Mısırda geçiş döneminin ordu tarafından yönetiliyor olması haklı endişeler yaratıyor.
Ama bu endişeleri fazla ileri götüren ve “gidenle gelenin farkı yok; Mısır halkı aldatıldı” düzeyine taşıyanlar var ki ben bu bakış açısını fazlasıyla toptancı ve karamsar buluyorum. Dahası, Mübarek’i istifa ettiren iradeyi aşırı derecede küçümsüyor.
Evet, Tantavi ve Mübarek aynı ekibin parçaları olabilirler. Ama Tahrir Meydanı’nda ortaya konan değişim iradesinin Mübarek’i yüreği kan ağlaya ağlaya istifaya zorlarken Tantavi’yi eski Tantavi olarak bırakması mümkün mü? Elbette önümüzdeki dönem göreceğimiz Tantavi, Tahrir Meydanı’nı hiç unutmayan, kendini Tahrir Meydanı gerçeğine göre yeniden formatlamaya çalışan bir Tantavi olacaktır.
Aslında Mısır’da geçiş sürecinin nasıl ilerleyeceği tartışması bizi daha temel bir tartışmaya götürüyor.
Mısır’da meydanları dolduran kitleler parlamentoyu ve başkanlık sarayını basıp iktidara el koysaydı, daha “devrimci” bir durum olacağı kesin; ama acaba demokrasiye geçiş açısından daha sağlıklı bir durum mu olacaktı?
Bundan birkaç hafta önce gittiğimiz Kırgızistan’da, bu ülkenin beş yıl arayla iki kere yaşadığı “halk ayaklanması yoluyla iktidarın el değiştirmesi” tecrübesini birinci ağızdan dinleme imkânımız oldu. Başkent Bişkek meydanlarında toplanan kitleler 2005 yılında tek adam yönetimine dönüşen Asker Akayev yönetimini düşürüp yerine Bakiyev’i getirmişti. Ama bu “devrim” Bakiyev’in de Akayev gibi bir tek adam yönetimi kurmasını engelleyememiş, aynı kitleler 2010 Nisan’ında yeniden parlamentoyu basıp bu defa da Bakiyev’i indirmişti.
Peki, Bişkek meydanlarında toplanan o insanlar kimi temsil ediyordu? Halkın ne kadarının taleplerinin sözcülüğünü yapıyordu ve birini alaşağı edip başka birini iktidara oturtma kararını ne hakla, hangi temsil yetkisiyle veriyordu?
Elbette 5,5 milyonluk bir ülkeyi 80 milyonluk Mısır’la kıyaslıyor değilim. Ama bir genelleme yapabilir, bir ilkeden bahsedebilirim:
Tarih bize, “genel halk ayaklanmasıyla iktidarın devrilmesi” tecrübelerinde iktidarın “kimin elinde kalacağının” pek de belli olmadığını; yaşanan karambolde “temsil gücü en yüksek” olanların değil en örgütlü ve militan gücü en yüksek kesimlerin iktidara gelmesinin daha kolay olduğunu ve böyle kaos anlarında iktidarı ele geçiren bu kesimlerin daha sonra kendi diktatörlüklerini kurmalarının çok muhtemel olduğunu öğretiyor. O yüzden ben kendi payıma, sokaklardaki kalabalığın parlamento basmasıyla kurulacak yeni rejimlere pek sıcak bakamıyorum. Geniş kitlelerin sokağa çıkması, antidemokratik yönetimlerin artık ülkeyi yönetemez hale gelmesi açısından şarttır. Ama “sokak” gidenin yerine kimin geleceğini tayin etmeye kalktı mı, problem de başlar.
Evet, Mısır’da milyonların Tahrir Meydanı’nda sürdürdüğü 18 günlük destansı direniş, ülkeyi yönetenleri “yönetemez” hale getirdi. Bu olmadan hiçbir şey olmazdı. Ama o milyonlar daha da ileri giderek, kimin yöneteceğine de karar vermeye kalksaydı bu Mısır’ın geleceği için hiç de hayırlı olmazdı.
Şimdi Mısır’da muhalefeti bekleyen temel görev, yaşanan geçiş döneminde Tahrir Meydanı’ndaki ruhu diri tutarak yeni rejimin hukuki altyapısını oluşturmak, yeni yönetimde toplumun tüm kesimlerinin güçleri oranında temsil edilmesi konusunda konsensüs sağlamak ve adil bir seçimle barışçı geçişi sağlamaktır. Ondan sonrası ise reform dalgalarıyla yavaş yavaş ilerleyecek uzun ince bir yoldur.
Sandıktan çıkacak iktidarın Mısır’da hiçbir kesimi tam olarak memnun etmemesi, öte yandan bütün kesimleri bir ölçüde tatmin etmesi en iyi sonuçtur.
Unutmayalım ki, en müstebit yönetimlerin bile bir kitle temeli vardır; o kesim de Mısır’ın bir parçasıdır ve varlığını yeni dönemde de sürdürecektir. Yine unutmayalım ki, her ülkenin demokrasisi o ülkenin kendi geçmişinden izleri, eski rejimin kalıntılarını ve o ülkenin kendine has rengini, kokusunu, dokusunu taşır.
Not: Pazartesi gecesi Bugün TV’de katıldığım Perde Arkası programında Balyoz Davası’nda hakkında tutuklama kararı çıkanlardan bir kişinin Dış Hatlar Terminali’nde yurtdışına kaçarken yakalandığını söyledim. Daha sonra ise yakalanan kişi emekli Albay Harun Özdemir’in yurtdışına kaçmadığını, tersine halen yaşadığı Zürih’ten hakkında çıkan yakalama kararı nedeniyle teslim olmaya geldiğini ve bu sırada yakalandığını öğrendim. Verdiğim yanlış bilgiyi düzeltir, hem sanıktan ve yakınlarından hem de okurlarımdan özür dilerim.
Bugün, 16.02.2011