötü. 1941’den bugüne kadar Türkiye madenlerde üç binden fazla insanını kaybetti. Soma’daki felaketten sonra, bu konuya ilişkin üç çalışmaya baktım. Her üçünde de durumun vahametini gözler önüne seren veriler var. İlki TEPAV’ın hazırladığı bir değerlendirme notuydu. SGK’nın rakamlarından istifade edilerek hazırlanan bu raporda, 1991-2008 yılları arasında kömür sektöründe iş kazaları ve meslek hastalığı nedeniyle 2554 işçinin yaşamını kaybettiği, 13087 kişi ise sürekli iş göremez bir hale geldiği belirtiliyor.
Türkiye’nin madenlerde meydana gelen ölümlerde dünyada ilk sırada gelen bir ülke. 2008 yılında milyon ton başına düşen ölüm sayısı ABD’de 0.02, Çin’de 1.27 iken Türkiye’de 7.22’dir. Burada asıl önem taşıyan husus şu: Yıllar içinde diğer ülkelerde kaza ve ölüm oranı düşerken Türkiye’de olumlu bir değişim olmuyor. Mesela Çin’de 2000’de 7.10 olan milyon ton başına düşen ölüm sayısı 2008’de 1.27’ye geriliyor. Buna mukabil Türkiye’de 2000’de 7.10 olan rakam 2008’de 7.22 oluyor. [2]
İkincisi, her 10 madenciden birinin iş kazası geçirdiğini söyleyen TÜİK’in 2013 yılında yaptığı bir çalışmaydı. TÜİK’e göre, son altı yılda elektrik, gaz, buhar, su temini, kanalizasyon, haberleşme, ulaşım ve depolama sektörlerinde iş kazaları bariz bir biçimde azalırken madencilik sektöründe herhangi bir iyileşme yaşanmadı. Aksine bu sektörde çalışanların kaza geçirme oranında artış oldu. 2007’de yüzde 10.3 olan iş kazası geçirme oranı 2013’de yüzde 10.4’e çıktı. TÜİK çalışmasında, inşaat ve madencilik sektörlerinin alarm verdiğinin altı çiziliyor.[3]
Üçüncüsü, TBMM’nin hazırladığı bir rapordu. TBMM, 2010 yılında madencilikteki sorunların tespitini ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir araştırma komisyonu kurmuş. Komisyon 754 sayfalık bir rapor hazırlamış.[4] 2010’un Mart ayında komisyon üyeleri Soma havzasını da ziyaret etmişler. Hem buraya hem de genel olarak madenciliğe ilişkin sorunların görüşlerini detaylı olarak yazmışlar, gördükleri sorunları ve bunlara dönük önerilerini dile getirmişler.
Yapılan bu çalışmalara göz attığınızda şunu görüyorsunuz: Türkiye’de bir bilgi sorunu yok. Problemlerin nereden kaynaklandığı da, hangi araçlar ve metotlar kullanılarak bu problemlerin çözülebileceği de gayet iyi biliniyor. Bu itibarla Türkiye’de bir bilgi yokluğu/eksikliği sorunu değil, bir uygulama ve irade sorunu var. Bu da faciaların giden yolu açıyor.
Hukuki sorumluluk
Sorumluluk, hukuki ve siyasi olmak üzere, iki yönlüdür. Hukuki sorumluluk; hem facianın öncesini, hem de sonrasını kapsar. Şu anda 28 savcı tarafından yürütülen bir soruşturma var. Hukuki süreçte; facianın meydana gelmesinde bir ihmalin veya kusurun bulunup bulunmadığı, madeni işleten şirketin sözleşmede öngörülen yükümlülüklerini yerine getirip getirmediği, kamu görevlilerinin denetim kurallarına uyup uymadıklarını, facia sonrasında yapılması gerekenlerin yapılıp yapılmadığı, vb. incelenecek. Sonuçta şirket sahiplerinin, şirket yöneticilerinin ve kamu görevlilerinin sorumlulukları tespit edilmeye çalışılacak.
Maddi gerçeğin ortaya çıkmasında hükümete ve yargı mensuplarına düşen önemli yükümlülükler var. Hükümet, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için tüm olanaklarını savcıların hizmetine sunmalı. Yargı mensupları ise, hukuki sürecin her safhasında kamuoyunu bilgilendirmeli, sürecin adil ve sağlıklı bir şekilde yürütüldüğüne dair kamuoyunu tatmin etmeli. Hukuki sürecin sonunda sorumluluğu belirlenenler cezalandırılmalı.
Siyasi sorumluluk
Siyasi sorumluluk ise hükümetin üzerindedir. Bana göre hükümet, facianın öncesinde ve sonrasında önemli hatalar yaptı. Şöyle ki:
1. Faciadan 20 gün önce CHP’nin verdiği araştırma önergesi, hükümet milletvekillerinin oylarıyla reddedildi. Hükümet, bu önergenin Meclis’i oyalamak için getirildiğini söyleyerek kendini savunuyor. Ama bu, hükümetin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Elbette, tüm araştırma önergelerinin kabul edilebilmesi mümkün değil. Ancak hükümet kendi içinde bir denetim mekanizması kurarak önergelerden hangisinin Meclis çalışmalarını tıkamaya yönelik, hangilerinin ise gerçekten Meclis gündemine alınması gerektiğini belirleyebilirdi. Muhalefetten gelen her önerinin otomatikman reddi, doğru bir tavır değil.
