Silahlı Kuvvetler Partisi devrede

  
  Bugün Kürt sorununun çözümü için düşündüğüm “demokratik çerçeve”yi açıklayan bir yazı yazmayı  planlamıştım, ama genelkurmay başkanının “Zafer Bayramı Mesajı” gündemi değiştirdi.

Bu mesaj, besbelli ki, hükümetin Kürt Açılımı’nı hedef almaktadır. Genelkurmay burada “Kürt Açılımı” denen şeyin gerçek bir açılım olmamasını sağlayacak şekilde bu girişimin çerçevesini çizme cür’eti gösteriyor. Orgeneral Başbuğ’un hükümeti uyarma, muhalefet partilerine ise silâhlı kuvvetlerin komuta heyetinin sahici bir açılım istemediklerine dair güvence verme amacı güden bu mesajı birçoklarınca “devlet”in sesi olarak görüldü. Ama belki de buna üçüncü bir muhalefet partisinin sesi demek daha doğru olur. Açıkçası, silâhlı kuvvetler böylece kendisini bir siyasi parti gibi konuşlandırmış olmaktadır.

Başta MHP ve CHP olmak üzere demokratik açılıma karşı çıkanların, bu arada özellikle CHP’nin uzlaşmaz tutumunda “ne kadar da haklı” olduğuna toplumu ikna etmek üzere Baykal’ın gönüllü sözcülüğüne soyunmuş olan gazeteci takımının, bu mütehakkim sesi büyük bir hoşnutlukla karşılamalarında şaşılacak bir şey yok. Ama asıl şaşırtıcı olan, AKP’nin buna verdiği tepkidir. Bu tepkiyi Mehmet Barlas dünkü yazısında güzel özetlemiş: “Aynı sözleri muhalefet söyleyince öfkelenen ama Genelkurmay Başkanı söyleyince ‘Biz de böyle düşünüyoruz’ diyen bir iktidar örneği var önümüzde.”

Bu minvalde MHP’yle milliyetçilik ve hamaset yarışına giren kimi AKP sözcülerinin, “demokratik açılım” vaadiyle ortaya çıkmış olan bir parti için fevkalâde tuhaf olan malum sözleri genel başkanlarının bilgisi dahilinde söyleyip söylemediklerini bilmiyorum. Ama kesin olarak bildiğim bir şey var ki, bu münasebetsiz sözlerde yansıyan tutum, partisinin Meclis grubunda Başbakanın yaptığı o muhteşem konuşmanın ruhuna taban tabana zıttır. Bu hamaset söylemi İçişleri Bakanı Atalay’ın bu meselede sergilediği ağırbaşlı tutumla karşılaştırıldığında da son derece çiğ kaçmaktadır.

Meselenin başka yönleri de var. Daha geçen hafta yapılan MGK toplantısından hükümetin “Kürt Açılımı”na destek çıktığı, devletin bu işin arkasında olduğu söyleniyordu. MGK’nın sivil kanadını oluşturan hükümet ve Cumhurbaşkanının bu girişimin zaten başlatıcıları olduğu düşünülürse, burada “devlet”le kastedilenin MGK’nın diğer üyeleri, yani generaller olduğu açıktır. Askerlerin devletle özdeşleştirilmesinin demokratik olmak iddiasındaki bir rejim için ifade ettiği garabeti bir yana bıraksak bile karşımızda halâ bir soru duruyor: Hani bu konuda devlet içinde mutabakat vardı?..

Genelkurmay başkanının mesajı, bu “mutabakat”ın demokratik açılımla bir ilgisi olmadığını gösterdi. Çünkü bu mesajın çizdiği çerçevede sadece güvenlikten ve “ekonomi, sosyo-kültürel ve uluslararası alanlarda” alınması gereken tedbirlerden bahsediliyor, kültür ve eğitim hakları ile idari yapının reformunun  adı bile geçmiyor, dahası “kültürel farklılıkların siyasi temsili”ne de açıkça karşı çıkılıyor.

Öte yandan, “terörle mücadele”nin öncelikle vurgulanması ve “terör örgütü ve destekleyicileriyle ilişki kurulmasına” karşı çıkılması da hükümetin DTP ile çözüm için zorunlu olan temasları yapmasını baltalayabileceği gibi, “devlet”in derdinin demokratik açılım filan olmadığı ve gerçekleşmesi istenen şeyin “PKK’nın dağdan indirilmesi”nden ibaret olduğu kuşkusunu güçlendirmektedir.

Sonuç olarak, hükümet ve cumhurbaşkanı Kürt sorununu demokratik yoldan çözmekte gerçekten samimi ve kararlıysalar, bu meselede inisiyatifi elden kaçırmamak, “çatlak sesler”e boşvermek ve haddini aşanları da susturmak zorundadırlar.

Savaşın bile askerlere bırakılamayacak kadar ciddi bir mesele olduğunu kimse unutmasın.

Star, 27.08.2009

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et