2. ILO’nun 1995 tarihli “Madencilikte Sağlık ve Güvenlik Sözleşmesi” bulunuyor. Maden işletmesi sahiplerine ve hükümete önemli yükümlülüklere getiren bu sözleşme, bugüne kadar 26 ülke tarafından imzalan. 2014 içinde Fas ve Rusya’da da yürürlüğe girecek. 2010’da 30 maden işçisinin öldüğü Zonguldak’taki maden patlamasından sonra Türkiye’nin de bu sözleşmeyi imzalanması gündeme gelmiş ama bu gerçekleşmemişti. Meclis’te birçok kez hükümete bu konudaki talepler yönetilmesine rağmen hükümetin bunu kabul etmemesi büyük bir hata. [5]
Kriz yönetme becerisi
3. Hükümetin, kriz yönetme becerisinde önemli sorunlar var. Facia sonrasını da iyi yönetemedi. Başbakan’ın dili her açıdan sorunluydu. Soma’yı açıklamak bir buçuk asır geriye gitmesi anlaşılır gibi değildi. Nitekim 1960’lara geldi takıldı, daha yakın zamanlara ilişkin bir örnek de veremedi. Madenciliğin diğer sektörlere oranla daha tehlikeli olduğunu anlatırken özenli ve dikkatli bir dil kullanmadı. Ama daha mühimi, protestocularla kurduğu ilişkiydi. Bütün bir ilçenin bir yas evine döndüğü bir yerde sinirler gergin olur. Bazı gruplar da gerili sinirleri provoke etmeye çalışır. Burada yöneticilerden beklenen, meydan okur tarzda protestocuların üzerine yürümesi değil, ortamı yatıştırmak için azami dikkat etmek ve herhangi bir kışkırtmaya mahal verecek bir davranıştan kaçınmaktır. Başbakan’ın dilinde ve tavrında bu ihtimam yoktu.
4. Başbakan’ın danışmanlarından birinin jandarmaları arkasına alarak bir protestocuya tekme tokat girişmesi ibretlik bir vakaydı. Göstericinin kimliğinin veya sebebin zerrece önemi yoktur. Başbakan danışmanı sıfatı taşıyan biri, hiç kimseye ve hiçbir nedenle böyle davranamaz. Sinirlerine hâkim olamıyorsa, bu danışmanın yapacağı şey, halkın arasına karışmamaktır. Görüntüler yayınlandıktan sonra, danışman acilen istifa etmeli, o istifa etmiyorsa Başbakan tarafından görevinden alınmalıydı. Fakat ne yazık ki Başbakan bunu yapmadı. Daha kötüsü Başbakan, adeta bu davranışı taltif edercesine, ertesi gün bu danışmanıyla birlikte halkın karşısına çıktı.
İstifa
5. Türkiye’de siyasilerin, kendi sorumluluk sahalarında yaşanan bir başarısızlıktan veya felaketten sonra istifa etmeleri gibi bir gelenek bulunmuyor. Her zaman kabahat ve suç başkalarında bulunuyor, siyasiler kendi koltuklarında oturmaya devam ediyorlar. AKP’nin bunu değiştirme ve kendi inisiyatifiyle bir istifa geleneği başlatma şansı vardı. Ancak o da araziye uydu ve alışılageleni devam ettirdi.
Soma faciasından iki bakanlık sorumludur. Çalışma ve Enerji Bakanlıkları. Çalışma Bakanı Çelik, şahsi sağlık sorunlarından ötürü, uzun bir müddet Soma’da gözükmedi. Enerji Bakanı Yıldız ise, ilk andan itibaren Soma’daydı. Dengeli açıklamalarıyla kamuoyunu bilgilendirdi, Soma’daki tüm ekipleri koordine etti. Genel olarak Yıldız’ın iyi bir performans sergilediği kabul edildi. Ancak facia ertesinde yaptıklarından veya yapmadıklarından bağımsız olarak, ben her iki bakanın da istifa etmesi gerektiğini düşünüyorum. Kendi görev alanlarında büyük bir felaket oldu. Hiçbir kusurları olmasa ve faciaya ilişkin tüm vazifelerini eksiksiz yerine getirmiş olsalar dahi, bunun sorumluluğunu üzerlerine almalı ve görevden çekilmeliydiler.
Ancak bunu yapmadılar. Bundan sonra kamuoyunda bu yönde bir talep geldiğinde muhtemelen Başbakan, bunun karsısında duracak. İstifayı bir güçsüzlük olarak değerlendirecek ve böyle bir davranışa izin vermeyecektir. Oysa sorumluluğu üstlenmek için yapılan bir istifadan yenilmişlik veya güçsüzlük çıkmaz.
[1] Mahmut Övür, Soma Faciası Son Olmalı, Sabah, 15.05.2014, http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/ovur/2014/05/15/soma-faciasi-son-olmali
[2] Selin Arslanhan – Hüseyin Ekrem Cünedioğlu; Madenlerde Yaşanan İş Kazaları ve Sonuçları Üzerine Bir Değerlendirme, TEPAV, 2010, s. 4.